2 Şub 2015

Egemenlerin rövanşizmi

Bundan 70 yıl önce, 27 Ocak 1945’de Kızıl Ordu başta Auschwitz olmak üzere Polonya’daki üç toplama kampında bulunanları özgürleştirmişti. 1940 – 1945 yılları arasında sadece Auschwitz’de en az 2,8 milyon insan katledilmişti. Auschwitz bugünkü kuşaklara Alman faşizminin vahşi yüzünü hatırlatan en önemli sembollerden birisi hâline geldi. Buna rağmen Polonya hükümeti bu yıl yapılacak olan anma etkinliklerini tarihsel gerçekleri ters yüz etmek için kullanacak.

Polonya’daki gerici ve Leh milliyetçisi hükümet, anma etkinliklerine Almanya cumhurbaşkanı Joachim Gauck başta olmak üzere, NATO ülkelerinin devlet ve hükümet başkanlarını davet ederken, Auschwitz’i kurtaran ve Hitler faşizminin yenilgiye uğratılmasına en fazla katkıyı sağlayan Sovyetler Birliği’nin ardılı olan Rusya’nın devlet başkanı Wladimir Putin’i davet etmedi.
Elbette Putin ne Sovyetler Birliği’nin, ne de savaşın asıl yükünü taşıyan Sovyet insanları ile Kızıl Ordu’nun resmî temsilcisi değil. Aksine, Putin Rusya’daki kapitalist restorasyonu hızlandıran sermaye fraksiyonlarının temsilcisi, belki de en önemli aktörlerden birisi. Ancak, nasyonalsosyalist Almanya’nın hukuki ardılı olduğunu kabul eden ve bugün yeniden »dünya gücü« olmaya çalışan emperyalist Almanya Federal Cumhuriyeti’nin en üst düzeyde temsil edildiği bir anma etkinliğinde Rusya’ya yer verilmemesi, tam anlamıyla siyasî ve ahlaki bir skandaldır.
Aslında bu adımı egemenlerin rövanşizmi olarak nitelendirmek gerekiyor. Sovyetler Birliği’nin, daha doğrusu dönemin tek sosyalist ülkesinin, yani işçi sınıfı iktidarının büyük kayıplara ve tarifsiz acılara rağmen Polonya’yı faşizmin pençesinden kurtarmış ve Avrupa’da faşist barbarlığa nihâyet vermiş olması, 70 yıl sonrasında dahi burjuvaziyi ve genel olarak kapitalist ülkeleri rahatsız etmektedir. Tüm eksikliklerine rağmen, dünyayı kan gölüne çeviren faşizmi dize getirenin ve emperyalist planları boşa çıkaranın sosyalizm olduğu gerçeği unutturulmak istenmektedir. Sovyetler Birliği’nin faşizme karşı verilen mücadelede 27 milyon yurttaşını kaybettiği gerçeği, tek kelime ile anılmamaktadır.
Bu yaklaşım Batı emperyalizminin Doğu Avrupa politikalarından bağımsız ele alınamaz. Baltık ülkeleri, Polonya ve Ukrayna’daki yeni burjuvaziyi kendilerine bağlayan ABD ve AB emperyalizmleri, Rusya’yı NATO stratejileri çerçevesinde dünyanın muhtelif bölgelerinde körükledikleri ihtilaflarda kendi yanlarına çekmek için ellerindeki tüm kozları oynamaya çalışmaktadırlar. Rövanşizm hem bu açıdan, hem de hâlâ korktukları sosyalizm hayaletinden ebediyen kurtulmak için kullanılan bir araç hâline getirilmiştir. Bu aynı zamanda, geleneksel Rus düşmanlığı ile birlikte Polonya ve diğer ülkelerdeki sermaye diktatörlüklerini sürdürmeye yarayan bir egemenlik aracıdır.

Egemenlerin tarih rövanşizmi ve sosyalizmi karalama çabaları boşuna. İnsanlık, faşist barbarlığa karşı en etkin mücadeleyi verenleri unutmadı henüz. Komünistler var olduğu müddetçe de, Kızıl Ordu’nun ve Sovyet insanının faşizmi yenilgiye uğratması unutulmayacaktır.