19 Ara 2014

»Aman petrol, canım petrol...«

Petrol kaynakları ve petrol üretiminin yol açtığı jeostratejik sorunlar üzerine
Petrol fiyatlarının düşüşü ile bağlantılı olarak burjuva medyasında yürütülen tartışmalar, uzmanlar arasında bilinen, ama kamuoyunda pek tanınmayan kimi verilerin gazete sayfalarında yer bulmasına neden oluyor. Bir çok detayın okunabildiği bu verilerde enerji kaynaklarının ve enerji taşıyıcılarının nakliyat yollarının kontrol altında tutulması için geliştirilen küresel stratejileri farklı açılardan okumak için çok sayıda ipucu bulunuyor.

Enerji kaynaklarına yönelik stratejiler, Ortadoğu gibi dünyanın en büyük rezervlerinin bulunduğu bir coğrafyada, bir örümcek misali enerji nakil hatları ağlarının üstünde konumlanan Türkiye açısından son derece önemli. Bu stratejileri dikkate almadan Türkiye üzerine analiz geliştirmek olanaksız, çünkü iç ve dış politika, ekonomik ve toplumsal gelişmeler bu küresel stratejiler ile birebir bağlantılı. Bu açıdan, okuduğunuz bu makale ile »Sığ sularda manevra çabaları« başlıklı ve AKP hükümetinin dış politikasının arka planını ele alan makalemizi peş peşe okumanızı salık vermek isteriz.
Konumuza dönelim: Almanya’da yayımlanan muhafazakâr Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) 16 ralık 2014 tarihinde »Petrol zengini yoksul ülke« biçiminde Türkçeye çevrilebilecek başlık altında Venezuela’nın düşük petrol fiyatları nedeniyle içine düştüğü zor durum hakkında bir makale yayınlamıştı. Makalede, tabii ki son derece taraflı bir biçimde, Venezuela hükümetinin panik içinde olduğu ve muhtemelen 2015 Mart’ında – geri ödenmesi gereken 1,07 milyar Euro’luk borç nedeniyle – iflasını ilân edeceği vurgulanıyor.
Aslında makalede ilgimizi çeken mesele, gazetenin tarafgir yorumları değil, başlıkta yer alan tespitti: »Petrol zengini yoksul ülke«. Venezuela teyit edilmiş 298 milyar varil rezervi ile dünyanın en büyük petrol kaynaklarına sahip. Peki, nasıl oluyor da, böylesine zengin kaynakları olan bir ülke iflasın eşiğine gelebiliyor? İşte asıl soru budur.
Rezerv-üretim orantısızlığı
Bu ve başta Rusya olmak üzere, çeşitli petrol üreticisi ülke için de geçerli olan benzer soruların yanıtlarını bulmak için, petrol kaynaklarını ve üretim oranlarını yakından irdelemek gerekiyor.
Uzman olduğunu iddia eden kesimler on yıllardır petrol gibi fosil enerji kaynaklarının tükeneceğine ve »en fazla 40 yıl içinde enerji darboğazı oluşacağına« dikkat çekiyorlar. Bu kötümser tespitin fazlaca yüzeysel olduğunu belirtmemiz gerekir, çünkü bu genellemeci yaklaşım »petrol farklılıklarını«, yani üretimi ucuz veya pahalı olan petrol türlerinin farklarını dikkate almıyor. Bilim insanları petrol rezervleri konusunda doğru öngörülerde bulunabilmek için, en başta yoğunlukları, viskositeleri (yapışkanlıkları) ve üretim şekli farklı olan petrol türlerini karşılaştırmak gerektiğini belirtiyorlar. Teknolojik gelişme sayesinde petrol türlerinde de değişiklikler oluyor. Günümüzde, eskisi gibi kuyu kazarak ulaşılamayan »katranlı kumlar« veya »kaya petrolü« gibi kaynaklardan petrol çıkartılabilmektedir. Örneğin ABD son yıllarda »Fracking« tekniği ile petrol üreticisi ülkeler arasında ilk sıralara çıkabilmiştir (Bu tekniğin doğa için son derece zararlı olduğu biliniyor, ama konumuz bu değil).
