30 Eki 2015

Amnesty, Rojava, 1 Kasım


Yarın yapılacak genel seçimlerde seçim sonuçlarının 7 Haziran’a göre pek değişmeyeceği konusunda neredeyse herkes hem fikir. Seçim sonuçlarının yol açacağı olasılıklar üzerine hayli yazıldı-çizildi, tekrarlamaya gerek yok. Hangi olasılık gerçekleşirse gerçekleşsin, yani AKP tek başına iktidara gelse de, AKP-CHP koalisyonu, hatta HDP’nin dahil olduğu bir hükümet kurulsa da, asıl önemli olan gerçekleşecek sonucun ezilen ve sömürülen emekçi halklar açısından ne getireceğidir.

Bir kere seçimlerin ortaya çıkaracağı seçeneklerin hepsinin burjuva iktidarı olacağını vurgulamamız gerekir. Bu, özellikle Türkiye ve Kürdistan’ın devrimci güçlerine birleşik toplumsal muhalefeti örme ve burjuva iktidarının gerçek alternatifi için etkin mücadeleyi yükseltme görevini yüklüyor. Elbette HDP’ye sahip çıkıyor, destekliyoruz, diktatörlük heveslerini kursaklarında bırakmak için HDP oylarının artmasını sağlamaya çalışıyoruz, ama asli görevlerimizi de unutmuyoruz.

Asli görevlerimizden birisi, »neyin ne olduğunu« söylemektir. Öncelikle Erdoğan ve AKP’nin iktidarı ellerinde tutmak için her yolu deneyeceklerini söylemeliyiz. Seçim sonuçlarının aleyhlerine olması bunu değiştirmeyecek. Aksine, 12 Eylül’ün doğrudan devamı olan bir siyasi formasyon olarak savaş çılgınlığına dahi baş vuracaklardır, ki Batılı dostları onları bugünlerde yeterince cesaretlendirmektedirler.

Örneğin AB Komisyonu sert eleştiriler içeren ilerleme raporunun açıklanmasını seçimlerden sonraya erteledi. Bu, Erdoğan’a doğrudan destek anlamına gelmektedir. Erdoğan’ın şartlı rehin olarak tuttuğu milyonlarca mültecinin Avrupa’ya akın etmesinden korktukları muhakkak, ama bu raporun ertelenmesinin sonucunu değiştirmiyor. Komisyon Türkiye’yi »güvenli ülke« olarak ilân etmeye de hazırlanıyor.

Diğer yandan Amnesty salt tanık ifadelerine dayandırdığı bir raporu yayınlayarak Rojava’da »savaş suçları« işlendiğini ileri sürdü ve ABD öncülüğündeki koalisyonun Rojava’ya yaptırımda bulunmasını talep etti. Burada Amnesty’i tartışacak değiliz, ama saygınlığı yüksek bir uluslararası NGO’nun tam da Suriye iç savaşında bir dönüm noktasına gelindiğinde böylesi bir suçlamayı yapmasının sonuçlarına bakmak gerekiyor.

Nitekim Davutoğlu »savaş suçu işleniyor« gerekçesiyle PYD’ye karşı olan düşmanlığı ve askeri saldırıları savunmaya başladı. Eğer Türkiye’nin Rojava’ya askeri müdahalesi söz konusu olursa, ki bu savaş demektir ve uzak ihtimal değildir, bunda Amnesty raporu büyük bir rol oynayacaktır.

Erdoğan ve Davutoğlu’nun »operasyonlar 1 Kasım’dan sonra da devam edecek« demeleri, emekçi halklara yönelik açık bir tehdittir. Saldırılarının niteliksel olarak gelişeceğini beklememiz, hatta savaşa dahi hazırlıklı olmamız gerekmektedir. Burjuvazi topyekun savaşa hazırlanıyor. Burjuvaziden öğreneceğimiz bir şey varsa, o da sınıfına sahip çıkmak ve parlamenter mücadelenin yanı sıra, daha önemli olan parlamento dışı mücadeleyi güçlendirmektir. Savaşa karşı en etkin silah, Türk, Kürt ve tüm uluslardan işçilerin sınıfsal temelde kuracakları mücadele birliğidir. Barışı ancak bu birlik sağlayabilir. 1 Kasım seçimleri bağlamında unutmamamız gereken en temel nokta budur.