4 Mar 2016

Aptal koyun kasabın bıçağını yalarmış...

Dünyanın en zengin ve en imtiyazlı coğrafyalarından olan Avrupa’daki çoğunluk toplumları, kümese dalan tilkinin korkuttuğu tavuklar misali, panik ataklara kapılıp duruyorlar. Misalde kalacak olursak; canlarına kast eden »tilkinin« mülteciler olduğunu zannediyorlar. Öyle olunca da, kümesin sahibinden, yani canlarına kast eden asıl canavardan medet umuyorlar.

Aslına bakılırsa güncel mülteci krizi nedeniyle panikleyen çoğunluk toplumları bazı korkularında haklılar. Özellikle çalışan sınıflar, çok öncesinden krizlerin faturalarının kendilerine çıkartılacağını hissedebiliyorlar. Yani bugün refah şovenizmine kapılan, ırkçı ve sağ popülist söylemlere kanan kitlelerin duydukları korkuların önemli bir bölümü son derece reel.
Şöyle açıklayalım: yüzbinlerce mültecinin kısa bir zaman süreci içinde bir ülkeye girmesinin, konut alanında kiraların artmasına, kent ve kasabalarda yoksul semtlerdeki nüfusun çoğalmasına ve özellikle »istihdam piyasasında« işçiler arasındaki rekabetin sertleşmesine neden olacağı çok açık. Örneğin F. Almanya’da zaten on yıllardır süren neoliberal uygulamalar sonucu yoksul nüfusun büyük ölçüde toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel yaşamdan olduğu gibi dışlandıklarını gören ve Hartz IV gibi yaptırım yasalarıyla olağanüstü baskı altında olan işçi sınıfının bu durum karşısında perspektifsizlik korkusuna kapılması, sürecin doğal (sermaye açısından da istenilen) bir sonucu.
Çoğunluk toplumu, bilhassa çalışan sınıflar, baskısını mütemadiyen artıran bir »sürekli tehdit psikolojisi« altındalar. Bırakın »Ren Kapitalizmi« döneminde mücadelelerle elde edilmiş kazanımları, daha kısa bir süre önce sermayenin lütfuyla tanınan hakları dahi kaybedeceklerini hissediyorlar. Henüz bir yıl önce yürürlüğe sokulan, ama öngördüğü bir çok istisna nedeniyle esas itibariyle işlevsiz kalan Asgarî Ücret Yasası şimdiden Alman İşverenler Birliği BDA tarafından delinmek isteniyor. BDA, mülteciler bağlamında yasal asgarî ücretin herkes için bir yıl geçersiz kalmasını istiyor.
Bu açık saldırıya ne sendikalardan, ne de sosyal yardım kuruluşlarından ciddi bir itiraz geldi. Tam aksine, Alman Sendikalar Birliği, kiliselerle birlikte BDA ile »Kozmopolitlik İttifakını« kurdu – güya »hoş geldin kültürünü« yaygınlaştırmak için! Sendikalar, mülteci sorununu ortaya çıkaran asıl nedenlere, yani emperyalist savaşlara değinmez, sınıfı ödenebilir konut sayısının azalmasının, kiraların artmasının, yoksulluğun yaygınlaşmasının, ücretlerin düşürülmesinin, sosyal ve demokratik hakların budanmasının asıl sorumlusunun sermaye ve temsilcisi hükümet olduğu konusunda aydınlatmazlarsa, ırkçı-milliyetçi propagandanın toplumu bölmesini, çalışan sınıfların, kasabın bıçağını yalayan koyunlar misali, kendi çıkarlarının düşmanı olan sermayenin yanında yer almalarını engelleyemezler. Korkan, bölünen, sınırları kapatınca kurtulacakları illüzyonuna kapılan toplumlarda direniş olmaz, aksine egemenler desteklenir.

O nedenle asıl mesele »bıçağı« kasabın elinden almak ve »kümesi« yıkmaktır – bu ise, sınıf mücadelesi olmaksızın olanaksızdır!