2 Ağu 2016

»Ankara’nın beşinci kolu«

Avrupa’daki burjuva medyasının baş gündemi Türkiye olmaya devam ediyor. 15 Temmuz darbe girişiminden ve ardından başlatılan süreçten bu yana istisnasız tüm medya araçları Türkiye’deki gelişmeleri sürekli manşetten vermekte, okur yorumlarını genişçe yayımlamakta ve özellikle internette dikkat çeken analizleri sayfalarına taşımaktalar. Temel tandansın Türkiye’deki otoriter uygulamalardan duyulan derin kaygılar olduğu ve kamuoyu algısına bu şekilde »uzak durulması gereken bir Türkiye« resminin yerleştirildiği söylenebilir.

Burjuva medyasında yer alan Türkiye haberlerinin genellikle AB’nin ve öncü AB üyesi ülkelerin hükümetlerinin Türkiye politikalarını destekler nitelikte olduğu ve Avrupa kamuoyunda yaygın bir şekilde yerleşik olan önyargıları da beslediği vurgulanmalı. Örneğin AKP’nin yurt dışı örgütü olan UETD’nin 31 Temmuz 2016’da Köln kentinde gerçekleştirdiği miting, burjuva medyası tarafından, AKP hükümetini eleştirmenin yanı sıra, göçmen ve mülteci politikalarındaki sertleştirmeleri desteklemek için araçsallaştırıldığı görülmekte. Muhafazakâr Alman gazetesi FAZ, Köln mitingine katılan Erdoğan taraftarlarını »Ankara’nın beşinci kolu« olarak nitelendirerek, F. Almanya’da tartışmalı olan »çifte vatandaşlık« uygulamasına karşı olan pozisyonları desteklemek ve göçmen politikalarındaki liberal yaklaşımları yermek için kullanıyor. Görüldüğü kadarıyla bu »Türkiye karşıtı« (aslında »Erdoğan karşıtı«) haber trendi önümüzdeki haftalarda hızlanacak – elbette Türkiye’de olası bir demokratikleşme sürecini desteklemek amacıyla değil. Bu açıdan Avrupa’da nasıl bir Türkiye algısı oluştuğunu irdelemek için salt burjuva medyasının haberleri ve yorumlarıyla yetinmek yeterli olmayacak. Türkiye’ye yönelik bakışın asıl arka planını görebilmek için hükümetlerin uygulamalarına ve hükümetlere yakın araştırma kuruluşlarının değerlendirmelerine bakmak yararlı olur.
Aslında AKP’nin iktidara geldiği 2002’den sonra uzun bir süre Türkiye »İslam dünyasına örnek olabilecek bir ülke« olarak gösteriliyor, AKP’nin »İslam’ı parlamenter demokrasiyle uyumlu hâle getirip, refah düzeyini artıran« bir siyasî formasyon olduğu vurgulanıyordu. Burjuva medyası »Türk iktisat mucizesi« başlığıyla birinci sayfalardan AKP’nin »ekonomik reformları başarıyla uyguladığını« bildiriyor, Avrupa kamuoyunda olumlu bir algı gelişiyordu. Ancak Türkiye’nin zikzaklı dış politikası, Ortadoğu’da emperyalist güçlerin uzun vadeli çıkarlarını zedeleyen girişimleri, kapitalist rekabete başkanlık sistemi ile devlet müdahalesini yerleştirme çabası, sözde »barış sürecini« bitirerek, kirli savaş metotlarına yeniden başvurması ve emperyalizm için yaşamsal olan »istikrarı« tehlikeye düşürmesiyle birlikte bu algı hızla değişmeye başladı.
Nitekim 17-25 Aralık süreci, Ortadoğu’daki gelişmeler, Rojava’nın başarılı savunması, Kürdistan kentlerinin yerle bir edilmesi, antidemokratik uygulamalar, mülteci kitlelerinin »şartlı rehin« olarak kullanılması ve AKP’nin siyasî gerçekleri kibirli ve mezhepçi bakışla değerlendirmesi, AKP rejimi ve AB arasındaki gerilimlerin artmasına neden oldu. 15 Temmuz ve ardıl süreci ise, emperyalist dayatmaları güçlendiren bir olgu olarak ele alınmaya başlandı.
Avrupa’daki emperyalist ülkelerin, ABD ile birlikte, 15 Temmuz ve ardıl sürecinin emperyalist cephedeki çıkar çelişkilerinin ve bu cephede sürdürülen strateji değişikliği çatışmalarının bir sonucu olarak değerlendirdiklerini, darbe girişiminin faali olarak gösterilen Gülen hareketine yönelik yaklaşımlarından okumak olanaklı. F. Alman Şansölyesi bütçesinden finanse edilen ve genellikle F. Alman devletinin dış politik aklının tercümanı olarak kabul edilen »Politika ve Bilim Vakfı-SWP«, darbe girişimi sonrasında yaptığı bir analizde, »AKP hükümetinin ABD’nin Gülen’i iade etmek için istediği kanıtları göstermesi, girişimin ardındaki güçlerin ortaya çıkartılması için bir fırsat olacaktır. Ancak ordunun ve hükümetin kartlarını bu kadar açıp açmayacakları belli değil« tespitini yaparak, darbe girişiminin ardındaki asıl gücün Gülen hareketi olmadığını imasını yapıyor.

Gerçekten de SWP’nin NATO ile ilgili olarak yaptığı analizleri okuduğumuzda, emperyalist güçler arasında Ortadoğu politikaları konusunda ciddi tartışmaların olduğunu ve hesaplaşmaların velayet savaşları gibi, Türkiye üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldığını görmemek mümkün değil. Öyle ya da böyle; Avrupalı emperyalistler burjuva medyası üzerinden AKP rejimi üzerinde kamuoyu baskısını artırarak, uzlaşı arayışında olan rejime koşullarını dayatmaya ve stratejik partnerliğin yenilenmesi için kendi koşullarını kabul ettirmeye çalıştıkları söylenebilir. Emperyalistleri ne OHAL, ne de antidemokratik uygulamalar rahatsız etmemektedir. Aslolan kendi çıkarlarıdır ve halihazırda »istikrar« sağlanmasını istemektedirler. FAZ’de yer alan bir yorum, istenilene tercüman olmuş: »Türkiye karar vericileri, darbe girişimini geniş tabanlı bir yönetimle demokratikleşme için fırsat olarak kullanmalıdır«. Yarın öbür gün bir AKP-CHP-MHP Geçici Hükümeti görürsek, şaşırmamalıyız.