11 Haz 2015

İştah kabartan yeni pazar: İran

Bir Alman gazetesine demeç veren İran Sanayi Bakanı yardımcısı Mehdi Karbasyan sevincini gizleyemiyordu: “Şu ana kadar çoğunluğu Almanya, Avustralya, Belçika, Britanya, Fransa ve Kanada’dan olmak üzere çok sayıda şirket temsilcisi bizimle ilişkiye geçti”. Bakan yardımcısını bu denli sevindiren, sürmekte olan nükleer program müzakerelerinin “olumlu” sonuçlanacağını hesaplayan uluslararası tekellerin şimdiden açılması beklenen İran pazarında mevzii kazanmaya çalışması.

Yeni kâr olanaklarının kokusunu herkesten önce alan uluslararası tekellerin bu angajmanı, Suudi Arabistan, Körfez İşbirliği ülkeleri ve İsrail ile ABD başkanlık seçimlerine odaklanan Cumhuriyetçi muhafazakârların tüm ısrarlarına rağmen ABD yönetiminin İran ile olan ilişkilerinde önemli revizyonlar yapacağına işaret ediyor. Görüldüğü kadarıyla 2011 yılından bu yana sertleştirilmiş olarak devam eden ambargo ve yaptırımlar, ABD’nin Pasifik stratejisinin kesinleşmesiyle birlikte önümüzdeki yaz aylarında varılması beklenen nükleer program uzlaşısı sonunda tarihe karışacak. Yıllardan beri uygulanan ambargolar ve yaptırımlar nedeniyle, müthiş döviz rezervleri olmasına rağmen ekonomik gereksinimleri karşılamakta güçlük çeken İran, uluslararası tekellerin ihtiyacını kabartan bakir bir Pazar. Ancak yaptırımların kaldırılması ve Molla Rejiminin emperyalist güçlerle gireceği yeni işbirliğinin İran’daki emekçi kitlelere ve yoksul halka beklenilen refahı getirecek mi, işte o hayli şüpheli. Okuduğunuz bu makalede bunu irdelemeye çalışacağız.
Devasa talep, çekici pazar
Alman sermayesinin borazanı olan burjuva medyasında uzun zamandan beri, bilhassa Ahmedinejat döneminin bitmesiyle, İran ile ilgili çok sayıda analizler yer almakta. Burjuva medyasının ekonomi sayfalarında İran pazarının açılmasının “Alman sanayiine müthiş fırsatlar” yaratacağı belirtiliyor ve kısa süre içinde yüz milyar Dolar’a ulaşacak ticaret hacminden “pay” alabilmek için Federal Hükümetin gösterdiği çabalar övülüyordu. Uzmanlar (!) İran ile AB arasındaki ticaret hacminin 2018’e kadar dört katına çıkacağını varsayıyorlar.
Onca yıl süren ambargolar özellikle İran sivil havacılığında ciddi açıklara yol açtı. Sivil uçak filosu yedek parça eksikliği nedeniyle bakım yapmakta zorlanıyor, ki son yıllarda uçak kazalarının artışının ardında bu bakım zorluklarının yattığı belirtiliyor. Frankfurter Allgemeine Zeitung’da yer alan bir habere göre, İran sivil havacılığı önümüzdeki yıllarda 400 uçak almayı planlıyor. Gene aynı haber, Tahran’daki havacılık uzmanlarının Çin’e olan bağımlılıktan şikayet ettikleri ve Batı teknolojisi almak istediklerini bildiriyor. Emperyalist güçlerin İran’ın Çin ile geliştirdiği ekonomik ilişkilerden rahatsız olduklarını burada ayrıca vurgulamaya gerek yoktur herhalde.
Uluslararası tekeller Molla Rejiminin satın alma gücü yüksek bir müşteri olacağından şüpheleri yok. Bir kere 2011 yaptırımlarından bu yana yarıya düşen petrol ve doğal gaz üretiminin, yaptırımlar kaldırıldıktan sonra “normalleşerek” devlet gelirlerini artırması bekleniyor. Ayrıca İran’ın kredi alma olanakları da bu durumda artacak, çünkü ülkenin borçlanma düzeyi GSMH’nın yüzde 5’ini bile bulmuyor. Çoğunluğu 30 yaş altında 78 milyonluk bir nüfusa sahip olan İran aynı zamanda 110 milyar Dolar’dan fazla döviz rezervine sahip.
