Geçen
hafta kaldığımız yerden Günay Aslan’ın yazısını irdelemeye devam edelim. Günay,
şöyle yazıyor: »(...) Eskinin katı
inkarcı ve imhacı sistemi çözülmüş, statüko çökmüş, eskinin ilişkileri
ağırlıklı olarak tasfiye edilmiştir. Şimdi ilişkiler yeniden düzenlenmektedir.
Oslo’da başlayan, İmralı’da devam eden ›müzakereler‹ bunun içindir.«
Günay’ın
bu tespiti, ki liberaller ile bir çok Kürt aydını da bu iddia da buluşmaktadır,
üzerinde durulması gereken bir yanılgıyı içeriyor. Aslında rasyonel bir
değerlendirme gerektiren güncel durum, emosyonalite ile ele alınmaktadır.
Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında gerçekleştirilen trajik olayların yarattığı
duygusallık, son derece anlaşılırdır.
Ancak
emosyon, reel durumu değerlendirmek ve bu değerlendirmeden siyasî sonuçlar
çıkartmak için iyi bir yol gösterici değildir. Bilim bu nedenle analizlerini
her zaman empirik verilere ve çıplak gerçeğe dayandırır. Çıplak gerçek nötrdür
ve duygusal değil, soğukkanlı bakış açısıyla ele alınmayı gerektirir.
İddia, »eskinin katı inkarcı ve imhacı sisteminin
çözülmüş« olduğu ve »statükonun«
çöktüğüne dairdir ve temelinde AKP’nin »askerî-bürokratik vesayet rejimini
ortadan kaldırdığı« algısı yatmaktadır. İddianın gerçeğe yakın olup olmadığını,
yani »statükonun« çöküp çökmediğini ortaya çıkarmak için, rejimin karakteristik
özelliklerinin değişip değişmediğini incelememiz gerekir.
Türk
»ulus devletinin« kurulduğu günden bu yana ezilen Kürt halkının kendisini Kürt
olarak tanımlaması, anadilini kullanması engellenmiş, Kürtler
»Türkleştirilmeye« çalışılmış ve buna direnenlere karşı zor kullanılmıştır. Her
isyan kanlı bir biçimde bastırılmış, PKK’nin ortaya çıkmasının ve hâlen devam
etmekte olan silahlı direnişin koşulları yaratılmıştır. İnkâr ve imha
siyasetine dayanan »statüko« kısaca böyle tanımlanabilir. Bunun Türk »ulus
devletinin« oluşma sürecinin bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz.
Peki,
»statükonun« çöktüğünü, rejimin karakteristik özelliğinin değiştiğini gösteren
emareler nelerdir? Görüngülere bakılarak AKP’nin generalleri »dize getirdiği«;
Kürtlerin varlığını tanıdığı; müzakerelere işaret edilerek, Kürt sorununun
çözümü için »irade sahibi« olduğu; anadilde eğitim, basın-yayın haklarını
tanıdığı; Güney Kürdistan’da olduğu gibi, bağımsız bir Kürt »ulus devletini«
kabul edebileceğini gösterdiği ve anayasaya etnik kimlikler üstü bir
vatandaşlık tanımını yerleştirmek istediği örnek olarak gösterilebilir.
Doğru,
ama şüphesiz on yıl öncesine nazaran olumlu görülebilecek bu adımlar »statükonun«
çöktüğünü kanıtlıyor mu? Hayır! Bunların kanıtladığı tek gerçek, »statükonun«
yeni »elbiseler« ile yola devam ettiğidir. Neden? Bir kere 2011 verilerine göre
134 milyar Dolar ihracat gerçekleştiren Türkiye kapitalizminin bugün ulaştığı
aşamada »kemalist elbise« artık dar gelmektedir. Diğer yandan sermaye
birikiminin bugünkü seviyesi, dış pazarlara açılmayı ve yurtdışındaki
yatırımları askerî araçlarla güvence altına almayı gerektirmektedir. Bu
zorunluluk, ülkenin jeostratejik konumu, modernize edilmiş TSK ve Ortadoğu’daki
enerji kaynaklarına olan devasa gereksinim, dış ve savunma politikalarını
belirlemekte, »bölgesel güç« olmayı dayatmaktadır. Bunun yapılabilmesinin
önkoşulu ise »evin içini temizlemektir«.
»Milliyetçilik
karşıtı« söylemin ve »Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ortak paydasının«
ardında duranlar bu maddî gerçeklerdir. »Statükoda« yeni olan bir şey varsa, o
da »sünnî din kardeşliği« temelindeki »yeni ulus« anlayışıdır. Bu »yeni ulus«
anlayışını kabul eden, neoliberal uygulamaları ve yayılmacı siyaseti
onaylayanların kendilerini »Laz«, »Kürt« veya »Türk« olarak tanımlamaları artık
önemli değildir. Önemli olan, görünümünü değiştiren »statükonun«
kabullenilmesidir.
Oslo ve
İmralı müzakereleri, »statüko çöktüğü« için değil, yoksul Kürt halk hareketinin
direnişinin bir sonucu olarak yürütülmektedir. Egemen bloktaki »tasfiyelerin«
nedeni ise, zamana ayak uyduramayanların »ayıklanmasıdır«. İlişkilerin yeniden
düzenlenmeye çalışıldığı doğrudur, ama bunun da amacı, temel sorunu »PKK
sorununa« indirgemek ve AKP’nin »yegâne partner« olduğunu telkin etmektir.
»Statükonun« propagandif başarısı, farklı kesimleri »çöktüğüne« inandırmasıdır.