3 Mar 2015

İspanya »başarabilecek« mi?


Podemos hareketi ve İspanyol »demokratik devrimi« üzerine

2014 Ocak’ında kurulan ve 11 Mart 2014’de siyasi parti olarak kaydolan Podemos (Türkçesi »Başarabiliriz«) hareketi, Yunanistan’da sol liberal hareket Syriza’nın zaferiyle yeni bir ivme kazanarak, İspanya siyasetini altüst edebilecek ve AB elitlerini kara kara düşündüren bir faktör hâline geldi. Son kamuoyu araştırmaları Podemos’un en güçlü parti olduğunu gösteriyor. Süper seçim yılı 2015 İspanya için bir kader yılı olacak gibi.

Bu yıl çeşitli seçimler yapılacak: Mayıs’ta 17 özerk bölgenin 13’ünde ve Eylül’de Katalunya’da bölge hükümet seçimleri ile çok sayıda yerel seçimin yanı sıra Kasım’da parlamento seçimleri yapılacak. Seçim sonuçlarının İspanya burjuva demokrasisinde depreme yol açması bekleniyor. Podemos, salt mutlak çoğunluğu elde etmeyi değil, aynı zamanda esaslı bir dönüşüm sürecini başlatacağını şimdiden ilân etti bile.

Türkiye’de kimi kesimler Syriza ve Podemos’u HDP’ne benzetiyorlar. Bu açıdan Podemos’u yakından incelemek, benzerlikleri gözden geçirmek, hareketin olanaklarını, sorunlarını ve sınırlarını irdelemek yararlı olacak – her ne kadar Türkiye ve İspanya’daki koşullar tamamen farklı ve benzerlikler izafî olsa da...

Radikal sol mu, uysal devrimciler mi?

Burjuva medyası gerek Syriza’yı, gerekse de Podemos’u tamınlarken »radikal sol« kavramını kullanıyor. Aslında kelime anlamı »sorunun köküne inmek« olan radikallik, bu şekilde »aşırılık« olarak lanse ediliyor, içeriği boşaltılmış bir radikalizmden bahsederek, »reform« olarak adlandırılan sermaye yanlısı tedbirlere karşı çıkanları, sistemi sorgulamasalar dahi, marjinal ve aykırı düşünenler olarak göstermeye çalışılıyor.

Kendisini »sol-sağ şeması dışında« konumlandıran Podemos’u »radikal sol« olarak nitelendirmek pek gerçekçi bir tahlil değil. Podemos’da radikal veya aykırı sayılabilecek yegâne yan, partinin harekete geçirebildiği toplumsal mobilizasyon ve örgütlediği yerel gruplardır. Şu anda ülke çapında 900’den fazla yerel grup oluşmuş durumda ve bunlar (Gezi forumları gibi) katılımcı örgütlenmeyi önceliyorlar. 2014 Ekim’indeki parti kurultayına on bin kişinin katılmasıyla ve mahallelerde »komşu toplantıları« örgütlemesiyle dikkat çeken Podemos, bu yapılanmasıyla İspanya partilerinden tamamen farklı.

Podemos’un 1990’lardan bu yana artarak devam eden »temsilîyet« krizinin bir sonucu olduğu söylenebilir. Podemos her ne kadar kısa bir sürede kitleselleşmiş ve çoğunlukla önceleri siyasi aktivitesi olmayan kesimleri taşıyıcıları hâline getirmiş olsa da, »gökten zembille inen« bir hareket değil. Özellikle 2011’den bu yana süren çeşitli toplumsal direniş hareketlerinin oluşturduğu bir maya üzerine kurulu.

