2 Eki 2010

Emekçiler alanda, Alman sendikaları nerede?

Atina, Belgrad, Brüksel, Bükreş, Dublin, Lizbon, Paris, Prag, Riga, Roma, Varşova ve Vilnius kentlerinde Avrupa Sendikalar Birliği ETUC’un çağrısına uyan onbilerce emekçi, Avrupa egemenlerinin krizin faturasını emekçilerin ve yoksulların sırtlarına yükleme çabalarını protesto etmek için sokaklara döküldü. ETUC »Eylem Günü« çeşitli ülkelerde iş bırakmalar, grevler ve yürüyüşlerle şenlendi. Peki ya Almanya’da ne oldu? Kocaman bir hiç!

Çeşitli yayın organlarında ve basında »Emekçiler Avrupa sokaklarını sarstı« türünden haberler çıkar, bazı yorumcular »kıtada yeni bir sol hareketin hayaleti mi dolaşıyor?« sorusunu sorarken, Avrupa’nın üye sayısı ve malî olanaklar açısından en büyük sendikalarının olduğu Almanya’da yaprak kımıldamadı – yani sendikalar açısından. Diğer taraftan Almanya’nın bir çok kentinde küreselleşme karşıtı örgütler ile, DIE LINKE yerel örgütleri çeşitli etkinlikler ve eylemler düzenlediler, ama Alman sendikaları sadece Brüksel’deki yürüyüşe bir delegasyon göndermenin ötesinde bir şey yapmadı.

Halbuki Avrupa çapında emekçileri hiddetlendiren sosyal kısıtlamalar, emeklilik sigortasında gerçekleştirilen yeni düzenlemeler, sağlık sigortasında gerçekleştirilen kötüleştirmeler ve daha nice sorun Almanya’da da kamuoyunda sert tartışmalara neden oluyor. Elbette Alman sendikaları suskun değil. Sendika basınında yürütülen politikalara karşı sert bir retorik ile yanıt verilmekte ve ETUC eylemine çağrılar yapılmakta. Ama bence sorun bu değil. Sorun, Alman sendikalarının, sanki hâlâ Ren Kapitalizmi’nde yaşanıyormuş gibi sürdürdükleri stratejiler.

Biraz geri dönüp bakınca, akla önce Alman Sendikalar Birliği DGB’nin Alman İşverenler Birliği BDA ile birlikte yaptığı bir açıklama göz çarpıyor. Haziran 2010’da Federal Anayasa Mahkemesi aldığı bir kararla, anayasal toplu sözleşme otonomisine önemli bir sekte indirmişti. Bunun üzerine DGB ve BDA birlikte bir açıklama yaparak, yasa koyucudan »işletmelerdeki toplu sözleşme birliği ilkesini yasa ile düzenlemesini« istemişler ve bu şekilde özellikle Alman Anayasası’nın 9. maddesindeki »Koalisyon Özgürlüğü ve Toplu Sözleşme Otonomisi Hakkının« yasal olarak kısıtlanabileceği konusunda hemfikir olduklarını beyan etmişlerdi.

Aslında, sendikalardaki sol muhalefet ve DIE LINKE’nin sendika politikaları sözcüleri tarafından sert eleştirilen bu tavır, Alman sendikalarının örgütlerini bir düzen faktörü olarak görmeye devam ettiklerini göstermekte. Genel yaklaşımlara bakıldığında bu, örneğin DGB sendikalarının işyerlerinin korunması için »Almanya’nın ihracat gücünün artırılmasını« savunmalarında ve salt iç konjonktürün güçlendirilmesiyle ücret düzeyinin artırılabileceği umudunda da görülmektedir.

Başka bir örnek ise metal işçileri sendikası IG Metall’in, Federal Savunma Bakanı zu Guttenberg’in Federal Ordu ile ilgili tasarruf planlarına yönelik yaptığı açıklamadır: IG Metall, tasarrufun işyerlerin yoğun olduğu »savunma sektöründe fazla yapılmamasını« istemektedir. Yani, özünde sendikal hareketin de en temel politikalarından birisi olan »silahsızlanma« alanında, büyük bir sendika salt bu alandaki işyerlerinin zarar görememesi için, bu temel politikayı izafîleştirebilmektedir.

Bu iki örnek, Alman sendikalarının içinde bulunduğu durumu çok iyi özetlemektedir. Zaten DGB ve üye sendikaları yaptıkları açıklamalarda, güçlerinin sadece »toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde« gösterebildiklerini ve bu nedenle de, aynen IG Metall fonksiyoneri Hartmut Riemann’ın dediği gibi »sadece üyelerimizi ilgilendiren konulara ağırlık« vermektedirler. Sendikaların salt işletmelerde – ve sadece çekirdek kadrolar için – yürüttükleri mücadele, şu an için bilinçli bir tercih ve strateji.

Son on yıl içerisinde üyelerinin yaklaşık yüzde yirmisini kaybeden Alman sendikalarının yeni üyeler kazanmasına bu strateji yardımcı olabilir mi, bilinmez ama, Alman sendikalarının ülke sınırları ve sadece kendi üyelerinin ilgisi doğrultusunda verdikleri »sendikal mücadelenin« uluslararası emek hareketine fazlasıyla zarar verdiğini söylemek olanaklıdır.

Alman sendikaları, kullandıkları retoriğin tam tersine, sendikal mücadeleyi uluslararası bir mücadele olarak değil, »ulusal sınırlar« içerisindeki bir mücadele olarak görmektedirler, çünkü sadece bu »üyelerini ilgilendirmektedir«. Bu nedenle ETUC Eylem Gününe üyelerini mobilize etmemişlerdir. Tek kelimeyle, dayanışmacı değil, egoist davranmaktadırlar. Temel sorun da buradadır.