Ancak teknolojik gelişmenin bir diğer sonucu da, önceden ulaşılamayan kaynakları ulaşılabilir kılmak için uygulanan işlemler temelinde bir varil (159 litre) başına harcanan paranın, konvansiyonel petrol üretimi için harcanandan çok daha fazla olmasıdır. Bu açıdan sorulması gereken asıl soru, petrol kaynakları ne zaman tükenecek değil, »düşük masrafla üretilen petrol ne zaman bitecek« sorusudur. Yeni petrol kaynakları bulunmasına rağmen, ucuz petrol üretiminin 2005’den bu yana artmadığı gerçeği bu sorunun öneminin altını çiziyor.
Demografik tahminlere baktığımızda – gerçi demografi her zaman izafîdir, çünkü büyük savaşları, ekolojik felaketleri vs. dikkate almaz –, ki tahminler bugün 6,8 milyar olan dünya nüfusunun 2050 yılında 9 milyar olacağını öngörüyorlar, araba kullanmayı, uçağa binebilmeyi, konutların ısıtılmasını ve sınaî üretim süreçlerini düşük veya ödenebilir masraflarla sürdürebilir kılmak için gerekli olan »ucuz petrolün« yeterli olamayacağına işaret etmektedir. Çin ve Hindistan gibi ülkelerin hem nüfuslarının, hem de enerji gereksinimlerinin rekor kıracak biçimde arttığı göz önünde tutulursa, enerjinin giderek pahalılaşacağı ve insanlığın büyük bir bölümü için ulaşılabilir olmaktan çıkacağı söylenebilir. Aynı şekilde enerji kaynaklarına ulaşım, tüketici ve üretici ülkeler arasındaki ilişkileri şimdiye kadar olmadığı biçimde belirleyecektir. Bilhassa 1990 sonrası dünyada vuku bulan ihtilafları göz önünde tutarsak, günümüzde»Dünya Savaşı« olarak ilân edilmemiş, ama fiilen »Üçüncü Dünya Savaşı«na dönüşmüş ve enerji, hammadde ve içme suyu kaynaklarının hakimiyeti üzerine yürütülen bir savaş yaşadığımızı vurgulamalıyız.
Bu tespitimizi derinleştirerek ele alabilmek ve jeostratejik sorunları irdeleyebilmek için önce çıplak sayılara bakmalıyız. Teyit edilmiş petrol rezervleri ve reel üretim oranlarına göre yapılan bir alfabetik sıralamada şöylesi bir tablo ile karşılaşmaktayız:
Ülke
Petrol rezervleri
(milyar varil)
Toplama göre oranı
Günlük reel üretim
(milyon varil)
Toplama göre oranı
ABD
44
% 3,21
12,2
% 22,80
Birleşik Arap Emirlikleri
98
% 7,16
2,7
% 5,05
Irak
150
% 10,96
3,3
% 6,17
İran
157
% 11,48
2,8
% 5,23
Kanada
174
% 12,72
4,0
% 7,47
Kuveyt
102
% 37,50
2,7
% 5,05
Libya
49
% 3,60
0,9
% 1,68
Nijerya
37
% 2,70
1,9
% 3,55
Rusya
93
% 6,80
10,9
% 20,37
Suudi Arabistan
266
% 19,44
9,6
% 17,94
Venezuela
298
% 21,80
2,5
% 4,67
Kaynaklar: Wikipedia ve çeşitli internet siteleri. Tablo ve oran hesaplamasını yazar yapmıştır.
