8 Nis 2011

Almanya’nın Kürt politikası

Almanya’daki Kürt kurumları bir kaç gündür, aynı Türkiye’de olduğu gibi, çeşitli kentlerde »Demokratik Çözüm Çadırları« kurarak, Kürt Sorunu’nun demokratik çözümünün gerekliliğine dikkat çekiyorlar. Ama ne Alman devleti, ne de kamuoyu bu talepleri dikkate alıyor.

Dikkate almamak bir yana, aynı Berlin’de olduğu gibi, sudan gerekçelerle Alman polisinin zor kullandığına tanık oluyoruz. Bu yaklaşımlara 1993’den bu yana yürürlükte olan »PKK yasağının« neden olduğu şüphe götürmez.

Kürt Sorunu’nun demokratik çözümünün, Türkiye’deki temel sorunların çözümünün bir ön koşulu olduğu, Almanya’daki farklı politik kesimler, hatta sorumlu bazı politikacılar tarafından da dile getirilmekte. Almanya’daki yasakların hukuk dışılığı ve bu yasakların kaldırılmasının Kürt Sorunu’nun çözümüne katkı sağlayacağı kabul görürken, Alman devleti neden böylesi bir »Kürt politikasına« gerek görüyor?

Aslına bakılırsa, sınırları içerisinde hiç te küçümsenemeyecek bir Kürdistan ve Türkiye kökenli nüfusu barındıran Almanya’nın, Türkiye’deki toplumsal çatışma olasılığının anında Almanya sokaklarını yangın yerine çevirebileceğinden hareketle, Kürt Sorunu’nun demokratik çözümünün kendi çıkarına olduğunun bilincinde. Ancak, Alman devletinin Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu Üçgeni’ndeki politik, ekonomik ve stratejik çıkarları daha ağır basıyor.

Öncelikle Almanya ekonomisinin ihracata dayalı olduğunu ve devlet politikalarının da ihracatı yavaşlatabilecek her türlü engeli ortadan kaldırmaya yönelik yürütüldüğünü vurgulamak lazım. Alman devleti, kapitalist üretim tarzının hammadde temelinin küresel çapta reorganize edilmesi ve fosil enerji kaynakları, hammadde ve dünya piyasalarına engelsiz ulaşımın sağlanması gerektiğinin farkında. Bu nedenle dış politikasını militaristleştirmekte ve paylaşım savaşlarına müdahil olmaya çalışmakta.
Uzun yıllar sürdürdüğü »dünya ihracat şampiyonluğunu« Çin’e kaptıran Almanya, gerek NATO, gerekse de AB içerisindeki konumunu ihracata dayalı ekonomisini güvence altına almak için kullanıyor. Bilhassa Kafkasya ve Ortadoğu’daki çıkarları, Türkiye ile stratejik ortaklığı gerekli kılıyor.

Eski NATO Askerî Komisyon başkanı ve eski Alman genelkurmay başkanı Klaus Naumann, Türkiye’nin »Ortadoğu, Kafkaslar, Doğu Akdeniz ve Süveyş Kanalı üzerinde Avrupa’nın (yani Almanya’nın) kontrolünü güvence altına alma olanağını verdiğini« ve bu yüzden »genişletilmiş Ortadoğu alanının yakın geleceği için anahtar rolünü oynayacağını« belirtiyor. G. Schröder’in dediği gibi, »istikrarsızlıklar bölgesinde istikrar faktörü olan« Türkiye’nin Almanya için vazgeçilmez bir önemi var.

Türkiye’ye böylesine önem atfeden, 4 bini aşkın şirketiyle Türkiye’de üretim yapan, Türkiye’nin en büyük dış ticaret ortağı olan ve silah tekellerinin toplam satışının yüzde 15’ini Türkiye’ye yapıldığı Almanya’nın, Kaiser Wilhelm döneminden beri devlet aklı olarak yürüttüğü »Türkiye politikasını« değiştireceğini ve Kürtlere farklı bir muamele uygulayacağını beklemek, kanımca büyük bir naiflik olacaktır.

Almanya’nın Kürt politikası, aslında »Türkiye politikasıdır« ve aynı zamanda iç politikada da bir araç olarak kullanılmaktadır. Alman ceza yasasının, hukukî keyfiyet sembolü olan 129a ve 129b maddeleri, sadece Kürtlerin değil, çoğunluk toplumunun ve bilhassa toplumsal muhalefetin de başında sallanan bir tehdittir – Kürtler ve PKK yasağı sadece bunun bir gerekçesidir.

Aynı »terörle mücadele« anlayışı ve »AB Terör Listesi« gibi: Avrupa Yüksek Mahkemesi’nin »yasalara aykırı olduğuna« karar verdiği »AB Terör Listesi«, salt Kürtlerin her an ve her yerde »potansiyel terörist« muamelesine maruz kalmalarına neden olmuyor, aynı zamanda çoğunluk toplumu arasında korku ve ırkçı karşı koyuşları teşvik ederek, toplumun bölünmesine ve neoliberal sosyal kıyım politikalarına karşı olası toplumsal direncin kırılmasına neden oluyor.

Kısacası, Alman devletinin iç ve dış politik çıkarları, Türkiye karar vericilerinin inkâr ve tasfiye politikalarına destek çıkmasının ve Almanya’da yaşayan Kürtlere aynı anlayışla yaklaşmasının temel nedenidir. Bu nedenle, politikalarının belirlenmesinde Almanya’nın önemli bir rol oynadığı AB’ne umut bağlamak, yanıltıcıdır. Ancak bu, politik çoğunlukların ilelebet böyle kalacağı anlamına gelmez. Nasıl nükleer enerji konusunda kamuoyu baskısı politikayı değiştirebildiyse, Kürt Sorunu’nda oluşacak bir kamuoyu baskısı da politika değişikliğine neden olabilir.

Bu da Avrupa’daki Kürt kurumlarına görev anlamına gelmektedir. Çoğunluk toplumunu etkilemek, kendi politik gündeminizi çoğunluk toplumun politik gündemiyle denkleştirmeden geçer, ama buna ayrı bir yazıda değinelim.