17 May 2013

Reyhanlı ve Suriye kumarı


Reyhanlı’daki korkunç saldırı, savaşın vahşetini, sınır tanımadığını ve güncel barış sürecinin kırılganlığını göstermekle birlikte, maskelerin düşüp, gerçek yüzlerin açığa çıkmasını da sağladı. Yanmış, parçalanmış bedenler karşısında ıstırap duymadan, »siyasetin maliyetinden« bahsedenleri, tuzu kuruların senaryolarını görünce, Susan Sontag’ın »Başkalarının acılarına bakmak« adlı eserini yazarken neler hissettiğini daha iyi anlayabiliyoruz.

Foti Benlisoy Reyhanlı sonrasında almamız gereken tavrı çok net ifade etti. Anımsatmak için tekrarlayalım: 1. Savaş kışkırtıcılığına izin vermeyelim; 2. AKP’nin politikalarını teşhir edelim; 3. »Düşmanımın düşmanı dostumdur« tutumundan uzak duralım; 4. Suriye’deki solcularla dayanışma içinde olalım ve nihâyetinde 5. Göçmen karşıtlığına asla izin vermeyelim. Savaşa karşı, insandan yana olmanın çerçevesidir bu.
Peki, Reyhanlı’nın ardından nasıl bir analiz yapmalıyız? Kanımızca asıl sorun Reyhanlı’yı »kimin« yaptırdığı değil, ki benzeri saldırıların daha şiddetli bir biçimde tekerrür etmesi muhtemel, Reyhanlı’yı olanaklı kılan nedenler ve bundan sonraki gelişmelerdir. Öyle ya da böyle, Suriye şimdiden Türkiye’nin yakın geleceğini belirleyen önemli bir faktör haline gelmiştir.
Esad Rejiminin umulduğu gibi hemen yıkılmaması, islamist terör gruplarının giderek daha çok etkinleşmesi, ihtilafın uluslararası ve bölgesel boyutu ve çözümsüzlüğün derinleşmesi, emperyalist blokta çelişkilere yol açtığını görüyoruz. Suriye’nin Libya olmadığı gerçeği, müdahale stratejileri üzerine tartışmaları kızıştırıyor.
Örneğin Almanya son derece tereddütlü davranıyor. Dışişleri Bakanı Westerwelle, »Suriye’deki savaşın komşu ülkelere yayılıp, müttefikimiz İsrail için tehdit oluşturmasını engellemeliyiz« diyor. Almanya, Türkiye’nin Suriye politikasını »fazlaca sorunlu« buluyor. Hükümet çevrelerinden, »Erdoğan kumar oynadı ve kaybetti« eleştirisi duyuluyor.
Buna karşın İsrail’in eski Almanya büyükelçisi ve Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü üyesi Shimon Stein, Türkiye’yi destekliyor ve »Batının silah ambargosunu kaldırarak, muhalefeti silahlandırmasını« talep ediyor. Stein, »Batının çıkarları, Esad’ın alaşağı edilmesini gerektiriyor« diyor.
Görüldüğü kadarıyla 40 yıl boyunca en güvenli sınırı olan İsrail-Suriye sınırı, İsrail’in Esad Rejiminin ayakta kalmasını istemesi için yeterli bir neden değil. Stein, İsrail’in çıkarını şöyle açıklıyor: »Tam tersine, Esad Rejiminin sonu, Suriye-İran ittifakının da sonudur ve dolayısıyla terör örgütü Hizbullah’ın zayıflamasına, böylece stratejik rahatlamaya neden olacaktır«.
İsrail, Almanya’nın çekimser tavrını eleştirirken, aynı zamanda favorize ettiği bir »opsiyonu« öneriyor: Silah ambargosunun kaldırılması, uçuşa yasak bölgelerin oluşturulması ve »muhaliflere« havadan destek verilmesi. Bu »opsiyon«, Kuzey Suriye’de bir »tampon bölge« oluşturulmasının önkoşuludur.
Silah ambargosunun kaldırılmasının ne anlama geldiğini ise Alman FAZ gazetesinde okuyoruz. FAZ, »Esad karşıtlarına silah tedarikini Türk gizli servisi MİT koordine ediyor. Suriye-Türkiye sınırındaki ›sıfır noktalarına‹ hafif silahlar naklediliyor. (...) Ama muhalifler hafif silahları Suriye ordusundan da alabiliyorlar. Önemli olan hava savunma sistemlerinin teslim edilmesidir« tespitini yapıyor ve Türkiye’nin »subaylarını gönderip, muhaliflere profesyonel askerî önderlik« sağlaması gerektiğini belirtiyor.
Erdoğan’ın Obama ile ne konuştuğunu bilemiyoruz, ancak Erdoğan’ın şimdiye kadar yaptığı açıklamalardan hareket ederek, ABD’nin Suriye’deki »angajmanını« artırmasını ve Türkiye’nin elini kolaylaştırmasını istediği kuvvetle olası. Netanyahu’nun S-300 roketlerinin ithalini engellemek için yaptığı Rusya ziyaretini ve kısa süre önceki Obama-Cameron buluşmasını bu bağlamda ele alırsak, İsrail’in önerdiği opsiyonun en »gerçekçi« senaryo olduğu sonucuna varabiliriz. Ama bu da Türkiye’nin doğrudan savaşan taraf hâline gelmesi anlamına gelecektir.
Reyhanlı bu nedenle önemli bir noktayı da açığa çıkarttı: Kürt sorununun çözüm süreci, ülkenin demokratikleşmesi ve Suriye iç savaşı birbirlerini etkileyen ve iç içe geçmiş faktörler bütünü hâline geldiler. Bu gerçeği görmeyen her analiz eksik kalacaktır.