Şimdi bu sayılara yakından bakalım: Aralık 2014 itibariyle bu 11 ülkede resmen teyit edilmiş petrol rezervlerinin toplamı yaklaşık 1,4 trilyon varildir. Uluslararası petrol birimlerine göre 1 varil 0,136 tona eşit olduğuna göre, toplam 190,4 milyar ton petrol rezervinden bahsediyoruz demektir. Bu 11 ülkenin bir günde ürettiği petrol miktarı Aralık 2014 itibariyle 53,5 milyon varildir. Bu da yılda – günlük üretim miktarı aynı düzeyde kalırsa – yılda 19,5 milyar varil reel petrol üretimi anlamına gelmektedir. Yıllık petrol üretimini de temel alırsak, petrol rezervlerinin en fazla 70 yıl sonra tükeneceği söylenebilir.
Ancak bu genelleme de yanıltıcıdır, çünkü rezervlerin ne zaman tükeneceğini tahmin edebilmek için, hesabı tek tek ülkelerin rezervlerine ve yıllık üretim oranlarına bakarak yapmak zorundayız. Bu durumda ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır:
Ülke
Petrol rezervleri
(milyar varil)
Yıllık üretim
(milyon varil)
Rezervlerin tükeneceği yıl sayısı
ABD
44
4.453,0
9,9
Birleşik Arap Emirlikleri
98
985,5
99,4
Irak
150
1.204,5
124,5
İran
157
1.022,0
153,6
Kanada
174
1.460,0
119,2
Kuveyt
102
985,5
103,5
Libya
49
328,5
149,2
Nijerya
37
693,5
53,4
Rusya
93
3.978,5
23,4
Suudi Arabistan
266
3.504,0
75,9
Venezuela
298
912,5
326,6
Kaynaklar: Wikipedia ve çeşitli internet siteleri. Tablo ve oran hesaplamasını yazar yapmıştır.
Ülkelere göre petrol rezervleri ve üretim oranları karşılaştırıldığında bir çok soruya yanıt bulabiliriz. Venezuela örneğinde kalırsak: Venezuela 1950-1970 yılları arasında dünyanın en fazla petrol üreten ülkeleri arasındaydı. Hugo Chavez’in iktidara geldiği 1999 yılında ise, günde sadece 3,5 milyon varil üretiyordu. Venezuela burjuvazisi ve uluslararası tekeller üretimi azaltarak, yeni hükümetin olanaklarını daraltmak istiyorlardı. Venezuela bugün günde sadece 2,5 milyon varil üretebiliyor. Chavez yönetimi »Petroles de Venezuela« şirketini kamusallaştırdıktan sonra, hem yurt içindeki petrol ürünleri yoksulların lehine sübvanse edildi, hem de petrol satışından elde edilen gelirlerle sosyal politikalar hız verilerek, 2002 yılında yüzde 49 olan yoksulluk oranı 2011’de yüzde 29’a indirebildi.
Petrol satışı Venezuela için yaşamsal önemde: ihracat gelirlerinin yüzde 80’i, devlet gelirlerinin üçte biri ve döviz gelirlerinin yüzde 90’ı petrol satışından sağlanıyor. Ancak hükümetin kamuya ait olan petrol şirketinin yatırım politikalarında kısıtlamaya gitmesi ve rafinelerin zorunlu modernizasyonunu aksatması, üretimin bugünkü düzeye düşmesine neden oldu. Basında yer alan bilgilere göre, Venezuela petrol şirketinin 2019 yılına kadar en az 200 milyar Dolarlık bir yatırımla modernizasyon işlemlerini tamamlaması gerekiyor.
Petrol fiyatları ile siyaset
Ancak Venezuela’nın temel sorunu, petrol fiyatlarının kısa zaman içerisinde varilinin 100,00 Dolar’ın üstünden 58,00 Dolar’a düşmüş olmasıdır. Venezuela, borç ödemelerini yapabilmesi ve sosyal sübvansiyonlara devam edebilmesi için, varil fiyatının en az 97,00 Dolar olması gerekiyor.
