1 Nis 2016

»Macar salamı«


Almanya işçi hareketinde yaygın bir deyiş vardır: »Salam taktiği«. Bu metaforla sermayenin ve siyasî temsilciliğinin sendikal mücadeleler ile elde edilen kazanımları fark edilemeyecek şekilde dilim dilim geri alması kastedilmektedir. »Bir dilimden bir şey olmaz« yaklaşımını gösterenlerin belirli bir zaman sonra »salamdan« geriye hiç bir şeyin kalmamasına şaşırmamaları da ima edilir. Sermaye bu şekilde uzun vadeli ve istikrarlı bir şekilde çıkarlarını kollayan adımlar atmaktadır.

»Salam taktiğinin« günümüzün siyasî pratiğinde egemen sınıflarca nasıl kullanıldığını gösteren sayısız örnek var. Bugün »Macar salamı«, yani Macaristan örneğini ele alalım: Milliyetçi-muhafazakâr Viktor Orbán hükümeti yeni bütçe yasasını parlamentodan geçirerek, »salamdan« hayli kalın bir dilim daha aldı. Hükümet bu yasaya göre parlamentodan onay almadan kendi kararıyla, »istediği an, istediği bütçe kalemlerini değiştirebilecek«. Bu durumda parlamenter ve toplumsal muhalefetin hiç bir siyasî olanağı kalmayacak. Parlamento işlevini yitirmiş sayılır.

Ancak Orbán hükümeti bununla da yetinmeyeceğini ilân etti bile, çünkü daha büyük dilimler kesebilmek için yasa »bıçağını« iyice bilemeye başladı: »Olağanüstü Terör Hâli Yasası« ile! Hükümet, hazırladığı yasa ile »terör« gerekçesiyle geniş yetkilerle donatılmış Kanun Hükmünde Kararnameler çıkarma hakkını elde etmek istiyor. Süresiz sıkıyönetim ilânından başka bir şey olmayan bu yasa tasarısına göre, hükümetçe tespit edilen bir »terör tehdidi« durumunda 60 gün boyunca tüm temel hak ve özgürlükler rafa kaldırılacak, basın ve iletişim »ulusal güvenlik« kontrolü altına alınacak ve yasama-yargı-yürütme hükümet elinde toplanacak. Hoş bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için yabancı bir mesele değil, ama bahsettiğimiz ülke bir »muz cumhuriyeti« değil, Avrupa Birliği’nin üyesi bir ülke.

Daha önce Polonya örneğini vermiştik. Orada da benzer bir gelişme yaşanmakta ve milliyetçi-gerici bir hükümet burjuva demokrasisini ortadan kaldırmaya çalışmakta. Polonya ve Macaristan, ki tarihsel olarak gerici burjuva milliyetçiliğinin örnek ülkeleridir, AB’nin gelecekte nasıl şekilleneceğine dair iyi bilgi vermektedirler: Göstermelik demokrasicilik oyunundan başka hiç bir işlevi olmayan parlamentolarıyla neoliberal güvenlik rejimlerinin istibdadı altına sokulan, her türlü direnişin »terör eylemi« olarak yaftalanmasıyla temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılacağı ve burjuvazinin açık sınıf diktatörlüğünü kuracağı bir coğrafya olacak.

Bu resim kimilerine abartılı gelebilir, ancak tüm AB içindeki gelişmeler buna işaret ediyor. Bu, emperyalist güçlerin artan saldırganlığının bir sonucu ve elbette refah toplumlarının »güvenlik« için özgürlüklerinden vazgeçmelerinin. »Güvenlik« için özgürlüklerinden feragat edenlerin, güvenliklerini ve özgürlüklerini kaybedeceklerinin teyididir aslında bu. Yeri geldiğinde parlamenter demokrasiciliğe secde eden, ama otoriter uygulamalar karşısında şaşkına düşen liberal hayalperestlere anımsatalım: Burjuvaziye güvenen, her şeyini kaybedebilir. İnsanlığın kurtuluşu, ezilen ve sömürülenlerin kurtuluşu ile olanaklı olacaktır. Bu kadar basit!