29 Ağu 2011

Vicdanın isyanı

Jean Ziegler
Yapılamayan bir konuşmanın metni

Paris ve Cenevre Üniversitelerinde sosyoloji profesörü olan ve sert neoliberalizm eleştirileriyle tanınan Jean Ziegler, 2011 Salzburg Festivali’nin açılışına konuşmacı olarak davet edilmişti. Festivale bir kaç hafta kala düzenleyiciler davetlerini geri çektiler. Her ne kadar gerekçe olarak »Jean Ziegler, Kaddafi’ye yakın düşünüyor« denilerek bu adım savunulmaya çalışılsa da, festivalin sponsorlüğünü yapan uluslararası tekellerin Ziegler’in konuşmaması için olağanüstü baskı yaptıkları ortaya çıktı. Skandal kısa sürede kamuoyunun gündemine oturdu ve Ziegler’in yapamadığı konuşmanın metni yayımlanarak, belki de Ziegler’in ulaşamayacağı bir popülerliğe kavuştu. Bu çeviri, ekowin tarafından yayımlanan ve »Der Aufstand des Gewissens« başlığını taşıyan Almanca metnin Türkçesidir.

Jean Ziegler 1999’a kadar İsviçre Ulusal Konseyi üyesiydi. Ardından BM’in Gıda Hakkı özel raportörü oldu. 2008’den bu yana BM İnsan Hakları Konseyi’nin Danışma Komisyonu asbaşkanlığını yapmaktadır. CARE Milleniyum Ödülü (2009) veya Uluslararası İnsan Hakları Edebiyat Ödülü (2008) gibi bir çok ödüle ve fahrî doktoraya sahiptir. Jean Ziegler aynı zamanda bir çok eseri bestseller olmuş bir yazardır.

Almanca’dan çeviren: Murat Çakır


Çok değerli bayanlar ve baylar,

her beş saniyede on yaş altı bir çocuk açlıktan ölmektedir. Hergün 37 bin insan açlıktan ölmekte ve neredeyse bir milyar insan sürekli açlık çekmektedir. FAO’nun bu kurban sayılarını her yıl veren Worl-Food-Raporu aynı zamanda da küresel ziraatin, günümüzde ulaştığı seviyesi sayesinde hiç sorun olmaksızın dünya nüfusunun iki katını besleyebileceğini bildirmektedir.

Sonuç: Açlığın her gün yol açtığı kırımın bu buz gibi olağanlığı içerisinde devam etmesi için objektif bir kıtlık yoktur.

Açlıktan ölen her çocuk, cinayete kurban gitmektedir [katledilmektedir].
Her yerde aynı şekilde ölünmekte. İster Somali’nin mülteci kamplarında, ister Karaçi’nin sefalet semtlerinde veya Dhaka’nın varoşlarında olsun, ölüm hep aynı etaplarda yaklaşıyor.

Açlıktan bitap düşen çocukların [vücudunda] yıkım bir kaç gün içerisinde başlıyor. Vücut önce şeker, sonra da yağ rezervlerini tüketiyor. Çocuklar letarjiye düşüyor ve giderek zayıflıyorlar. Bağışıklık sistemi iflas ediyor. İshal ve zayıflama hızlanıyor. Ağızdaki parazitler ve solunum yollarındaki enfeksiyonlar büyük acılara yol açıyor. Ardından kasların erimesi başlıyor. Çocuklar artık ayakta duramaz oluyorlar. Kolları, güçsüz bir biçimde yanlarında sallanıyor artık. Yüzleri, ihtiyarların yüzlerine benziyor. Ondan sonra da ölüm geliyor.

Bu, binlerce kez tekrarlanan agoniye yol açan koşullar çok çeşitli ve genelde karmaşıktır.

Bir örnek: Şu an (2011 Temmuz’u), Doğu Afrika’daki trajedi. Etopya’nın çöllerinde, ovalarında ve dağlarında, Cibuti’de, Somali ve Tarkana’da (Kuzey Kenya) 12 milyon insan mülteci. Beş yıldan bu yana yeterli ekin yapılamıyor. Toprak, beton gibi sert. Kurumuş su kuyularının yanında susuzluktan ölen Zebu sığırlarının, keçi, eşek ve develerin cesetleri yatıyor. Kadın, erkek ve çocuklardan yürüyecek gücü bulabilenler, BMÖ Yüksek Komiserliği’nin mülteciler ve göçe zorlananlar için açtığı kamplara gidiyorlar.

Örneğin Kenya toprakları üzerindeki Dadaad’a. Üç aydan beri orada 400 binden fazla insan balık istifi durumunda. Çoğunluğu, El-Kaide ile işbirliği içerisindeki kokunç Chebab milislerinin cehenneme döndürdüğü Güney Somali’den geliyor. Haziran ayından bu yana her gün 1.500 yeni mülteci sabah sisleri arasında peydah oluyor. Kampta uzun zamandır yer kalmadı. Dikenli tellerle donatılmış kapı kapalı. Kapının önünde BMÖ memurlar seleksiyon yapıyor: sadece yaşama ümidi olanlar içeri alınıyor.

Fazla zarar görmediyse küçük bir çocuğu yaşama döndürebilecek olan intravenöz terapik özel gıda için gerekli olan para yok.

