Savaş aygıtı NATO’nun, ittifakın
ikinci büyük ordusuna sahip üyesi olan ve AB ile stratejik işbirliğini devam
ettiren Türkiye’de gerçekleşen darbe girişimi ve ardından tüm şiddeti ile
başlatılan kontrdarbeyi salt ülkenin iç dinamikleri ve iktidar mücadelesi ile
açıklamaya çalışmak, naif bir çaba olur. 15 Temmuz’u ve ardıl sürecini 2013’de
Katar’daki yönetim değişikliği ve Mısır’daki Sisi darbesi ile bağlantılı olarak
ele aldığımızda, gelişmelerin asıl arka planını daha iyi görebiliriz.
Öncelikle görmemiz gereken,
emperyalist güçlerin ve işbirlikçileri olan bölge despotlarının monolitik bir
yapıyı oluşturmadıkları ve hem emperyalist güçlerin, hem emperyalizm ile bölge
güçlerinin, hem de bölge güçlerinin kendi aralarındaki çıkar çelişkileri ve
örtüşmelerinin dünya siyasetini belirleyen temel etmenler olduklarıdır. 15
Temmuz ve ardıl süreci bu çıkar çelişkileri ve örtüşmelerinin bir sonucudur.
Kontrdarbe ise, iktidar mücadelesini – şimdilik – kazananların emperyalist
güçlerle yeni uzlaşı arayışına girdiklerinin bir ifadesidir.
Ancak 15 Temmuz ve ardıl süreci
aynı zamanda emperyalist güçler arasında Ortadoğu’ya yönelik strateji
kavgasının sertleştiğini de ortaya çıkarmıştır. Bu strateji kavgası sadece
emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki değil, aynı zamanda ve öncelikle
emperyalist ülkelerdeki sermaye fraksiyonları arasındaki çıkar çelişkilerine
dayanmaktadır.
Örnek vermek gerekirse: ABD’nin
askerî-sınaî kompleksinin ana taşıyıcıları olan enerji ve silah tekelleri,
stratejik önceliği Pasifik’e vermeyi ve Ortadoğu’da »istikrar çapası« olarak
gördükleri bölge güçleri üzerinden kontrolü ellerinde tutmayı isteyen sermaye
fraksiyonlarından farklı olarak, özellikle Suriye’ye askerî müdahalede
bulunulmasını istemektedirler. Siyasî temsilcileri olan Neocon şahinler,
yönetime gelme şansları az olduğundan, ABD ordusu içinde ve gizli servislerde
kendilerine yakın subaylar üzerinden Obama yönetimini strateji değişikliğine
zorlayacak manipülasyonlar gerçekleştirmektedirler. 2015 Kasım’ında Türkiye’nin
bir Rus uçağını düşürmesinin, bu manipülasyonların bir sonucu olduğu yeterince
dile getirildi zaten.
Diğer yandan emperyalist cephenin
bir diğer ağırlık merkezi olan F. Almanya’daki sermaye fraksiyonları arasında
da çelişkiler görülmektedir. »Transatlantikçiler« ve »Avrupacılar« olarak
nitelendirilebilecek bu fraksiyonların stratejik yönelimleri arasındaki
farklar, ABD’nin, dolayısıyla da NATO’nun Ortadoğu politikalarını etkilemekte
ve kısa vadeli stratejilerde çatlaklar oluşmasına neden olmaktadır.
Ancak tüm bunlar, emperyalist
güçlerin çıkar örtüşmelerini uzun vadede değiştirmemektedir: Her zaman olduğu
gibi, işbirlikçi rejimlerin tahammül sınırını aşan kontrol dışı girişimleri
ortak çabalarla »cezalandırılmaktadır«. Nasıl Katar’da yönetim değiştirildi,
Mısır’da darbe desteklendiyse, Türkiye’de de her an benzeri bir değişim söz
konusu olabilir. AKP’nin, CHP ve MHP’ye yaklaşıp, »milli mutabakat« arayışında
olduğu sinyalini ve uzlaşı teklifini vererek, değişimde belirleyici aktör kalmak
istediğini göstermesi, bu tehlikeyi sezmesindendir. »Şanghay« diyerek, sert
tedbirler uygulayarak, baş aktör olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Ancak diktatoryal
uygulamalar aldatmamalıdır: Rejimin temeli sarsılmıştır. Öyle görünmese de,
çöküş süreci hızlanmıştır.