Örneğin kapitalizm eleştirisiyle demokratik talepleri bağlayarak burjuva demokrasilerinin sistemsel sınırlarını zorlayan »15M-Hareketi«, 2011 protestolarının zayıflamasıyla ortadan kalkmamış, aksine farklı toplumsal alanlarda kendine yer edinerek, »Mareas« olarak adlandırılan ve kamusal öğrenim ve sağlık alanını koruma veya ipoteklerini ödeyemedikleri için zorla evlerinden çıkarılanların direniş platformu »PAH« gibi oluşumları ortaya çıkartmıştı. Sonuçta bu oluşumlar 2014 ilkbaharında ülke çapında protestolar ve Madrid’de 1 milyon insanın katıldığı bir mitingi örgütleyebilmişlerdi.

Bu gelişme iki gerçeği ortaya çıkardı: Birincisi, siyasi – bilhassa sol partilerin ötesinde ve bu partilerden bağımsız geniş bir toplumsal direnç potansiyelinin varlığıydı. Ancak, ikincisi, neoliberal rejim kitlesel protestoları uysallaştırabiliyordu. Örgütlü işçi sınıfı hareketine dayanmayan ve izin alıp, kapitalizmin gündelik işleyişini rahatsız etmeden yapılan yürüyüşler, rejimi de rahatsız etmiyordu.

Dikey hiyerarşi ile katılımcı örgütlenme deneyi

İspanya’daki sosyal hareketlerin karşı karşıya bulundukları bu iki gerçek, iktisadî sistem sorgulanmadan halkın geniş katılımının sağlanacağı bir iktidarın kurulup kurulamayacağı sorusunu güncelleştirmektedir. Podemos bu soruya »sadece iktidarı değil, siyasi alanın yeniden belirlenmesini hedefliyoruz«, yani kurumsal çerçevenin esaslı dönüşümü iddiasıyla yanıt veriyor.

Podemos’un bu iddiası, Barcelona’da katılımcı yerel yönetim oluşturmak isteyen »Guanyum Barcelona« gibi 15M-Hareketinin ardılı örgütlenmeler arasında geniş yankı buluyor. Ancak Podemos dikey yapılanma ile oluşan bir parti. Podemos, katılımcı demokrasiyi savunan, ama yönetimi de elden bırakmamakta kararlı 5 siyaset bilimcisi, Pablo Iglesias, Juan Carlos Monedero, Carolina Bescansa, Luis Alegre ve Iñigo Errejón tarafından kuruldu.

Kısmen Venezuela ve Bolivya’da çalışmış olan kurucu grup, Latin Amerika deneyimlerini içeren bir strateji geliştirerek, toplumsal hoşnutsuzluğu alternatif bir siyasi hegemonyaya dönüştürme ve böylelikle klasik reformist politikaların ötesine gidebilecek bir toplumsal mobilizasyonu hedefliyorlar. Latin Amerika ülkelerindeki kalkışmaların ve protesto hareketlerinin neoliberal politikaları on yıl boyunca engellemelerinin ötesinde, anayasa değişiklikleriyle farklı dönüşüm süreçlerini tetikleyebildikleri gerçeği, Podemos kurucuları için önemli bir örnek oluşturuyor. O nedenle programatik söylemde siyaset kurumlarını kökünden değiştirecek bir »demokratik devrimden« bahsediliyor.

İspanya’nın özgül sorunu olarak nitelendirilebilecek demokratik devrim programının çerçevesini ise iki temel unsurla çizmeye çalışıyorlar: İlk göze çarpan izafî belirsizliktir. Neoliberalizm eleştirisi çok açık bir şekilde ifade edilirken, bu eleştiriden çıkartılması gereken sonuçlar belirsiz kalıyor. Kendisini »sol-sağ şeması dışında« konumlandırarak »yeni olanı« temsil ettiğini iddia eden Podemos, toplumsal ihtilafları sınıf sorunu olarak ele almayarak, bu izafî belirsizlikle »aşağıdakiler« olarak tanımladığı farklı toplumsal katmanlara ulaşabiliyor. Burada öne çıkan ayrım, toplum ve yolsuzluklara bulaşmış »eski siyasi kastlar« ayrımıdır, ki bu yaklaşım neoliberal tedbirlerin sonuçları altında ezilen geniş toplumsal kesimlerin duygu dünyasına tercüman olmaktadır. Belirsizlikle birlikte kavramlara yeni içerikler katılmaya çalışılıyor. Örneğin Podemos lideri Iglesias İspanya’da son derece sorunlu olan »yurtseverlik« kavramına sahip çıkarak, olumlu içerik katmaya çalışıyor: »Yurtsever olmak, demokratik kaderini tayin hakkını her alana yaymak ve kamusal olanı savunmak anlamına gelmektedir« diyor ve peşinden de Katalanlar ile Baskların İspanyollar ile beraber yaşama sorusuna ancak kendilerinin karar verme hakkı olduğunu savunuyor.

