24 Kas 2011

Özür dilemek


Şahadet ederim ki, yeryüzünden başka vatan, insanlıktan başka millet yoktur. İnsanlığın selamı üzerinizde olsun - »Özür dilemek bir erdemdir« derler. Doğru, ama ya »özür« kabahatten büyük olursa? Ya »özür« gerçekten özür dilemek için değil, stratejik hesapları kılıflamak için kullanılıyor ve tarihsel kabahatlerin yeniden üretimine temel oluşturuyorsa?
Tarihe geçen önemli özür momentleri vardır. Hafızama kazınanlarından birisi, dönemin Alman şansölyesi Willy Brandt’ın 7 Aralık 1970’de Varşova Gettosu Kahramanları Anıtı önünde diz çöktüğü fotoğraftır.
Hermann Schreiber adlı bir Spiegel yazarı o zamanlar fotoğrafı şöyle yorumlamıştı: »Eğer, vahşetin sorumlusu olmayan ve o dönem buna katılmayan bu adam kendi isteği ile Varşova Gettosu’na gidiyor ve orada diz çöküyorsa, bunu kendisi için yapmıyor demektir. Buna ihtiyacı olmayan adam, diz çökmeleri gerekli olan, ama buna cesaret edemeyen herkes adına diz çöküyor. Kendisinin işlemediği bir suçu üstleniyor, affa ihtiyacı olmamasına rağmen, af diliyor. İşte o zaman o adam orada Almanya adına diz çöküyor«.
Tarihin onurlu sayfaları, onurlu davranan insanlara açıktır. Willy Brandt, siyasî yaşamını doğru bulalım ya da bulmayalım, tarihin onurlu sayfalarında yer almayı tek bir hareket ile hak etmiş bir siyasetçidir. Keşke günümüz siyasetçileri onu örnek alabilseler...
Söz özürden açılmışken, bir özür de ben dilemeliyim.
Köşe yazısı yazmak sahiden zor zenaatmiş. Hem gündelik siyasetin, hem de köşenin yer sınırları arasında yapılan değerlendirmelerin fazlasıyla yüzeysel olma tehlikesi var. Yoğun dezenformasyon bombardımanı ve insanın üzerine sinen kan ve barut kokuları da düşünülürse, konuyu aydınlatayım, bilgi vereyim derken, esası göz ardı edebilirsiniz. Bu tehlikelerden ise kendinizi ancak ilkesellikle koruyabilirsiniz. İlkelerin çizdiği ufuk, sınırları kaldırabilir.
Bir kitap çalışması esnasında yazdıklarımı gözden geçirdiğimde, bazı dönemler ilkelerimi unutmuş olduğumu, unutarak suç ortağı olduğumu gördüm.Şöyle açıklayayım; »Ergenekon« sürecinde ilk tutuklamalar başladığında, generalleri, işkencecileri, devlet adına cinayet işleyenleri ve onlara destek olanları bir nevî manevî tazminat hissi ile izlemiştim. Ceberrut devlet politikaları, kirli savaş, faîli belli cinayetler, darbeler, işkenceler ve dahası üzerine solun onyıllardır söyledikleri, bizzat devlet tarafından teyid ediliyordu.
Ama tutuklananların tutuklanma biçimlerinin, basına sızdırılan »belgelerle« yargısız mahkum edilmelerinin, savunma haklarının kısıtlanmasının hukuka aykırı olduğunu görmek istemedim. Sustum. Ve diğer susanlar gibi, bugünkü sürecin önünün açılmasına suç ortağı oldum, kendi ilkelerimi çiğnedim.
Elbette darbecilerin, katillerin ve işkencecilerin yakalanmaları, mahkeme önüne çıkartılmaları ve cezalandırılmaları tartışma götürmez. Suçlular, çektirdikleri bütün acıların, dökülen kanların hesabını vermelidirler. Ama tek bir şartla: demokratik hukuk devleti esaslarının, yani hukukun üstünlüğünün ve kuvvet ayrılığı ilkesinin çerçevesinde. Demokratik hukuk devleti, demokrasi ve özgürlükleri ortadan kaldıranlara, hatta bunun için darbe yapmaktan, cinayet işlemekten, terör estirmekten çekinmeyenlere de demokratik hukuk devleti esasları uygulandığında ancak var olabilir. Hukuk, herkes için vardır. Keyfîyetin başladığı yerde, hukuk biter.
Başkasına yapılan haksızlığı, kendime yapılmış gibi hisseden ben, katillerimize ve işkencecilerimize yapılan haksızlığa ses çıkarmayarak, intikam duygularına teslim oldum. İntikam duygusunun iyi bir yol gösterici olmadığını unuttum, ilkelerime ters düştüm. Bunun için okurlarımdan ve dostlarımdan özür dilerim.
Suça ortak olduğunu hissetmek, insanın içini acıtıyor, ama düşünmeye, kendi kendine muhasebe yapmaya da sevk ediyor. Kendimce çıkarttığım sonuç ise, daha fazla okumak, daha fazla derinlemesine düşünmek, öğrenmek ve ilkelerimden taviz vermeden daha fazla yazmaya çalışmaktır. Kendi kendini her gün yeniden sorgulamak, »insana dair herşeyden şüphe etmek« ve hep yeniden üretmek.
* * *
Mesleğimdeki yoğun çalışma temposu, nihayet sonlandırmak istediğim üç kitap çalışması ve hazırlamak istediğim dosyalar nedeniyle, yıl başından itibaren, sayfalarında düşüncelerimi paylaşma onuruna eriştiğim Özgür Gündem ve Yeni Özgür Politika gazetelerindeki köşe yazılarıma maalesef ara vermek zorunda kalacağım.