Son OPEC Zirvesi’nde Suudi Arabistan fiyatların artırılması için üretim oranlarının düşürülmesine karşı çıktı ve üretimin aynı yüksek düzeyde kalmasını sağladı. Suudi Arabistan petrolünü konvansiyonel yöntemlerle çıkartıyor ve bu nedenle üretimini ucuza getirebiliyor. Gerçi fiyatların düşük olması Suudilerin kârdan zarar etmesine neden oluyor, ama bu durumun stratejik getirisi de az sayılmaz.
Bir kere üretimi pahalıya gerçekleştiren rakip ülkelerin gelirlerinin düşmesi sonucunda zorlanmaları, piyasaya hakim üretici olan Suudilerin işine geliyor. Bu aynı zamanda ABD ve diğer Batı ülkeleri için de olumlu sonuçlar taşıyor. ABD ve Avrupa ekonomileri, enerji giderlerini azaltarak yeni ivme kazanıyorlar. Sonuçta ucuz petrol, gelişmiş kapitalist ülkelerin ekonomileri için güçlü bir konjonktür programı ve doping tedbiri anlamına geliyor.
İkincisi ise, Batı emperyalizminin stratejik rakip olarak gördüğü Rusya, Venezuela ve İran gibi petrol üreticileri, gelir kaybı nedeniyle dar boğaza düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Örneğin enflasyonun yüzde 9’u aştığı Rusya’da Ruble’nin aşırı değer kaybı, Rusya’dan sermaye çıkışına neden oluyor. Aynı zamanda Rusya tekellerinin 2016 ortasına kadar yurt dışına yapacakları 117 milyar Dolar’lık ödemeyi geciktirme olasılığı, alacaklı bankaları paniğe sürüklüyor. Ancak şu an için 416 milyar Dolar ile dünyanın dördüncü büyük döviz rezervine sahip olan Rusya, Ruble’nin değer kaybının bir kısmını, Dolar ile yapılan petrol ve doğal gaz satışıyla tazmin edebiliyor. Diğer yandan Rusya 3 Aralık 2014 tarihli verilere göre bu yıl sonunda 1,3 trilyon Ruble (yaklaşık 27 milyar Euro) bütçe fazlası realize edecek. Yani kısacası, Rusya için alarm zilleri henüz çalmıyor – Rusya sermayesinin keyfi şimdilik yerindeyken, emekçilerin ve yoksul halk kitlelerin durumu ise giderek kötüleşiyor.
Üçüncüsü, fiyat düşüşü Suudi Arabistan açısından bölgedeki hakimiyet mücadeleleri için önem taşıyor. Stratejik ağırlığını Pasifik bölgesine kaydırma kararı alan ABD ile bölgedeki Şii yayının önderi İran arasındaki yakınlaşma politikası, Suudi despotlarını fazlasıyla kaygılandırıyor. İran’ın bölgedeki etkinliğini sınırlamak isteyen Suudiler, ABD-İran yakınlaşmasının ve Batı’nın İran nükleer programına izin vermesinin, İran’daki molla rejimini stabilize edeceğini ve böylelikle İran’ın Arap Yarımadası’ndaki Şii nüfus üzerindeki etkisini güçlendirebileceğini, bunun ise Suudi iktidarına yönelik iç istikrarsızlık tehlikesini artıracağını hesaplıyorlar. Henüz İran’a yönelik ambargoların ve yaptırımların devam ettiği ve devlet gelirlerinin önemli bir bölümünün petrol ve doğal gaz satışından sağlandığı bir dönemde, petrol fiyatlarının düşük kalmasının İran ekonomisinde daralma yaratacağı açık. Sonuç itibariyle Suudiler, ellerindeki kaynaklara, ucuz petrol üretme olanaklarına ve sermaye birikimine güvenerek, stratejik çıkarlarını korumak için, fiyatların bilinçli olarak düşük kalmasını sağlayarak, siyaset yapıyorlar.