İkinci temel unsur ise, »eski« sisteme karşı başarılı olabilecek bir »alternatif proje« sahibi olma iddiasıdır. Bu nedenle partinin bütün enerjisi 2015 seçimlerinde geleneksel »iki parti sistemini« alaşağı etmeye yoğunlaştırılıyor. Bu öylesi bir inançla ifade ediliyor ki, Syriza zaferinden sonra »başka alternatif yok« gerekçesiyle mutlak çoğunluğu hedeflediklerini söylüyorlar bile. Burada da Latin Amerika deneyimlerinin temel alındığı görülmektedir: izafî belirsizlik ve mutlak çoğunluk hedefiyle, reel karar alma mekanizmalarından dışlanmış toplumsal çoğunluğa siyasi bir alan açılarak, yeni bir kuruluş sürecinin başlatılacağı iddia ediliyor.

Projenin handikapları

Podemos’un programatik belirsizliğinin parti içerisindeki farklı akımlar arasında ideolojik ihtilaflara yol açmamasının tek nedeni, tüm enerjinin »iki parti sistemini« yıkmaya yoğunlaşmış olmasıdır. Bu hedefe ulaşıldıktan sonra veya yenilgiyle karşılaşılması durumunda böylesi ihtilaflar, hatta bölünmeler kaçınılmaz görünüyor. Çünkü parti son derece heterojen: Zamanında Irak savaşını destekleyen ve neoliberal partiler içerisinde yer alan Avrupa parlamenteri Pablo Echenique gibi farklı siyasetçilerden, politikadan uzak durmuş kesimlere, sosyal hareket aktivistlerine ve sosyalistlere kadar çok renkli parçalardan oluşan parti tabanının ortak hedef olmadığı takdirde bir arada kalabilmesi olanaksız.

Projenin diğer bir handikabı ise, kurucu grubun elitist yönetici çevresi olarak tabandan kopma olasılığıdır. 2014 Ekim’inde kabul edilen parti tüzüğü, partinin yapılanmasını aşırı derecede Pablo Iglesias’a bağımlı kılmış durumda. Gerçi Iglesias şu ana kadar hep etik bir birleştirici gibi davrandı ve bütünleştirici bir politika izledi. Aynı zamanda son derece heterojen yapıların her zaman birleştirici güçlü sembollere ve kimlik oluşturucu figürlere ihtiyacı olur. Ama bu gerçekler, bugünün iyi niyetli bütünleştiricilerinin, yarının despotik yöneticileri olamayacakları anlamına da gelmez. Aksine – Alman Yeşiller örneğinde olduğu gibi – programatik belirsizliğe sahip ve önder şahsiyetlerce bir arada tutulan heterojen yapılarda oportünist kültürün yerleşmesi ve farklılıkların despotik yönetimler lehine kullanılması tehlikesi son derece reeldir.

Ancak sorulması gereken asıl soru başka: Podemos, şu andaki parlamenter yapıyı değiştirmenin ötesine giden bir dönüşüm gücüne ve programa sahip midir? Önce Podemos’un vaatlerinden hareketle yapabileceklerine bakalım: Bir kere ilk yapılması gereken, İspanya halklarının büyük tepkisine yol açan yolsuzluğun sona erdirilmesidir. Bunun için örneğin kamu projeleri ve idare toplumsal kontrol altına alınmalı, yöneticilerin maaşlarına üst sınır getirilmeli ve kararlara halkların doğrudan katılımı yasal olarak güvence altına alınmalıdır.

