Mısır ile ilgili tartışmalarda fazlasıyla kafa
karışıklığı hakim. Bu, dünya çapında sol cenah için de geçerli. Halbuki
Mısır’daki aktörleri burjuva demokrasilerinin en temel değerleri çerçevesinde
ve küresel siyasetler bağlamında değerlendirmek, analiz yapmayı
kolaylaştıracak.
Her şeyden önce ordu darbesine karşı çıkmak
gerekiyor. Ancak bu karşı çıkış salt son haftalardan ibaret olursa, güdük
kalacak. Çünkü darbe, Mübarek’in alaşağı edilmesiyle başladı ve hâlâ devam
ediyor. Daha doğrusu Mısır’daki halk kalkışmasının eski rejimi aşamamış
olduğunu ve egemen sınıfın saltanatını sarsamadığını söylemek yanlış olmaz.
Hatta daha da ileri giderek, eski rejimin bir
restorasyon dönemini başlatmış olduğunu söyleyebiliriz. Rejim iki buçuk yıl
boyunca perde arkasından hem Müslüman Kardeşleri, hem de halk kalkışmasının
sözcülüğüne soyunan »Temerrüd Hareketini« kendi çıkarları için kullandı.
Müslüman Kardeşler, bütün neoliberal-islamist hareketler gibi, demokrasi
sınavında sınıfta kaldılar. Ama aynısını seküler kesim için de söylemek
gerekir, çünkü bu kesim hem meşruiyeti meçhul seçimlerin yapılmasını onayladı,
hem de, seçim sonuçlarını »beğenmeyerek«, seçilmiş bir başkanın darbeyle
alaşağı edilmesini alkışladı. Mısır’daki halk kalkışmasının demokratik bir
alternatifi yaratamamış olması, rejimin kendisini konsolide edebilmesini teşvik
etti.
Aslına bakılırsa, genel olarak »Arap Baharı« daha
başından emperyalist güçlerin manipülasyonuna ve etkisine maruz kaldı. Arap
dünyasındaki kalkışmaları »devrim« diye nitelendirenler bu gerçeğe gözlerini
kapadılar ve hâlâ da kapamaya devam ediyorlar. Mısır ekonomisinin yüzde 40’ını
kontrol eden üniformalı kapitalistler, emperyalist güçlerin desteği olmaksızın,
ne kalkışmayı çıkarlarına kullanabilir, ne de restorasyon dönemini
başlatamazdılar.
Arap dünyasını iyi tanıyan gazeteci Knut
Mellenthin’in verdiği bilgiler, Mısır’ın kan gölüne dönmesine rağmen, bu
desteğin ne denli güçlü bir biçimde devam ettiğini kanıtlıyor. ABD, İsrail,
Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri general Sisi ve çetesini
milyarlarla desteklemeyi sürdürüyorlar.
Batı basınında katliamlar nedeniyle Mısır
yönetimine sert eleştirilerin getirilmesi, ABD’nin ortak askerî manevrayı
ertelemesi ve AB’nin yardımları dondurması kimseyi aldatmasın: ABD yönetimi bu
yıl içerisinde Mısır’a 1,23 milyar Dolar verileceğini daha yeni açıkladı.
Aslında bu hibe Mısır’a değil, Mısır ordusuna silah satan tekellere verilecek.
Yani hibenin kesilmesi Mısır ordusuna değil, ABD’li tekellere zarar verir ve bu
nedenle Obama’nın yardımı durdurması olası değil. Kaldı ki ABD’li General
Electric tekeli daha dün Mısır ordusunun savaş uçaklarını teknik yenileme
ihalesini kazandı. Ha, ihaleyi açan Mısır değil, ABD ordusu!
Diğer yandan İsrail, Mısır ordusunun Gazze’ye
yönelik yaptırımlardaki işbirliği nedeniyle siyasî desteğini sürdürürken, Arap
despotları keselerinin ağızlarını sonuna kadar açmış durumdalar. Sonuç itibariyle
hiddetli bakışları salt Sisi ve çetesine çevirmek, asıl resmi görmeyi
engelleyecektir.
Peki, barış ve demokrasi güçleri olarak bizlerin
Mısır örneğinden çıkaracağımız dersler nedir? Bir kere uzlaşmaz kutuplara
bölünmüş bir ülkede geleceğin ancak geniş bir toplumsal mutabakat ile
şekillendirilebileceğini öğrenmek zorundayız. Yani uzlaşmazlığın en geniş
demokrasi ve özgürlüklerin sağlanması ile aşılmasına çabalamak göreviyle karşı
karşıyayız. Bu görevin üstesinden ancak radikal anlamında demokratik ve geniş
bir toplumsal ittifak gelebilir. İkincisi, sosyal adalet, hukukun üstünlüğü,
kuvvetler ayrılığı, en geniş fikir ve basın özgürlüğü ve eşitlik olmaksızın,
demokrasinin olanaklı olamayacağını. Bunun içinse en başta aileden başlayarak,
toplumun, siyasetin, ekonomik yaşamın ve siyaset araçları olarak partilerin,
kurumların, örgütlerin ve devlet aparatının demokratikleştirilmesi gerektiğini.
Ve üçüncüsü, ki en önemlisi, halk kitlelerinin bu uğurda vereceği demokratik
mücadelenin örülmesini.
Sıcak geçmesi beklenen Türkiye sonbaharının
aktörleri Mısır’dan çok şey öğrenebilirler. »İstifa« denmesiyle hiç bir
hükümetin istifa etmeyeceğini, siyaset ve iktidar değişikliğinin güçlü,
birleşik ve demokratik bir alternatif olmaksızın gerçekleştirilemeyeceğini ve
böylesi bir alternatifin örgüt egoizmlerinden kurtulmadan oluşturulamayacağını.
Türkiye sonbaharının demokrasiye gebe kalması, barış ve demokrasi güçlerinin
elinde. Bunu görebilmeleri umuduyla...