Pazar kavgası çoktan başladı
Almanya’daki burjuva basınında dikkat çeken bir diğer nokta ise, ABD’nin tavırlarına yönelik sert eleştiriler. Gerek AB yöneticileri, gerekse de Avrupalı tekellerin temsilcileri ABD’nin İran ile olan ilişkilerde “son derce egoist” davrandığından ve Avrupalı tekellere “pazar payı vermeye yanaşmamasından” şikayetçiler. İran’ı “kara para yıkama merkezi” olarak ilân eden ABD, bu karar çerçevesinde Avrupalı tekellerin hareket alanlarını daraltabiliyor. Örneğin 2014 Mart’ında Heinrich-Böll-Vakfı tarafından yayımlanan “İran Raporu”, ABD’nin Avrupalı tekelleri “İran ile ticaret yapmaması için uyardığını” bildiriyordu. Aynı şekilde Avrupa basınında, “ABD büyükelçiliğinin Fransız şirket temsilcilerini İran ile ticari antlaşmalar imzalamamaları için uyardığını ve aksi takdirde banka hesaplarının dondurulup, ABD piyasalarına sokulmayacakları tehdidini savurduğunu” okumak olanaklıydı. Zaten daha önce 11 Şubat 2014’de ABD Başkanı Obama “ABD’nin uyarılarını dikkate almayan şirketler, bir ton tuğla altında kalmışa dönerler” diyerek, İran pazarı konusunda tek söz sahibinin ABD olduğunu vurgulamıştı. Aynı günlerde Alman basınında yer alan bir haberde, İran Petrol Bakanlığından bir yetkilinin, “Nükleer program uzlaşısı sağlanırsa, ertesi gün en iyi projelerin Amerikalılara verildiğini göreceksiniz. Avrupalılar kuyruğa girecek, ama aynı Libya’da olduğu gibi, sonunda sözleşmeleri Chevron ve Exxon Mobile imzalayacak” dediği not ediliyordu.
Avrupalı tekeller, AB’nin müttefiki olan ABD’nin “tek yanlı davranmasından” ve “İran’daki üçüncü şahıslar üzerinden pastanın aslan payını ABD’li şirketlere dağıtmasından” şikayet ederlerken, Rusya bildiği gibi davranmaya devam ediyor. Lozan’da müzakerelere devam kararı alınır alınmaz, tahıl ve inşaat malzemesi satışı yapan Rusya, İran’a hava savunması için S-300 roketleri satma kararını aldı. Rusya Dışişleri Bakanı Lawrov, “yürürlükteki ambargo ve yaptırımların savunma amaçlı olan silahların satılmasını engellemediğini” belirterek, İran tarafından istenmesi durumunda, tanesi yaklaşık 1 milyar Dolar’a modernleştirilmiş S-300VM roketlerini de satabileceklerini vurguladı. Görüldüğü gibi açılacak olan İran pazarı herkesin iştahını kabartmış durumda.
Peki, ya İran halkları?
5+1 nükleer program müzakerelerindeki gelişmeler, İran kamuoyunda geleceğe yönelik umutların yeşermesine neden oluyor. Ambargoların ve yaptırımların yükünü sırtlanmak zorunda bırakılan emekçi kitleler ve yoksul halk, darboğazın ve kıtlığın aşılacağını, işsizliğin azalacağını, petrol gelirlerinin artmasıyla altyapı yatırımları ve sosyal programların genişletileceğini umuyor. Molla Rejimi olası toplumsal direnç mekanizmalarını kırmak için sürekli bu umutları yeşerten bir propagandaya başvuruyor. Nitekim Mayıs ayında yapılan bir anket, İranlıların “yaklaşık yüzde 83’ünün kendisini mutlu ve iyimser hissettiğini” ortaya çıkarmış. Devlet haber ajansı IRNA’nın yaydığı bu haberin doğruya yakın olması büyük olasılık, çünkü Avrupa basınında ve bağımsız İran medyasında da “İran’da genel olarak iyimser bir atmosferin hakim olduğu” haberleri yer alıyor.
