23 Nis 2010

Avrupa’da 24 Nisan

Bugün Ermeni halkının acı günü. Tüm dünyada olduğu gibi, Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında 95 yıl önce işlenen ve insanlığın hafızasına bir daha silinmemek üzere kazınan Büyük Felaketi hatırlatan toplantılar ve kurbanları anma etkinlikleri Avrupa’nın muhtelif kentlerinde de yapılıyor. Nasıl İstanbul’da cesur insanlar siyahlar içinde, sessizce, ruhlarına yaktıkları mumlarla ve ellerinde çiceklerle 1915 kurbanlarının anısı önünde eğiliyorlarsa, Avrupa’da yaşayan Türkiyeli ve Kürdistanlı demokratlar, aydınlar, devrimciler de düzenlenen etkinliklere katılarak, »bu acı bizim acımız, bu yas hepimizin« diyecekler.

Ama bugün ve bugünlerde, yine her yıl tanık olduğumuz o iğrenç ritüeller de tekrarlanacak. Kendilerini »Avrupa Türklerinin temsilcileri« olarak lanse edenler, apoletli dernek yöneticileri, milliyetçi-şoven kesimler, resmî ideolojinin avukatlığına soyunan Hakkı Keskin ve Ali Söylemezoğlu gibi gönüllü devlet lobicileri, »Soykırım olmamıştır, Türkiye kendini sırtından hançerleyen düşmanlarına karşı savunmuştur« tezini işleyecek, Büyük Felaket’in anılmasını dahi »emperyalizmin Türkiye’ye karşı kampanyası« olarak nitelendireceklerdir.

Kanlarının döküldüğü coğrafyada, mezarları dahi olmayan yakınlarını anmak isteyen kuşaklara izin verilmediği bir dönemde, tutulan yasa tahammül etmesi ve en azından susması gerekenler susmayacak, mektup kampanyaları, bayraklı yürüyüşlerle »Türk’ün gücünü yedi düvele gösterecekler« ve milliyetçiliğin vebalı nefesinin esir aldığı insanlardaki nefret duygusunu yeşerteceklerdir.

Böylesi bir günde »Soykırım olmuştur, olmamıştır« polemiğine girmek yanlış olur. Başkalarını bilemem, ama ben bugün Anadolu-Mezopotamya kökenli ve Ermeni olmayan bir insan olarak yapmam gerekeni yapacağım. Hamburg’daki St. Petri Kilisesi’nde düzenlenen anma toplantısının üç konuşmacısından birisiyim. Orada Avrupa Barış Meclisi’ni temsil edeceğim. Ve özür dileyeceğim.

Hayır, muhtemelen atalarımın da katıldıkları veya en azından engelleyemedikleri cinayetler ve zulümden dolayı değil. Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçekleşen Soykırımı haklı çıkarabilecek hiç, ama hiç bir şey olamaz. Sorumluları af edilemezler ve af edilmemelidirler. Ruhumuzu ve geleceğimizi kirleten bu olay, bir Jenozid’tir ve coğrafyamızın tarihinde acı ve kanayan bir leke olarak kalacaktır.

Demokratlar ve devrimciler olarak 95 yıl boyunca yeterince sesimizi yükseltmediğimiz, milliyetçi-şoven devlet propagandasına etkin direnç göstermediğimiz ve Rakel Dink’in dediği gibi, »bebeklerden katil yaratılmasını« engelleyemediğimiz için özür dileyeceğim. Susmanın, suça ortak olmak anlamına geldiğini, geçmişimizle yüzleşmeden, geleceği kurmanın olanaksız olduğunu unuttuğumuz için.

Yalanlama politikalarının ve resmî tarihin Türkiye’de demokrasinin tesis edilmesi ve barışın sağlanması önündeki en büyük engellerden birisi olduğu ve Avrupa’daki yaşamımızı da etkilediği bilinci; Jenozid karşısında »tarafsız« konum almanın kendisinin bizzat haksızlık olduğu inancı ile acılarını paylaştığımı, »Bir daha asla savaş ve asla soykırım olmasın!« diyebilmek için tarihimizin karanlık sayfalarıyla yüzleşmemiz gerektiğini söyleyeceğim. »Neyin ne olduğunu söylemenin«, yani Soykırımı resmen tanımanın, günümüzü gelecekte acı veren bir geçmiş olmaktan kurtaracağını vurgulayacağım.

Ve elbette Batı’nın ikiyüzlülüğüne, Almanya’nın aynı 1915’de olduğu gibi bugün de suça ortak olma pahasına, salt iktisadî ve stratejik çıkarlar uğruna yalanlama politikasını desteklediğine değinecek, bilhassa Türkiye ve Kürdistan kökenlilerin, bizden sonraki kuşakların onurlu bir biçimde barışçıl, demokratik, eşit haklı ve adil bir gelecek kurabilmeleri için taraf olmaları gerektiğini belirteceğim.

Bugün, acı bir gün. Vicdanı olan herkesin yapması gereken, acıya ortak olmak ve bir daha tekrarlanmaması için sorumluluğunun gereğini yerine getirmektir.