28 May 2010

»Indianerland« ve kowboyların travması

Afganistan Savaşı Almanya’daki gündelik yaşamın bir parçası oldu. Her an ve her yerde, savaş ve savaşın etkileri bir şekilde Almanların ağzından düşmüyor. Nasıl düşsün ki, savaş kışkırtıcıları her fırsatta »vatan cephesinde« safları sıklaştırmaya çabalıyorlar. Buna rağmen halk arasında Alman askerlerinin Afganistan’dan geriye çekilmesini isteyenlerin oranı giderek artıyor.

Böyle olunca, başta Savaş Bakanı baron Guttenberg olmak üzere hükümet ve yaygın medya halkı, savaşın »olağanlığına« alıştırmaya çalışıyor. Askerlerin Afganistan’dan giderek artan sayıda ölü ya da yaralı olarak dönmeleri, hükümeti ülke içerisindeki »tedbirleri« artırmaya zorluyor. Geçen Perşembe günü yayımlanan sosyalist günlük gazete Junge Welt’in bildirdiğine göre, bakan Guttenberg bir gazeteci ordusuna Berlin’de yeni kurulan Federal Ordu Travma Merkezi’ni tanıtmış. Alman askerleri arasında savaş nedeniyle posttravmatik rahatsızlık geçirenlerin sayısının artmasını »kamuoyu ile paylaşarak, parlamento ordusu olan ordumuzun sorunlarını hep birlikte gidermeye çalışmalıyız« buyurmuş.

Savaşın gündelik vahşetini nasıl olur da halka sempatik gösterebiliriz kaygısından olacak, yaygın medya da haberlerinde, »kahramanlarımızın Afganistan günlüğünü« yayınlamaya başladı. Neymiş? »Askerlerimiz bulundukları Kunduz bölgesini espri ile ›Indianerland‹ olarak« adlandırıyorlarmış. Yani kızılderili ülkesi. Eh, Holywood filmlerinden hatırladığımız kadarıyla, kötü kızılderililer (!) kowboylarımıza, pardon, askerlerimize, bir izci gözüpekliği ile medeniyeti götürmeye çalıştıkları yerlerde saldırıyorlarmış. Kötü kızılderililer, kötü davrandıklarından akpak askerlerimizde posttravmatik rahatsızlıklar ortaya çıkıyormuş. Böyle olunca devlet babamız da askerlerimizi yanlız bırakacak değil a! Hemen travma merkezi kurup, ülkenin en baba psikiyatrlarını orada toplamış.

Haberler insana »pes yahu!« dedirtecek düzeyde. Ama uslanmaz bir optimist olduğumdan, tüm bu haberleri yalanlayacak resmî ağızlar olur diye düşünürken, Cumhurbaşkanımız Horst Köhler beni utandırmadı vallahi. Geçen hafta Afganistan’daki birlikleri ziyaret eden Köhler, bir radyo söyleşisinde egemenlerin ağzındaki baklayı çıkardı. Aynen şöyle dedi:

»Kanımca halkımız, bizim gibi dışticaret yönelimli ve böylece dışticarete bağımlı büyük bir ülkenin çıkarlarımızı korumak için gerektiğinde askerî şiddet kullanmamızın, yani serbest ticaret yollarını korumak, (...)ticaretimizi, işyerlerimizi ve gelirimizi tehlikeye düşürebilecek bölgesel istikrarsızlıkları engellemek için savaşmamız gerektiğini daha iyi anlamaktadır. Bu konuda iyi bir yoldayız.«

Köhler, Afganistan’dan döndükten sonra da Alman ekonomisinin çıkarları için askerî şiddetin zorunlu olduğunu söylemişti. Eh, adam eski Dünya Bankası müdürlerinden, o bilmeyecek de kim bilecek? Ama cumbabamızın pot kırdığını fark eden itfaiye erleri hemen yetiştiler. SPDli ve CDUlu sözcüler, dil birliği etmişcesine, »olur mu, hiç Alman ekonomisinin çıkarları için savaşır mıyız? Biz, güvenliğimizi korumak, kendimizi savunmak için oralardayız« açıklamasını yaptılar. Hatta SPD’nin Federal Meclis Grup yöneticisi Thomas Oppermann daha da ileri giderek, »her kim ki ekonomik çıkarlar için savaş yaptığımızı iddia ediyorsa, DIE LINKE’nin borazanlığını yapıyordur« diyerek, Köhler’i »solcu« yapıverdi.

Savaşan şahinlerin acemi itfaiyesi yangını söndürmeye çalışırken, kendi cephelerinden esen sert rüzgârlar ateşi beslemeye devam ediyor. Tam Köhler’i susturduk derken, Frankfurter Rundschau gazetesi dün, CDU/CSU Federal Meclis Grubu’nun 2008 Mayıs’nda kararlaştırdığı »Almanya için güvenlik stratejisini« yeniden yayınladı. Belge, Köhler’i yalanlayanları yalanlıyor ve »Almanya’nın enerji ve hammadde ihtiyacını tehlikeye sokan ve ekonomimize zarar veren durumlarda savaşmalıyız« tespitini yaparak, savaşın gerçek nedenlerini sıralıyor.

Bana kalırsa, Alman askerlerinden çok egemen elitlerin travma tedavisine ihtiyaçları var. Baksanıza, daha dün yazdıklarını ve söylediklerini hatırlamıyorlar bile. Efendim? Politikacılar hep böyle mi? Canım, halk da enayi değil ya? Yoksa...?