8 Haz 2012

Esad’ın aklından zoru mu var?

İktidarlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan despotların genellikle irrasyonel kararlar aldıkları bilinir, ki tarihte bunun onlarca örneği var. Suriye’de bu hafta yeni bir katliam daha yaşandı – hem de Kofi Annan’ın BM Genel Kurulu’na sunacağı raporun arifesinde. Batı ve »Suriye Ulusal Konseyi« (SUK) hemen katliamı Esad Rejimi’nin gerçekleştirdiğini açıkladılar.

Mantıklı olarak bir düşünelim: BM’de Suriye konulu önemli bir toplantı yapılacak. Dünya kamuoyu zaten 25 Mayıs Hula Katliamı nedeniyle rejime kuşku ile bakıyor. Ve tam bu sırada Hama yakınlarındaki Kubayr Köyü’nde, aralarında kadın ve çocukların bulunduğu 55 sivil (bazı haberlere göre 86) katlediliyor. Öldürülenlerin çoğu tek bir aileden. Şimdi bunun sorumlusu Esad ise, bu bir irrasyonalite, bir ahmaklık değil de nedir? Esad böylelikle, »hadi, ülkeme saldırın« demiş olmuyor mu?

Beşşar el-Esad’ı günahım kadar sevmem, ama aklından zoru olduğuna da inanmıyorum. Bir kere olay son derece pis bir provokasyona benziyor. İkincisi, Esad’ın hâlen halk arasında bulduğu destek, pek irrasyonel davranmasına izin verecek gibi değil, ki bizzat Batı bunu söylüyor. Peki, o zaman bu katliamı nasıl değerlendireceğiz? Hula Katliamı’na bakarak.

25 Mayıs’ta Hula’da 108 sivil katledilmişti. Bölgedeki muhalif gruplar geçenlerde katliamın nasıl cereyan ettiğini, görgü tanıklarının ifadelerine dayanarak, inandırıcı bir biçimde ortaya çıkardılar. Anlatılanların, Almanya’nın önde gelen gazetelerinden FAZ tarafından yayınlanarak teyid edilmesi ve Alman dışişleri bakanlığının anlatımlara itiraz etmemesi, bu inandırıcılığın altını çiziyor.

SUK ve sözde »Özgür Suriye Ordusu«nun Hula Katliamı’nı »rejime bağlı Şabbiha milisleri yaptı« iddialarının yalan olduğunu ortaya çıkaran araştırmaya göre, Hula’daki olaylar şöyle gelişiyor: 25 Mayıs’ta Alevi yerleşi bölgelerinin güvenliği için devriye gezen Suriyeli askerler bir pusuya düşürülünce, 1,5 km uzaklıktaki taburdan yardım isterler. Çatışmalar yaklaşık 90 dakika devam eder ve çok sayıda asker ile ayaklanmacı yaşamını yitirir.

Görgü tanıkları katliamın tam bu çatışma esnasında, Cuma namazından sonra gerçekleştiğini anlatıyorlar. Hula’da öldürülenler, yüzde 90’ı Sünnî olan kentte yaşayan Alevî azınlığın mensupları. Yaklaşık otuz kişi, önce Sünnî olan, daha sonra Şiîliği kabul eden bir aileden. Geri kalanlar ise ya Alevî Shomaliya ailesinin mensupları, ya da Esad’a yakın duran bir Sünnî milletvekilinin akrabaları. Kurbanlar yakından vurularak veya bıçaklanarak öldürülmüşler – aynı Kubayr Köyü’ndekiler gibi. İnternette dolaşan »Hula Katliamı videosu«nu da caniler kendileri çekmiş.

Suriye’den gelen haberlerin doğruluğu konusunda kuşku duymak pek yanlış olmaz. Propaganda sislerinin arkasındaki gerçek resmi görebilmek için hem farklı kaynaklara başvurmak, hem de her defasında »cui bono«, yani kime yarıyor sorusunu sormak gerekiyor.

Böylesi farklı kaynaklardan birisi de Vatikan’a bağlı Fides Ajansı. Dikkat edilirse Vatikan rejim ve muhalefet ayrışmasında taraf olmamaya özen gösteriyor. Fides de SUK ve silahlı ayaklanmacıların doğruları söylemediklerini, ülkedeki hıristiyanların bilhassa silahlı ayaklanmacılar tarafından tehdit altında olduklarını, hıristiyanlara yönelik şiddet eylemlerinin arttığını (öldürülenlerin arasında bir piskopos da var) ve »fanatik aşırıların« sivillere yönelik katliamlar gerçekleştirdiklerini bildiriyor.

Bunların yanısıra, »Suriye’de şiddetin artması kimin işine yarıyor?« sorusunu sorduğumuza, otomatikmen jeostratejik çıkarları için savaşlar ve işgaller gerçekleştiren NATO güçleri ve bölgedeki etkinliğini artırmaya çalışan Arap gericiliğinin böylesi bir şiddetten çıkar umduğu sonucuna varırız. Evet, bu bir varsayım, ama yabana atılacak cinsten değil.

Suriye’deki gelişmeleri sorguladığımıza, bir tarafta iktidarını sürdürmek isteyen despot bir rejim, diğer tarafta da çok yönlü stratejik çıkarlar peşinde olan NATO güçlerini ve Arap gericiliği görmekteyiz. Barış ve demokrasi güçleri bu durumda, ne Esad’ın, ne de karşıtlarının tarafına düşme yanlışını yapmadan Suriye halklarının yanında olma görevi ile karşı karşıyadırlar. Suriye’deki gelişmelere sessiz kalmak, daha fazla kan dökülmesine ortak olmak anlamına gelecektir.
Gün, Suriye halkları ile dayanışma, savaşa ve şiddete karşı çıkma günüdür. Bilhassa komşu Türkiye’nin demokrasi güçleri ve Kürt hareketi, olası bir Sünnî-Şiî çatışmasının bölgede yol açacağı felakete karşı harekete geçmelidirler. Hiç vakit geçirmeden!