22 Haz 2012

20 yıl önce, 20 yıl sonra...


1992’de Rio’da gerçekleştirilen ve 170 ülkeden temsilcinin katıldığı »Büyük Zirve«de insanlık tarihinde yepyeni bir sayfanın açıldığı ifade ediliyordu. Doğanın korunacağı, barışçıl ve açlığın insanlık hafızasından silineceği bir gelecek tahayyülü heyecan yaratmıştı.

O günlerde, doğanın talan edilmesinin, savaşların, açlık ve sefaletin kapitalizmin sonucu olduğunu ve kapitalizm aşılmadan bu sorunların hiç birisinin çözülemeyeceğini söyleyenleri ise kimse dinlemiyordu. Ne de olsa »sosyalizm« denemesi hüsranla sonuçlanmış, ideolojiler ve tarihin »sonu gelmişti«.
Rio’da gene büyük bir zirvenin toplandığı bugünlerde dünyamıza baktığımızda, 20 yıl öncesine nazaran bazı (!) değişimlerin olduğunu teslim etmek zorundayız. Ama bu değişimler olumlu mu, olumsuz mu tartışmalı. Bazı sayıları vererek, kararı okura bırakalım:
Batılı siyasetçiler, bu bağlamda genellikle küreselleşmenin daha fazla insanı refaha ulaştırdığını kanıtlamak için, açlık sınırında yaşayanların sayısının düştüğü örnek olarak gösteriyorlar. Doğru. BM verilerine göre 1990-2008 yılları arasında günde 1,25 Dolar’dan az bir parayla geçinmek zorunda olanların sayısı 1,9 milyardan, 1,3 milyara düşmüş. Ancak, günde 1,25 Dolar’dan fazla, örneğin 2 Dolar ile geçiniyor olmak, »refah« göstergesi mi, o ayrı bir konu.
Buna karşın dünyada yaşayan yaklaşık 7,1 milyar insanın dünya çapında ürettiği zenginliğin aslan payı çok küçük bir azınlığın elinde. Capgemini danışmanlık şirketi ve Royal Bank of Canada’nın raporlarına göre, yarısı ABD, Almanya ve Japonya’da olmak üzere çoğunluğu yerkürenin batısında yaşayan 11 milyon kişinin toplam malî varlığı 33,4 trilyon Avro. Yani 33.400.000.000.000,00 Avro! Sadece kıyaslamak için başka bir sayı: Federal İstatistik Dairesi, dünyanın en zengin ülkelerinden olan Almanya’nın 2011 yılındaki toplam ekonomik gücünün 2,57 trilyon Avro olduğunu açıkladı. Yani dünya nüfusunun yüzde 1,5’i, Almanya gibi bir ülkenin GSMH’nın 13 katı malî varlığı elinde tutuyor.
Zenginler klübünün durumu buyken, dünya çapında yaklaşık 1,5 milyar insan elektriksiz yaşamak zorunda. Sağlıklı içme suyuna ulaşmada zorluk çeken 2,7 milyar insan ise yemeklerini ilk çağlarda olduğu gibi, açık ateşte pişirmek zorunda. Sağlık hizmetlerine, yeterli düzeyde konuta, eğitime, bilim, bilgi ve kültüre ulaşmakta zorluk çeken, kısmen ulaşamayan milyarları saymıyoruz bile. Ama sadece siz bu yazıyı okuduğunuzda, okuma hızınıza göre, 19 – 25 küçük çocuk açlık, hastalık ve savaş sonuçları nedeniyle yaşamını yitirmiş olacak.
Son yirmi yıla bakmaya devam edelim: BM verilerine göre 1992’den bu yana 3 milyon kilometrekare yağmur ormanı yok olmuş, her sekiz hayvan türünden birinin nesli tükenmiş, tahıl ve pirinç fiyatları sekiz katına çıkmış, karbondioksit emisyonu 22’den 31,6 milyar tona yükselmiş, arktik buz alanı yüzde 35 azalarak 4,5 milyon kilometrekareye düşmüş ve yaklaşık 2 milyar hektar tarım alanı uluslararası tekellerin eline geçmiş durumda. Savaşların ve doğanın yağmalanmasının yol açtığı küresel ekolojik felaketler de işin cabası.
Kapitalist sermaye birikimi için kârlar özelleştirilirken, uluslararası malî piyasa aktörlerinin ve neoliberal elitlerin neden olduğu krizlerin faturası toplumsallaştırılmakta. Yoksul ve gelişmekte olan ülkeler küresel sermayenin kârlarını güvence altına almak için daha fazla yük altına sokulmakta, neoliberalizmin diktası altında parlamenter meşruiyetler rafa kaldırılmakta.
Dünya Bankası, zenginler klübünün kriz nedeniyle zarar ettiğini vurgulamaktan geri kalmamış. Zenginlerin krizdeki kayıpları 700 milyar Dolar’mış. Neredeyse Avro Bölgesi’ni kurtarmak için ayrılan fona yakın olan bu kayıp, malî varlıklarının sadece yüzde 1,7’sine eşit. Zenginliklerini 2009’da yüzde 24 ve 2010’da yaklaşık yüzde 11 artıranlar için pek büyük bir kayıp olmasa gerek.
Sayılar ve veriler daha çok sıralanılabilir, ama bu kadarı bile son 20 yıldaki değişimlerin kimin yararına, kimin zararına olduğunu göstermeye yetiyor. Son 20 yılın öğrettiği şeyi özetleyeceksek eğer, tek cümleyle: »kapitalizm insan sağlığına, doğaya, hayvan türlerine, kısaca dünyadaki yaşama zararlıdır« dememiz gerekir. Bunu görmek için marksist veya ekonomist olmaya gerek yok, insan olmak yeterlidir!