Molla Rejiminin nükleer program müzakerelerini rejimi güçlendirmek için kullandığı ve oluşan “iyimser havayı” söylemleriyle teşvik ettiği biliniyor. Ama öyle olmasa da halkın iyimserliğe kapılması için yeterince nedeni var. Çünkü 2012’de yüzde 7, 2013’de ise yüzde 2 gerileyen ve ancak 2014’de yüzde 1,5 yükselen ekonomik büyümenin olumsuz etkilerini en çok emekçi kitleler ve yoksul halk çekiyor. Yatırımları durduran ve memurlarına maaş dahi ödemekte zorlanan Molla Rejimi, İran para birimi Rial’in değer kaybetmesini ve enflasyonun çift haneli oranlarda kalmasını engelleyemedi. Gerçi enflasyon 2013’de yüzde 34,7’den 2015 Şubat’ında yüzde 15,8’e geriledi, ama bunun faturası Ahmedinejat döneminde başlatılan sosyal programların silinmesi ve yoksulluğun artması üzerinden gene emekçilere ve halklara ödetildi.
Fabrikaların ve üretim işletmelerinin ambargoların yol açtığı sonuçlar nedeniyle kapatılmaları, işsizlik oranlarını artırıyor ve işçilerin çoğunlukla enformel sektörde, her türlü sosyal güvenceden uzak çalışmak zorunda kalmalarına neden oluyor. Çalışma Bakanlığının verilerine göre sözleşmeyle çalışan işçi oranı sadece yüzde 7. İran işçi sınıfının büyük bir çoğunluğu genellikle en fazla 10 kişinin çalıştırıldığı atölyelerde istihdam edilmekte ve işçi koruma yasalarının kapsamı dışında tutulmakta. Aynı şekilde iş güvenliği neredeyse sıfır düzeyde. Gene Çalışma Bakanlığının verilerine göre sadece 2013 yılında iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçi sayısı 3 bini aşmış. Resmi verilere göre her hafta ortalama 40 işçi yaşamını yitiriyor. İş kazaları (!) genellikle, 1 milyon civarında sigortasız işçinin çalıştırıldığı inşaat sektöründe meydana geliyor. Çalışma Bakanı yardımcısı Hasan Hefdahtan’ın yabancı yatırımcıları özendirmek için verdiği bir demeci, rejimin itirafı gibi: “1997 ve 2011 yılları arasında üretim giderleri içindeki ücret payı yüzde 13’ten yüzde 5’e düştü”. Rejim, düşük ücret ve zorlu çalışma koşullarını uluslararası tekellere peşkeş çekmeye hazırlanıyor.
Parazit sınıfın temsilciliği: İslam Cumhuriyeti
Molla Rejimi tüm radikal dini söylemine rağmen, kapitalist üretim tarzının ve sömürünün koruyuculuğunu üstleniyor. Ülkedeki işsizliğin ve yaygın yoksulluğun asıl nedeni olan kapitalist sömürü gerçeğinin üstünü örtmek için “sorunlara ambargolar neden oluyor” propagandasına sarılıyor.
Ambargoların ekonomik sorunların artmasında belirli bir rol oynadığından kuşku yok, ki veriler bunu kanıtlıyor. Örneğin Sanayi, Madenler ve Ticaret Odası “ülkedeki sanayi teşekküllerinin sadece yüzde 40’ı çalışıyor. Golestan vilayetindeki pamuk üretim alanlarının 180 bin hektardan 10 bin hektara düşmesi nedeniyle 38 pamuk işleme fabrikası kapatılmak zorunda kaldı” açıklamasını yaparken, Çay Üreticileri Sendikası, “çay üretilen alanların büyük bir bölümü ormana dönüştü. Çay sektörü iflas ediyor” şikayetinde bulunuyor.
