Okur diyecektir ki, »bir MHP’liden başka ne
beklenir» diye. Doğru, ancak bu örnekte ortaya çıkan anlayış sadece aşırı
milliyetçi bir partinin değil, bir devletin aklıdır. Aynı zamanda bir egemenlik
aracının ifadesidir.
Ama bu egemenlik aracı sadece Kürt halkı üzerinde
baskı kurmak için değil, sömürü düzeninin sürekliliğini güvence altına almak
için Türk çoğunluk toplumuna takılmış bir prangadır. Anadilini korumak,
kullanmak ve geliştirmek isteyen Kürt halkının »bölücü«, »terörist«, »verilenle
yetinmeyen hainler« olduğuna çoğunluk toplumu ikna olduğu müddetçe, sömürünün,
toplumsal, ekonomik ve siyasî sorunların asıl nedenlerini sorgulamak kimsenin
aklına gelmez. Toplumun köklerine yerleştirilen ırkçılık ve milliyetçilik
virüsü de işin cabası.
Neoliberal-islamist iktidar, bizzat başbakanın
açıkladığı »paket« ile, (Yalçın Akdoğan’ın deyimiyle) »halka hak ettiğini
fazlasıyla verdiklerini« iddia ediyor. Eleştirel kamuoyunun ve bilhassa Kürt
halkının bu laflara karnının tok olduğunu öğrenememişler hâlâ.
Aynı hükümet örneğin Almanya’da Türkiye kökenli
göçmenlerin anadillerinde, yani Türkçe ders görebilmeleri, Türkçe kreş
hizmetlerinin verilmesi, Türkçe’nin Alman liselerinde İngilizce, Fransızca veya
İspanyolca gibi eşit değerde yabancı dil olarak okutulması için lobi
çalışmaları yapıyor, Alman hükümetinden bunları talep ediyor. Doğru bir iş
yapıyor, ama kendi ev ödevlerini yapmadığından inandırıcı olamıyor.
Göçmen örgütleri de yıllardan beri benzer
talepleri yükseltiyorlar. Göçmenlerin topu topu 60 yıldır Almanya’da
olduklarını söyleyen Alman hükümetleri buna rağmen – hiç yeterli olmasa da –
anadil öğrenimi konusuna belirli adımlar attılar. Çünkü istemeseler de, bir
toplumsal sorunla karşı karşıya kaldıklarının bilincindeydiler.
Peki, Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında binlerce
yıldır yaşayan kadim Kürt halkı, Almanya’daki Türkiyelilerin elde ettikleri
haklardan daha azı ile mi yetinsinler? Bu kadar gerici, bu denli faşizan bir
anlayış olabilir mi?
Neoliberal-islamistler Kürt Sorunu olarak
adlandırılan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden bu yana giderek
derinleşen bir toplumsal sorunu Şark kurnazlığı ile »çözebileceğine«, daha
doğru bir deyimle, hâlâ egemenlik aracı olarak kullanabileceklerine
inanıyorlarsa, fena yanılıyorlar.
Bu kadim sorunun çözümünün anahtarı, anadil
hakkının nihâyet kabul görmesidir. »Yabancı dil« diyerek veya işi özel okullara
devrederek bu sorunun üstesinden gelinemeyeceği açık.
Ama hâlâ anlamayanlar olduğu için açık açık Türkçe
yazalım: Anadil hakkı, kamusal eğitimin kalıcı sütunu olmadığı, devletin kamu
bütçesinden ayıracağı yeterli bütçelerle her anadile her isteyenin engelsiz
ulaşımını olanaklı kılmadığı, anadillerin korunması, kullanılması ve
gelişmeleri için gerekli yatırımları yapmadığı, belediye ve devlet
hizmetlerinden herkesin kendi anadilinde faydalanabilmesini sağlamadığı
müddetçe, hak olarak tanınmış sayılmaz.
Dahası, Türkiye Cumhuriyeti gibi bu denli fazla
milliyetin ve anadilin yaşadığı coğrafyalarda bir »resmî dil« olacaksa, o da
herkesin katılımıyla alınacak bir karar sonucunda gerçek meşruiyetine
kavuşacaktır. Asıl meşru olan »tek dil« değil, anadillerin eşitliğidir.
Anladınız değil mi? Bu yüzden: anadil hakkı,
devletin, egemenlerin »hak edenlere« gösterecekleri bir »teveccüh« değil, her
insanın doğuştan sahip olduğu ve devletlerin kullanımını olanaklı kılmakla
yükümlü oldukları bir haktır. Ne azı, ne de fazlası!