19 Eyl 2014

Anımsatarak başlayalım...

Uzunca bir aradan sonra köşe yazılarına yeniden başlamak pek kolay değilmiş. Bilhassa bu köşeye konu olan gelişmelerin dünya gündemini böylesine işgal ettiği dönemlerde: Suriye ve Irak’taki gelişmeler, emperyalist güçlerin stratejileri, Türkiye’nin tutumu, Kürtler ve Şengal, NATO Zirvesi, Avrupa’da yeniden gündeme gelen bölgesel bağımsızlık tartışmaları, Almanya’nın patronajı altındaki AB stratejileri, Ukrayna krizi, Çin-Hindistan ilişkileri ve bunların Pasifik bölgesine etkileri vs. saymakla bitecek gibi değil.

O nedenle temel bazı noktaları anımsatarak başlamak yararlı olacak. Öncelikle tüm saydığımız ve saymadığımız uluslararası gelişmelerin arka planına değinmek gerekli, çünkü tüm bunların emperyalist güçlerin uzun vadeli stratejileriyle alakası var. Önceki yazılarımızda kısmen değindik, ama kısaca emperyalist güçlerin stratejilerini belirleyen üç temel noktaya yeniden değinelim.
Birincisi, hiç kuşkusuz »Wolfowitz Doktrini« olarak tanınan ve bugün ABD’nin devlet aklı hâline gelmiş olan »Savunma Planlama Talimatıdır«. Dick Cheney ve Paul Wolfowitz’in 1990lı yılların başında kaleme aldıkları doktrinin ana fikri şudur: »ABD ve dolayısıyla transatlantik ortaklığın öncelikli görevi, kaynakları sayesinde büyük bir güç olabilecek her ülkeyi engellemektir«. İşte bu doktrin örneğin »Full Spectrum Dominance« yaklaşımı temelinde stratejik rakip Rusya’nın NATO üyesi ülkelerle çerçevelenmek istenmesinin, 2008 Kafkasya Savaşının, sözüm ona »Portakal Devriminin«, güncel Ukrayna krizinin ve diğer stratejik rakip Çin’in kuşatma altına alınma çabalarının arka planını açıklamaktadır.
İkinci temel nokta, enerji nakliyatının ve serbest (!) dünya ticaretinin güvence altına alınması hedefidir. Yani fosil enerji ve hammadde kaynaklarına serbest ulaşım ve bunların nakliyat yollarının siyasî, ekonomik ve askerî açıdan güvence altına alınması ile dünya piyasalarına serbest ulaşım ve uluslararası malî piyasaların dokunulmazlığıyla sermaye birikiminin sürdürülebilirliğinin sağlanması hedeflenmektedir. BM hukukuna aykırı müdahale savaşlarının, işgallerin, rejim değişikliklerinin, küresel ihtilaf yönetimlerinin, DAİŞ gibi vahşi terör şebekelerinin desteklenmesinin ve adına resmen »Üçüncü Dünya Savaşı« denmeyen fiili bir dünya savaşının yaşanıyor olmasının asıl nedeni burada yatmaktadır.
Üçüncüsü, emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin azaltılması ve görev/masraf/risk paylaşımının sağlanması hedeflenmektedir. Bunun için eşik ülkeleri küresel stratejilere koopte edilmekte, NATO taşeronlukları dağıtılmakta, ulus devlet ötesi kurumlar meşrulaştırılarak karar mekanizmaları ulusal parlamentoların kontrolünden alınmakta ve aynı zamanda özellikle merkez kapitalist ülkelerdeki toplumsal direnç mekanizmalarını kıracak tedbirler geliştirilmektedir. G 20 zirveleri, TTIP benzeri neoliberal antlaşmalar, AB kurumlarının dönüşümü, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslarası finans kurumlarının güçlendirilmesi, yeni NATO stratejileri, Avrupa’da sağ popülizmin egemenlik aracına dönüştürülmesi, otoriter demokrasilere tahammül ve IHA’lı, yüksek teknoloji destekli savaşlar buna örnek gösterilebilir.
Kanımızca bu üç temel nokta yerküremizdeki bütün ihtilafların ana nedenlerini göz önüne sermektedir. Bu arka plandan ve ezilenler ile sömürülenlerin perspektifinden bakınca, yerel ve küresel tüm gelişmelerin gerçeğe yakın okumasını yapmak olanaklıdır.
Ama tüm bu gelişmeler çerçevesinde anımsamamız gereken başka bir gerçek daha var: o da, ezilenler ve sömürülenlerin kurtuluşu için silahlı mücadelenin artık gereksiz olduğu iddialarının çürüdüğüdür. HPG ve YPG güçlerinin Şengal’de yaptıkları, bunu kanıtlamaktadır. Ve son anımsatmayı da bize »ırkçılık« yaftasını yakıştıran milliyetçilere yapalım: Sosyalistler ve komünistler dünyayı her zaman ezilenler ve sömürülenlerin perspektifinden incelerler. Her şey, ezilenlerin ve sömürülenlerin yararına mıdır sorusuyla ele alınır. Bu nedenle baldırı çıplakların yararına olmadığına inandığımız burjuva milliyetçiliği bundan sonra da eleştiri oklarımızın hedefi olacaktır. Bu iyi biline ki, laf salatasına gerek kalmasın. Tekrar merhaba.