19 Şub 2013

Hey gidi Karadeniz!


Halkların Demokratik Kongresi (HDK) temsilcileri ile BDP’li milletvekillerinin Karadeniz gezisinde ortaya çıkanlar, çok insanı umutsuzluğa sokmuş gibi görünüyor. Öyle ya, ipini koparmış »kitleler« öğretmenevlerine, arabalara, parti ve örgüt binalarına saldırmış, Karadeniz bölgesine gelen milletvekillerini lince kalkışmıştı. Bu bir iki günde meydana gelen olayların arkasında baktığımızda, umutsuzluğa kapılmak için çok fazla neden olmadığı görülebilir. Yani tüm bu olaylar, solda duranlara daha fazla umut vermeli.

Neden mi? Önce görüngülere bakmadan, Türkiye’nin tarihsel bir gerçeğine bakalım. Türkiye’nin 1908’lerden bugüne kadarki tarihi içerisinde meydana gelen istisnasız bütün büyük toplumsal olaylar, pogromlar, linçler ve bilimum saldırılar, kitlelerin veya halkın »kendiliğindenciliğinden« değil, doğrudan devlete hakim kesimlerin çıkarlarını kollamak, gelişmeleri istedikleri yöne çekmek veya gerçekleştirmek istedikleri siyasî adımlara maddî temeller yaratmak için planlı ve programlı olarak gerçekleşmişlerdir. Bu olaylara katılan sıradan »halk« ise – tabiî sıradan halktan iseler – sadece figüran rolünü oynamışlardır.
Elbette bu kendilerini »Türk« olarak tanımlayan geniş halk kesimlerinin milliyetçi, muhafazakâr, şövenist ve şiddet eğiliminde olmadığı anlamına gelmemektedir. Zaten siyasî partilerin bugüne kadar aldıkları oy oranları da bunu kanıtlamaktadır. Ancak böylesi milliyetçi ve şöven kitlelerin kendiliğinden belirli eylemlere kalkışmış olduklarına pek rastlanmaz, ki bu dünyanın her yerinde böyledir. »Yangını« çıkartan da, zamanı gelip »söndüren« de devlettir, devlete egemen kesimlerdir.
Devlet ve devlete egemen kesimlerin homojen bir yapı olmadığı, farklı çıkar gruplarının, farklı fraksiyonların olduğu doğrudur. Buna rağmen, bilinen bürokratik yapısıyla devlet karar vericilerin yönlendirmesiyle mekanizmasını işletir. Gene de, Stefanos Yerasimos’un »Beckett Sendromu« olarak adlandırdığı, fiîlin niyeti aştığı süreçler de olanaklıdır. Yani polis teşkilatının yöneticileri »müsamaha« gösterecekleri belirli olaylarda, »müsamahalarını« abartabilirler, aynı Sinop ve Samsun’da olduğu gibi. Ama tüm bu gerçekler, Sinop ve Samsun’da meydana gelen olayların, spontane olduklarını kanıtlamaz.
Peki, devlete egemen olan kesimler bu olayları çıkartmaya neden gerek görmüşlerdir? Birden fazla neden sayabiliriz: Birincisi, devlet Kürt hareketine »otur oturduğun yerde«, yani »Kürtsen«, »Kürt kal« sinyalini vermiştir. Kürt siyasetinin, örneğin HES’lerle ve diğer özelleştirme politikalarla bağlantılı olarak hükümet politikalarına karşı muhalefet eden dinamiklerle buluşması, bir araya gelmesi ve anlaşabilmesi, hükümetin uzun vadeli çıkarlarına aykırıdır.
Diğer taraftan, ikincisi, muhafazakâr sünni nüfus yoğunluğu olan Karadeniz bölgesindeki yoksul halkın, ki bu kesimlerin »şehit« sayısı hayli yüksektir, Kürtlere karşı düşmanca duygular beslemeye devam etmesi istenmektedir. Bu şekilde bölge halkının karşı karşıya kaldığı ekonomik ve toplumsal sorunların gerçek nedenlerinin üzeri daha rahat örtülebilmekte, halkın örgütlenmesi daha rahat engellenebilmektedir. Tersinden ise, Karadeniz’de böylesi olayları örgütleyerek, Kürtler arasında da Karadenizlilere karşı düşmanca duyguların ortaya çıkması umulmaktadır. Komşu halklar arasındaki husumet, her zaman ve her yerde egemenlerin işini kolaylaştırır.
Ve üçüncüsü, ki bunu son günlerin KESK tutuklamaları ve süregiden »milliyetçilik karşıtı« söylemle de bağlantılı görmek gerekir, Kürt hareketinin Türkiye sosyalistleri ile var olan bağlantısı koparılmak istenmektedir. DHKP-C örgütünü tasvip etmeyebilir, hatta karşı çıkabilirsiniz, ama tam da böylesi bir süreçte bu örgüte karşı atılan adımların »entegre stratejinin« bir parçası olduğunu görmek zorundasınız. Bir yandan, »solun şiddet yatkını« olduğu iddiasıyla (liberallerin yorumlarına bkz.) sosyalistlerin marjinalliğe itilmesi sağlanmak istenmekte, diğer yandan da Kürt hareketinin »sola bel bağlamaması«, asıl partnerinin »AKP olduğunu görmesi« telkin edilmekte ve sonucunda Kürt hareketinin bölünmesi, en azından bir kısmının AKP’nin yedeğine girmesi sağlanmak istenmektedir.
Peki, neden umutlu olmalıyız? Birincisi, yukarıdaki nedenler. İkincisi, sıradan halkın ne Sinop’ta, ne de Samsun’da olaylara karışmamış olması, üçüncüsü, HDKlilerin Karadeniz’e gitmek istemesinin dahi egemenlere ne denli korku salmış olduğudur. HDK, BDPli milletvekilleri ve Kürt hareketi doğru yoldadır. Dik durmalı, bölgenin yoksul halklarının buluşmasını, dinamiklerinin ortaklaşmasını sağlamaya çalışmalı, neoliberalizme ve militarizme karşı halkların ortak direnişini örecek adımları atmaya devam etmelidirler.
Bir Laz olarak, Sinop ve Samsun’un, bu zorunluluğu ve en ufak denemesinin bile egemenleri korkutmaya yettiğini göstermesi nedeniyle, umutsuz olmak için en ufak nedeni görmüyorum...