İşçiler düşük ücret nedeniyle 2 veya 3 işte birden çalışmak zorunda bırakılıyorlar. 25 Kasım 2014’de İran parlamentosunda yapılan bir görüşmede okunan İran İstatistik Dairesi ve Merkez Bankası verileri, 4 kişilik bir ailenin asgarî giderlerinin, yani yoksulluk sınırının ayda 875,00 Dolar olduğunu ortaya çıkardı. Yasal asgarî ücretin ayda 249,00 Dolar olması, işçilerin bir veya iki ek iş aramak zorunda olmalarının temel nedeni. 15-24 yaşlarındaki gençler arasındaki resmi işsizlik oranının yüzde 25’i geçtiği İran’da, Tahran belediyesinde çalışan orta düzey bir yöneticinin dahi ayda 500,00 Dolar’dan daha az bir maaş aldığı düşünülürse, orta katmanların dahi ne denli geçim sıkıntısı içinde oldukları görülebilir.
Ücretlerin düşük olması bir yana, geç ödenmesi de ayrı bir sorun oluşturuyor. İran burjuvazisi cimrilikte diğer uluslardan sınıfdaşlarından geri kalmıyor, aksine daha cimri davranıyor: işçilere ücretleri parçalar hâlinde ve aylar süren zaman farkıyla “avans” olarak ödeniyor. Geç ödenen ücretler ise şantaj olarak kullanılıyor ve buna itiraz edenler işten atılmanın yanı sıra, “düzeni bozma” suçuyla hapse atılma veya kırbaçlanma cezası ile tehdit ediliyorlar. Özellikle taşra bölgelerinde hane başına çalışan sayısının az olması nedeniyle, genellikle genç kadınlar böbreklerini satmak zorunda bırakılıyorlar. Sağlık Bakanlığının verilerine göre 2010 yılında 1.690 böbrek naklinin yapıldığı İran’da bir böbreğe yaklaşık 3.500,00 Dolar ödeniyor.
Bu iğrenç sömürü sisteminin temel taşıyıcısı Molla Rejimidir. Rejimin kendi resmi istatistikleri, yoksullar ve zenginler arasındaki gelir farkının en yüksek olduğu ülkenin İran olduğunu kanıtlıyor. İran burjuvazisi ile rejim aparatında yer alan kesimlerin efsanevî zenginliği, sarayları ve varlıklarını Batılı magazin basınında görmek olanaklı. Mollaların ve rejim aparatının zenginliği ise büyük oranda hırsızlığa, yolsuzluğa ve şantaja dayanıyor. Örneğin İran’ın en yüksek siyasi ve dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, İran ordusunun başkomutanı ve devlet başkanı olmasının yanı sıra, “İmamın Emiri” adlı ve 100 milyar Dolar’a yakın finans gücü olan kurumun yürütmesini kontrol ediyor.
Molla Rejimi, İran burjuvazisine olduğu kadar, rejim aparatına da önemli imtiyazlar vererek parazit bir yönetici katmanı da oluşturmuş durumda. Hamaney gibi önderler ve rejimin önde gelen isimleri – elbette çıkartılan fetvalara dayanarak – her türlü vergiden muaf tutulurlarken, ülke ekonomisinin en önemli sektörleri İran “Devrim Muhafızları” ve rejim tarafından kontrol edilen dini vakıfların elinde. “Devrim Muhafızları” ve dini vakıflar da her türlü vergiden muaflar. Bunun yanı sıra atölyeler gibi küçük işyerleri ve orta ölçekli işletmelerin büyük bir çoğunluğu, rejim bürokrasisinin, subayların ve “Devrim Muhafızları” mensuplarının elinde. Bilhassa bu kesimler işçilerini en zor koşullarda ve her türlü güvenceden yoksun olarak çalıştırıyorlar. Konumlarını kullanarak her türlü direnişi “rejim karşıtlığı” gerekçesiyle mahkemeler aracılığı ve verilen yüksek cezalarla en baştan boğmaya çalışıyorlar.
İran burjuvazisi ve mollalar aynı şekilde İran banka sistemini de yolsuzlukları için kullanıyorlar. İran banka sektöründe toplam 482 milyar Dolar düzeyinde bir birikim toplanmış durumda. Bu müthiş miktar, burjuvazi ve rejim aparatı tarafından karşılığı olmayan krediler ile yağma ediliyor. İran Merkez Bankası şu an için toplam 72,2 milyar Dolar tutarındaki kredilerin hiç bir karşılığı olmadığını ve geri ödenmelerinin beklenilmediğini belirtiyor. Rejim, devlet garantisi vererek böylesi kredilerle yağmayı teşvik etmeye devam ediyor.
