10 Şub 2012

Savaş tamtamlarının gürültüsü altında...

Hafta sıcak başladı, karakışa rağmen sıcak devam ediyor. BM Güvenlik Konseyi kararını veto eden Rusya ve Çin savaş tamtamlarının gürültüsü altına topa tutuluyor, kılıçlar bileniyor.

ABD, Şam büyükelçiliğini kapattı. Britanya, Fransa, İtalya ve Körfez Kooperasyon ülkeleri büyükelçilerini geri çağırdılar. Derken Almanya Perşembe günü 4 Suriyeli diplomatı »casusluk« gerekçesi ile sınırdışı etti. Körfez Kooperasyon ülkeleri bugün, Arap Ligi de yarın »Suriye Ulusal Konseyi«ni tek ve meşru Suriye yönetimi olarak tanıma kararını tartışacaklar. Bir adım ötesi, savaş ilânı – ama, yerse!

Çıkarılan gürültü hayli kafa karıştırıcı. Dezenformasyonun bini bir para. Suriye’den gelen haberlerin hangisi doğru, hangisi propaganda, ayırt etmek son derece güç. Böylesi bir hengame karşısında bir an duraksayıp, evrensel ilkelerin sarsılmaz tutarlılığına sarılıp, resmin bütününe bakmak yararlı olacak.

Soldan bakınca ilk görülen kuşkusuz Esad Rejimi’nin despotik bir diktatörlük ve rejime karşı yükseltilen demokrasi ve sosyal adalet isteklerinin son derece meşru ve haklı talepler olduğudur. Aynı şekilde dünyanın sicili bozuk hegemon güçleri ile onlarla işbirliği içindeki Arap gericiliğinin iki yüzlü ve manipülatif politikaları da berrak bir biçimde görülmekte.

ABD ve Türkiye başta olmak üzere NATO ülkeleri ve Arap gericiliği ta başından beri sorunun diplomasi ile değil, dış müdahale ile rejim değişikliğini sağlayarak çözülmesinden yana uğraş veriyorlar. BM de bu politikalara alet ediliyor: Örneğin Yemen’e farklı, Suriye’ye farklı davranarak, çifte standartı uluslararası »hukuk« düzeyine yükseltiyorlar. Batılı güçler, bölgedeki dengeleri kendi lehlerine değiştirmek için BM Şartı’nı ayaklar altına alıyorlar.

Diğer yandan doğrudan para ve silahla destekledikleri muhalefet güçleri – bilhassa Türkiye’de konuşlanan ve Suudî Arabistan ile Katar Emirliği’nin himayesi altındaki »Suriye Ulusal Konseyi« – sadece silahlı ayaklanmayı öncellediklerinden, Suriye’nin bütünlüğünü koruyacak demokratik dönüşüm olanaklarının da önünü tıkıyorlar.

BM Örgütü’nün yapması gerekeni, yani Suriyelilerin herhangi bir dış müdahale olmadan, özgür bir biçimde kendi geleceklerini kendilerinin tayin edebilmeleri için gerekli olan diplomatik girişimi ise Rusya ve Çin başlatıyorlar. Hangi gerekçe ile olursa olsun, Suriye’nin demokratik dönüşümü için BM Şartı’na uygun olarak atılacak her diplomatik adım, bu koşullar altında atılması gerekli olan en doğru adımdır.

Rusya’nın jeopolitik nedenlerle böylesi bir adım attığı da doğru. Ne de olsa Tartus Limanı’ndaki Rus Deniz Kuvvetleri Üssü ve yaklaşık 20 milyar Dolarlık yatırımlar, Rusya için küçümsenecek nedenler değil. Ama buna rağmen: Rusya’nın girişimi, Erdoğan Hükümeti’nin Sünnî grupları maddî ve askerî yardımla destekleyerek Suriye’nin mezhep çatışmasına girmesini teşvik eden politikalarından daha onurludur.

Unutulmamalıdır ki, İran’a karşı olası bir savaşı daha rahat yapabilmek ve bölgedeki dengeleri Batı lehine çevirmek için Suriye içi ihtilafları kaşıyanlar, ateşle oynamakta ve insanlığa karşı suç işlemektedirler. Suriye’nin iç ihtilaflarının yabancı güçlerce bölgedeki iktidar çıkarları için kullanılması, ne Suriye halklarının, ne de bölge halklarının yararınadır. Yabancı lejyonerlerle, İncirlik NATO üssünden sağlanan silahlarla ve Batı ile Körfez ülkelerinin paralarıyla gerçekleştirilecek olan bir »değişim«, Suriye’de belki Esad Rejimi’ni alaşağı edebilecektir, ama Suriyelilerin özlemini çektiği demokrasi ve sosyal adaleti sağlayan gerçek bir dönüşüme yol açmayacaktır.

Savaş tamtamlarının gürültüsü, Suriye’nin Libya olmadığı gerçeğini unutturmuş olabilir. Ama unutulmaması gereken, hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığıdır.

Peki, bu durumda biz ne yapmalıyız? Önce neyin ne olduğunu söylemeli, sonra da Foti Benlisoy’un bianet.org’da yazdığı gibi, »otoritarizmi ve emperyal müdahaleciliği aynı anda reddedip«, Suriyelilerin demokrasi ve sosyal adalet mücadelesini gerçek alternatif olarak desteklemeliyiz.

Türkiye soluna ve Kürt hareketine akıl verme ukalalığına girişecek değilim, ama öyle zannediyorum ki, Türkiye solu ve Kürt hareketinin herkesten önce ve herkesten çok yapması gereken tam olarak budur.