24 May 2012

Krizde sol, solda kriz

Bugünlerde DIE LINKE’den (Sol Parti) bahseden herkes bir konuda hemfikir: Sol Parti beş yıllık tarihinin en derin krizini yaşıyor. 2009’a kadar başarıdan başarıya koşan Sol Parti, 2009 Federal Parlamento Seçimleri’nden bu yana tüm Almanya’da güven kaybediyor.

Yaygın medyaya bakılırsa, Sol Parti’nin mezarı kazıldı bile – bir tek tabutunun çivileri eksik. Özellikle Oskar Lafontaine’in parti başkanlığına aday olmayacağını açıklamasıyla birlikte bu yorumlar arttı. SPD genel merkezinde ise büyük bir memnuniyet hakim.

Sahiden sol bitti mi? Sol Parti parçalanmak ve yok olmak üzere mi? Yoksa, eski bir Alman halk deyişinde denildiği gibi, »öldüğü iddia edilenler, uzun yaşar« mı?

Sol Parti’nin ciddî bir kriz içerisinde olduğu kuşku götürmez. Ancak bu krizi salt »partinin« krizi olarak görmek, son derece yanlış olacak. Çünkü asıl sorun sadece Sol Parti’nin değil, örgütsel ve parlamenter ifadesi olduğu Almanya sol hareketinin zayıflığıdır.

Elbette bu tespit, Almanya solunun en önemli siyasî formasyonu olarak Sol Parti’nin günâhsız olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, parti 2005’de birleşme sürecini tetikleyen parlamenter başarıyı parlamento dışında, işletmelerde, mahallelerde ve farklı toplumsal kesimler arasında kökleşmek için kullanamadı. Parlamento dışında etkin bir toplumsal muhalefeti örme becerisini gösteremedi ve parti içindeki akımlar, birlikte – eleştirel bir ortaklıkla – hareket etmek yerine, yan yana var olup, birbirlerinin kuyusunu kazmayı yeğlediler. Dahası, partinin asıl siyaset merkezi ve aracı olarak, hiyerarşileri yataylaştırıp, solun demokratikleşmesine ve geniş kesimlerin siyasete katılmasına katkı sunulması yerine, parlamento grupları »karar merciî« hâline geldi ve yerel parti örgütleri »seçim bürolarına« indirgendiler.

Partinin günâhları işin bir yanı. Ama kanımca asıl belirleyici olan Almanya toplumsal ve politik solunun bütünsel zayıflığıdır. »Parti başkanı kim olacak« yönündeki tartışmaların kişiselleştirilmesi de bu zayıflığın bir ifadesinden başka bir şey değil.

Solun bütünsel zayıflığının bence iki temel nedeni var: Birincisi, Almanya’nın çeper değil, merkez ülke olmasıdır. Avrupa’nın çeperinde borç krizi ile boğuşan ülkelerde neoliberal soygun politikalarına karşı toplumsal protestolar had safhaya ulaşırken, merkezde yaprak kımıldamıyor. Almanya egemenleri, işçi sınıfının çekirdek kesimlerini primler ve mücadele etmeden verdiği toplu iş sözleşmeleriyle susturmasını başardı. Daha bir-iki yıl öncesinde yüzde 2-2,5 ücret artışını ancak grev tehditleri sonrasında veren Alman sermayesinin, örneğin en son metal iş kolunda bir günlük görüşme ile 13 aylığına yüzde 4,3 ile son yılların en yüksek ücret artışını kabul etmesi ve otomotiv sektöründe işletmelerdeki çekirdek kadrolara »kendiliğinden« 6-8 bin Avro’luk primler verilmesi, boşuna değil.

İkincisi, muhalefetteki sosyaldemokrasinin siyasî söylemini »sol« retorik ile besleyerek, toplumsal muhalefet güçlerinden bazılarını, özellikle SPDli yöneticilerin elinde olan sendikaları yanına çekmesidir. Bu »sol« retorik, SPD ve Yeşiller’in neoliberal cephe içerisinde yer almalarına ve Schröder Dönemi’nin yoksullaştırma politikalarına sahip çıkmalarına rağmen, yaygın medyanın desteği ve sermayenin verdiği »kırıntılar« sayesinde geniş kesimler üzerinde etkili oldu ve olmaya devam ediyor.

Sol Parti’nin bu retoriğe gereken yanıtı vermemesi, hatta partideki reform sosyalistlerinin Erfurt Programı’nı sorgulayarak, SPD ve Yeşiller ile ortaklık araması, Sol Parti’nin asıl seçmen grubu olan emekçi ve yoksul kitlelerin önemli bir kesiminin artan bir sayıda seçim sandıklarından uzak kalmasıyla birleşince, solun ve partinin krizi derinleşti.

Geniş kitleler üzerinde etkin bir hatip olan Oskar Lafontaine’in geri çekilmesi elbette bir kayıp, ama sonun habercisi değil. Aynı zamanda, soldaki krizi aşmak için bir fırsat.

2-3 Haziran 2012’de yapılacak olan Göttingen Kurultayı, partinin içinde bulunduğu krizi bir fırsata dönüştürebilir. Başarısızlıktan çıkışı, programatik içeriklerinden vazgeçip, sosyaldemokratlaşmada arayan bir partiye ihtiyaç yok. Ama neoliberal cepheye karşı toplumsal direnişi örecek, kararlı bir şekilde barışı ve demokratikleşmeyi savunacak, emperyalist talandan kırıntı kopartmak yerine, Almanya sermayesinin kanını emdiği halkların yanında duracak ve içinde yeşerdiği sınıfın çıkarlarını siyasetine temel alacak bir Sol Parti’ye her zamankinden fazla ihtiyaç var.
Bu ihtiyacı karşılamak, kurultay delegelerinin elinde...