Para, hiç yok. Acil insanî yardımı sağlayacak olan Dünya Beslenme Programı bu yılın 1 Temmuz’unda üyesi olan devletlerden 180 milyon Avro talep etti. Gelen ise sadece 62 milyon oldu. 2008’de olağan WFP (World-Food-Programı) bütçesi altı milyar Dolar’dı. 2011’de ise olağan yıllık bütçe sadece 2,8 milyar Dolar seviyesinde. Neden? Çünkü zengin ülkeler – özellikle AB üyesi devletler, ABD, Kanada ve Avusturalya – spekülasyon haydutlarını kurtarmak için kendi ülkelerindeki bankacı çapulculara binlerce milyar Avro ve Dolar ödemek zorunda kaldıklarından. Böyle olunca Acil İnsanî Yardım ve (olağan Gelişme Yardımı) için pratikte para kalmadı ve kalmıyor da.

Hedge fonları ve diğer büyük spekülatörler, malî piyasaların çökmesi nedeniyle ziraî hammadde borsalarına (Chicago Commodity Stock Exchange v.b. gibi) girdiler. Çeşitli işlemlerle temel gıda maddeleri fiyatlarını astronomik seviyelere çıkardılar.
Bugün bir ton tahıl dünya piyasalarında 270,00 Avro tutuyor. Bir yıl önce fiyatı bunun tam yarısıydı. Pirincin fiyatı yüzde 110 arttı. Mısır ise yüzde 63.
Bunun sonucu ne oldu? Ne Etopta, ne Somali, ne Cibuti ve ne Kenya gıda maddelerini depolayabildiler – felaketin gelmekte olduğu daha beş yıl önceden görülmesine rağmen.
Dahası: Doğu Afrika ülkeleri muazzam yurtdışı borçlanması altında ezilmekteler. Alt yapı yatırımları için paraları yok. Afrika’da, Sahra [Çölü’nün] güneyinde ekin ekilebilecek arazilerin sadece yüzde 3,8’i sulanabilmektedir. Wollo’da, Etopya yaylasındakı Tigray ve Shoa’da, Kuzey Kenya ve Somali’de bu oran daha da az. Kuraklık, engel görmeden öldürmeye devam ediyor. Bu sefer onbinlerce insanı daha öldürecek.

Dünyanın bir çok güzel ve zengini, büyük bankaların ve tekellerin şefleri Salzburg’da bir araya geliyorlar. Yamyamî dünya düzeninin nedeni ve efendileri onlardır.

Hülyam nedir? Müzik, tiyatro, şiir – kısacası sanat, insanları kendi varlıklarının ötesine taşır. Sanatın, analitik usun sahip olamadığı silahları vardır: dinleyicinin, seyircinin en derinine girer, egoizmin, yabancılaşma ve uzaklaşmanın en kalın duvarlarını deler. İnsanı içerisinde yakalar, tahmin dahi edilemeyen duygulara neden olur. Ve birden bire kibrin duvarı yıkılır. Neoliberal kâr deliliği tuzla buz olur.

Realite, ölen çocuklar bilince çıkar.

Salzburg’da mucize gerçekleşir: Dünyanın efendileri uyanır, vicdan ayaklanır!
Ama korkmayın, bu mucize Salzburg’da gerçekleşmeyecek!

Uyandım. Rüyam, bu denli gerçek dışı olamazdı. Sermaye her zaman ve her yerde ve her dönemde sanattan daha güçlüdür. Noam Chomsky tekelleri »ölümsüz kişiler« diye tanımlıyor. Geçen yıl – Dünya Bankası istatistiklerine göre – bütün sektörlerdeki en büyük 500 şirket, dünya GSH’nın, yani bir yılda dünya çapında üretilen zenginliklerin yüzde 52,8’ini kontrol ediyorlardı. Mutlak dizginsizleştirilen, toplumsal olarak kontrol edilemeyen kâr maksimizasyonu, onların stratejisidir. Şirketin başında hangi insanın durduğu önemli değil. Söz konusu olan o insanın duyguları, bilgisi, hissettikleri değildir. Söz konusu olan sermayenin yapısal şiddetidir. [Şirketin başındaki] bunu üretemezse, yönetim katından def edilir.

Sermaye birikiminin demir yasaları karşısında Beethoven ve Hofmannsthal dahi güçsüzdürler.

Théophile Gautier 19. Yüzyıl’ın ortalarında »L’art pour l’art« diye yazmış. Otonom, her türlü sosyal gerçeklikten koparılmış sanat tezi, güçlüleri kendi emosyonlarına ve olası düşünce değişikliğine karşı korur.

Umut, Mısır ve Suriye’den Bolivya’ya kadar güney yerküre halklarının mücadelesinde ve Batılı egemen devletlerde radikal muhalefetin sabırlı, ama zor inşasında yatıyor. Kısacası: devrimci karşı gücün aktif, yorulmaz, dayanışmacı, demokratik örgütlenmesinde.

Ölümden önce yaşam vardır. İnsanların barış, adalet, makuliyet ve özgürlük içerisinde, maddî zorluk olmadan birlikte yaşayacakları gün gelecektir.

Bertolt Brecht’in, aynı adı taşıyan dramasındaki Cesaret Ana, bu umudu çocuklarına şöyle anlatır:

»Gün gelecek, devran bizim için dönecektir,
Uzak değildir o gün.
O zaman biz, yani halk, büyük efendilerin
büyük savaşını sonlandıracağız.
Savaş ve ölüm danslarıyla tacirler,
sıradan insanın dünyasını ebediyen düşüreceklerdir.
O gün gelecektir.
Ne zaman geleceği ise,
senin ve benim yapacaklarıma bağlıdır.
Bu yüzden, her kim ki henüz bizimle yürümüyorsa,
hemen koyulmalıdır yola.«


Teşekkür ederim.