Sonuç itibariyle Molla Rejimi, İran halklarının sırtından ve ülke kaynakları sayesinde kapitalist sömürü sisteminin ve burjuvazinin sınıf tahakkümünün devamlılığını sağlıyor. Nükleer program uzlaşısı sonucunda ambargo ve yaptırımların kalkmasıyla, ki bu Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerden sonra ilk kez böylesine büyük bir ülke pazarının emperyalizme ve uluslararası sermaye güçlerine açılması anlamına gelecek, rejimin ayakta kalma olanakları daha da artacak.
İşçi sınıfı sessiz değil
O açıdan iştahları kabaranlar sadece emperyalist güçler değil, işbirlikçisi olacak Molla Rejimi ve İran burjuvazisidir. Ancak İran işçi sınıfı, İranlı komünistler ve demokratik güçler, tüm baskılara, örgütsüzlüklerine ve zayıflıklarına rağmen sessiz kalmıyorlar. Son yıllardaki, özellikle 2014 yılındaki grevler ve direnişler bunu gösteriyor. İran Azerbaycan’ında, Hadormalu madenlerinde, 5 grevci işçinin kırbaç ve bir yıl hapis cezasına çarptırılmasına rağmen, işçilerin grevden vazgeçmemesi, ülke çapında binlerce küçük grev ve yürüyüşlerin gerçekleştirilmesi, hemen her gün ücretlerin zamanında ödenmesi için irili-ufaklı protestoların yapılması, ne kadar baskı altında tutulurlarsa tutulsunlar, işçi sınıfı ve yoksul kitleler arasında hoşnutsuzluğun ve direnme iradesinin arttığına işaret etmektedir. Kuşkusuz ambargo ve yaptırımlar kalkarsa sorunlar çözülür propagandası, İran’daki reel yaşam koşulları nedeniyle farklı toplumsal kesimler arasında karşılık buluyor, ama buna asıl sevinenlerin Tahran’ın kuzey mahallelerinde oturan zenginler olduğu da biliniyor. İranlı komünistler, yaptırımlar kaldırılsa, yatırımlar ve ekonomik büyüme sonucunda işsizlik oranı artsa bile, rejimin parazit yapısının değişmeyeceğini kitlelere anlatmaya çalışıyorlar. Kapitalist sömürü gerçeği, rejimin baskıcı yapısı ve egemenlerin imtiyazlı konumları, komünistlerin gerçeği söylediğini kısa zamanda halk kitlelerinin bilincine çıkaracaktır.
İran’daki genel durum ve güncel gelişmeler, özellikle İran’ın bölgede üstlendiği militarist rol, Molla Rejimi alaşağı edilmeden, işçi sınıfının ve yoksul kitlelerin  içinde bulundukları koşulların değişmeyeceğini kanıtlamaktadır. İran’ın kapitalist emperyalist sisteme entegre olması, kapitalist gelişme sürecinin oluşan koşullar nedeniyle yeni bir dinamik ve ivme kazanması, her ne kadar İran egemenlerinin konumlarını güçlendirmesine neden olacak olsa da, uzun vadede İran işçi sınıfının, ezilen İran halklarının, İranlı komünistlerin ve demokratik güçlerin Molla Rejimini alaşağı edebilmeleri için yeni olanaklar yaratacaktır. Çünkü değişmeyen yasallık bize kapitalizmin kendi gelişme süreci içerisinde kendi mezar kazıcısını yarattığını öğretmiştir.

Türkiye işçi sınıfının bilinçli kesimleri, devrimci güçleri ve komünistlerine bu bağlamda düşen ivedi görev, İran işçi sınıfı, ezilen halkları ve yoksul kitleleri ile olan dayanışmayı güçlendirmek, başta Kürt Özgürlük Hareketi ve İranlı komünistler olmak üzere, Molla Rejimine karşı verilen direnişi desteklemektir. Bölgede egemenlik kazanmak için mezhep savaşı kışkırtıcılığı yapan AKP rejimini geriletmek ve Türkiye’deki işçi sınıfı mücadelesi ile eşitlik ve özgürlük kavgasının bütünlüğünü sağlamak, bu görevlerin yerine getirilmesi için atılacak birincil adımlardır.