3 Oca 2013

Neofaşizm yasakla engellenebilir mi?



»Nasyonalsosyalist Yeraltı« (NSU) adlı cinayet şebekesinin tesadüfen ortaya çıkmasının ardından başlayan tartışmalar, neofaşist NPD’nin yasaklanması çabalarıyla devam ediyor. Kimi eyalet hükümeti Anayasa Mahkemesi’nden yasaklama kararını çıkartmak için adım atarken, kimileri NPD ile »siyaseten« mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor.

Gündemi işgal eden bu tartışmaların kamuoyu görüşünü manipule etmeye yarayan sis bombaları olduğunu düşünmek için yeterince neden var. Öncelikle, faşizmin bir görüş değil, suç olduğu konsensüsünden hareketle, asıl sorunun neofaşizmle nasıl mücadele edileceği olduğunu vurgulamak gerekiyor. NPD ve benzeri parti ve örgütlerin faaliyetlerinin yasaklanması için yeni yasalara gerek yok: Bonn Temel Yasası, »demokratik konsensüs« ve yürürlükteki ceza yasası yeterli. Bunun için önce Anayasayı Koruma Teşkilatı ajanlarını geri çekmelidir.
Bu işin bir yanı. Diğer soru şu: Doğu eyaletlerinde ortalama yüzde 4, Batı da ise yüzde 0,7 ile yüzde 2,1 oranında oy alan, son Federal Seçimlerde yüzde 1,5 oranını aşamayan NPD neden şimdi yasaklanmak isteniyor? Bazıları NPD’nin ajanlar çekilmeden yasaklanamayacağını ve mahkemenin red kararının NPD’ye yeni bir meşruiyet kazandıracağını iddia ediyor. Bu mümkün.
Kanımca nedenlerden bir tanesi de Alman devletinin »suç üstü« yakalanmış olmasının üstünü örtmek. NSU cinayet şebekesi devletin gizli servislerinin desteği olmadan 10 yıl boyunca aktif olamazdı. Bu noktada altı çizilmesi gereken gerçek, neofaşist cinayetlerin asıl suçlusunun doğrudan Alman devleti olmasıdır.
NPD ve benzeri neofaşist suç örgütlerinin güçlenmesinde Alman devletinin politikaları da birinci derecede sorumludur. Kurumsallaştırılan ırkçı politikalar, sosyal-ırkçı tezler, sosyal hakların etnikleştirilmesi, göçmen ve mültecilerin çoğunluk toplumuna »günah keçileri« olarak gösterilmeleri, göçmenlerin eşit haklardan mahrum tutulması ve Alman milliyetçiliğini körükleyen resmî söylem, sosyal devletin yıkılmasından ve küresel krizlerden etkilenen çoğunluk toplumundaki yabancı düşmanı, ırkçı ve refah şövenisti yaklaşımları kökleştirdi. Bundan faydalananlar ise neofaşistler ve diğer yabancı düşmanı aşırı sağcı gruplar oldu.
Bu açıdan altı çizilmesi gereken bir diğer nokta da, asıl korkutucu olanın toplum çeperinde yerleşik, ama çoğunluk olma şansından (şimdilik) uzak neofaşizm değil, toplumun merkezinde kökleşmiş olan ırkçılık ve refah şövenizminin olduğudur. Yapılan son anketler, Alman toplumunun yüzde 25,1’nin yabancı düşmanı, yüzde dokuzunun da ırkçı olduğunu göstermektedir.
Bu gelişme kendiliğinden olmadı elbette. Neofaşizm, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı burjuva toplumlarının bir hastalığı değil, bizzat kapitalizmin bir gereğidir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığının temelinde egemen iktidar ve mülkiyet ilişkileri durmaktadır. Neofaşizm, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı aynı zamanda birer egemenlik araçlarıdır. Toplumun neoliberal dönüşümünün ve militarist politikaların gerçekleştirilmesi, burjuva demokrasisinin içinin boşaltılması ve emperyalist politikaların gerekçelendirilmesi için kullanılmakta ve bu politikalara karşı geliştirilebilecek olan toplumsal direniş mekanizmaları, emekçilerin ve emek hareketinin parçalanmasıyla asgarî düzeye indirilebilmektedir. Almanya’daki sendikal hareketin, demokratik kurumların ve daha da önemlisi, Alman işçi sınıfının neofaşist hareketlere karşı bu denli etkisiz kalmasının temel nedeni bu egemenlik araçlarının etkinliğidir. Kısacası; neofaşizmin kökü parti yasaklamalarıyla değil, sistemde köklü değişimlerle kazınabilecektir.