Petrol ve Jeostrateji
Üretim oranlarına yakından baktığımızda, Türkiye’nin merkezinde bulunduğu coğrafyanın önemi ortaya çıkıyor. ABD 44 milyar varil petrol rezervlerine sahip olmasına rağmen, ekonomisinin bir gereği olarak yüksek düzeyde enerji taşıyıcılarına gereksinim duyuyor. Güncel sayılara göre yılda yaklaşık 4,45 milyar varil petrol üreten ABD, üretimin bu düzeyde kalması durumunda yaklaşık 10 yıl sonra kaynaklarının tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Enerji gereksinimini gelecekte de güvenli bir biçimde karşılayabilmesi için bütün stratejilerini bu temelde şekillendirmek zorundadır.
ABD’nin Avrupalı müttefiklerinin durumu ise daha vahimdir: Örneğin Almanya petrol gereksiniminin yüzde 97’sini ithal etmek zorundadır. Bu oran Uran maddesinde yüzde 100, doğal gazda yüzde 84 ve taş kömüründe yüzde 72’dir. Avrupa’daki diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde de (Norveç istisna) benzer durum söz konusudur. AB bu nedenle 2000 yılında gerçekleştirdiği Lizbon Zirvesi’nde aldığı bir kararla, »enerji ve hammadde kaynaklarına engelsiz ulaşımı« güvence (!) altına almak için dış politikasını militarist dönüşüme tabi tutmuş ve jeostratejik hedeflerini enerji tedariki temelinde şekillendirmeye başlamıştır.
Dünya çapındaki petrol rezervlerinin büyük bir bölümü, toplam 773 milyar varille Ortadoğu’da bulunmaktadır. Petrol üretimi – tam kapasite ile olmasa da – yılda 7,7 milyar varili bulmaktadır. Sadece Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin planları temel alınırsa, üretim oranlarının önümüzdeki yıllarda büyük ölçüde artacağı söylenebilir. Irak petrolünün büyük bir bölümü Türkiye üzerinden dünya piyasalarına pazarlanmaktadır.
Ortadoğu sadece Batılı ülkeler için önem tanımıyor. Son on yıl içerisinde »Global Player« konumuna yükselen Çin, müthiş enerji açlığının yüzde 50’sini Ortadoğu’dan karşılıyor. Çin’in Ortadoğu’dan ithal ettiği toplam petrol miktarının yüzde 20’si Suudi Arabistan’dan, yüzde 11’i ise İran’dan geliyor. Alman basınında 2010 Mart’ında yer alan haberler, Çinli şirketlerin Irak’taki petrol rezervlerinin yüzde 18’ine ulaşabildiği belirtiliyordu.
Çin genel olarak Batılı emperyalist güçlerden farklı bir strateji izliyor. Örneğin İran’daki »Yadavara« petrol alanının ihalesini, İran’ın nükleer programına siyasî destek çıkarak alan Çin, aynı zamanda İran’dan ithal edeceği petrol için kendi para birimi Renminbi ile ödeme yapıyor. İran bunun karşılığında Renminbi ödemelerini Çin ürünlerini ithal etmek için kullanıyor. Çin, ki sadece Ortadoğu’da değil, enerji taşıyıcısı satın aldığı ülkelere BM Güvenlik Kurulu’nda siyasî destek, askerî yardımlar, silah satışı, düşük faizli gelişme kredileri ve altyapı projelerinde destek gibi çeşitli kolaylıklar sağlayarak güven kazanıyor.
Bu güven verici strateji, Çin’in Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika’da önemli mevziiler kazanmasına yol açtı. Devletin elindeki devasa döviz rezervleri Çin’in kamuya ait enerji tekeli dünya çapında enerji projelerine yatırım yapmasını ve uluslararası tekellerle stratejik ortaklıklara girmesini kolaylaştırıyor. Sayılar Çin stratejisinin başarısını teyit ediyor: 2011 yılında Çin enerji şirketleri 50 ülkede 200 projeye ortak oldular. Bu ortaklık içinse toplam 78 milyar Dolar yatırım yaptılar. Gerçi petrol piyasasının ana payı uluslararası kapitalist tekeller arasında bölüştürülmüş durumda, ama Çin, Batının siyasî veya güvenlik gerekçesiyle yatırımdan çekindiği Etopya, Fildişi Sahili, Filipinler, Kenya veya Tayland gibi ülkelere yatırımlar yaparak, küresel konumunu yavaş, ama emin adımlarla güçlendiriyor.
Sonuç yerine...
Emperyalist ülkelerin giderek artan enerji gereksinimi, stratejik rakipleri olarak değerlendirilen Rusya, Çin ve İran’ın enerji kaynakları üzerinde giderek güçlü bir konuma gelmeleri ve Ortadoğu’nun zengin kaynakları, Ortadoğu’ya yönelik emperyalist strateji ve politikaların arka planını oluşturuyor. ABD’nin devlet aklı ve güvenlik stratejisi, AB’nin Lizbon Stratejisine dayanan Güvenlik, Komşuluk ve İşbirliği politikaları, NATO’nun yenilenen stratejileri ve Almanya’nın »Federal Ordu Beyaz Kitabı«, uzun vadeli hedef olarak Ortadoğu’nun, enerji kaynakları üzerinde tam hakimiyet sağlanana dek, yeniden düzenlenmesini öngörüyor. Emperyalist ülkelerin, ister AB ve NATO gibi ittifakların, ister tek tek ülkelerinki olsun, stratejik belgelerinde yazılı olan temel hedef aynıdır: »Enerji, hammadde ve içme suyu kaynakları ile dünya piyasalarına engelsiz ulaşımın ve enerji kaynaklarının istikrarlı biçimde Batılı ülkeler nakli için enerji güvenliğinin sağlanması, silahlı kuvvetlerin en önemli görevidir.«
Ortadoğu’nun yeniden düzenlenmesinde Türkiye merkezi rol oynamaktadır. NATO üyesi Türkiye, enerji nakil hatlarının geçtiği bir transfer ülkesi ve dünya piyasalarına dağıtım yapan limanlara sahip stratejik ekonomi mevkiidir. Karadeniz, Boğazlar, Ege Denizi ve Akdeniz’deki deniz yolları, petrol ve doğal gaz boru hatları, zengin su kaynakları ve barajları ile jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik konumu emsalsiz olan Türkiye, aynı zamanda NATO ve fiilen AB’nin bölgedeki sınırı olarak, emperyalizm için önemli bir köprü işlevini görmektedir.
Tüm bu nedenlerden dolayı, Türkiye’nin iç ve dış politikası emperyalist stratejiler temelinde şekillenmektedir. Türkiye’deki farklı sermaye fraksiyonlarının bölgesel emperyalizm hevesleri peşinde koşan AKP hükümetini desteklemeleri ve Türkiye’deki karar vericiler ile emperyalist merkezler arasında kimi çelişkilerin varlığı, Türkiye’nin gelecekte de emperyalist senaryolarda baş rollerden birisini oynayan aktör olacağı gerçeğini değiştirmemektedir. O açıdan ülkenin barış, demokrasi, eşitlik, sosyal adalet ve hatta sosyalizm hedefiyle geleceğini şekillendirmek isteyen muhalif kesimlerin önünde duran ivedi görev, ülke sınırları içinde düşünmekten vazgeçmek ve kafalarını önlerinden kaldırıp, küresel bakışla siyasetlerini şekillendirmektir. Petrol ve jeostratejik gelişmeleri dikkate almayan hiç bir siyasî yönelim, başarı gösteremeyecektir.

Petrol kaynakları ve petrol üretimi verilerinin ortaya çıkardığı çıplak gerçek bu kadar basittir.