İkincisi, kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi ve zorla evden çıkarma politikaları sona erdirilmeli, şimdiye kadarki uygulamalar ile özelleştirmeler iptal edilerek, kilit sanayiler ve mali sektör toplumsallaştırılmalıdır. Kârların özelleştirilmesine, ama buna karşın zararların toplumsallaştırılmasına karşı çıktığını söyleyen Podemos’un inandırıcılığı için bu adımlar turnusol işlevini görecektir.

Üçüncüsü, sosyal hareketlere ve özellikle bağımsızlık hareketlerine karşı yürütülen inkâr ve baskı politikaları durdurulmalı, tüm antidemokratik yasalar değiştirilmelidir. Örneğin Katalanlar ile Baskların kendi kaderlerini tayin hakkını kullanabilecekleri koşullar yaratılmalıdır.

Ve nihâyetinde, dördüncüsü, İspanya’da Latin Amerika ülkelerindekine benzer yeni bir kurucu anayasa süreci başlatılmalıdır. 1978 anayasası frankocu, bölgeci, sosyaldemokrat ve euro-komünist parti yönetimlerinin üzerinde anlaştığı ve bugüne kadar demokrasi açığını kapatamayan bir elitler projesiydi. Gerçi 1978 anayasası 40 yıllık diktatörlük sonrasında ülkeye nefes aldırabilmişti, ama Frank faşizminin devlet ve ekonomideki taşıyıcıları ile gerçek bir hesaplaşmayı da engellemişti. Esaslı bir dönüşüm sürecini başlatacağını iddia eden Podemos’un bu nedenle yapması gereken, salt hukukçular ve siyasetçilerden oluşan bir anayasa koyucu meclisini açmak değil, İspanya halklarının geniş katılımını garanti eden, milliyetler sorununu çözmeyi ve toplumsal adaleti hedefleyen bir toplumsal anayasa tartışmasını en geniş mutabakatla sonuçlandırmak için kolları sıvamak olacaktır.

Kamuoyu araştırmalarının gelecek seçimlerde, mutlak çoğunluk dahil, büyük başarı elde edebileceğini öngördüğü Podemos’un iktidara geldiğinde bu vaatlerini yerine getirmesi, şüphesiz tüm Avrupa’yı etkileyecek önemli adımlar olacaktır. Ancak Podemos’un bu adımları atabileceğine dair ciddi şüpheler var.

Öncelikle unutulmaması gereken, İspanya’nın AB ve NATO üyesi bir ülke olduğudur. AB’nin Euro Bölgesinde uyguladığı politikalara uymakla yükümlü, NATO üyeliği çerçevesinde emperyalist güçlerin küresel stratejilerine dahil olan ve İspanya burjuvazisinin devleti ve kurumlarını mutlak kontrolünde tuttuğu bir ülkede, tüm bunlara temel oluşturan egemen iktidar ve mülkiyet ilişkilerini sorgulamadan anılan adımların ne kadarının gerçekleştirilebileceği, yanıtlanması gereken en temel sorudur. Podemos’un programatik belirsizliğinin toslayacağı ilk duvar, bu soru olacaktır.

Bununla birlikte, aralarında İspanya Komünist Partisi’nin de yer aldığı sol birlik »Izquierda Unida«nın yaşadığı sorunlar, Podemos’un karşılaşabileceklerine de işaret etmektedir. Sosyaldemokrat PSOE ile defalarca farklı düzeylerde koalisyonlar kuran sol birlik Izquierda Unida, bir tarafta partiyi yegâne »amaç« hâline getirmiş, diğer tarafta da yolsuzluklara bulaşmıştı. Gerçi Podemos şu an için sol birlik gibi bürokratik bir korseye sıkışmış durumda değil, ama parlamento bürokrasisi, parti aparatı gerekliliği, profesyonel kadro çalıştırma zorunluluğu ve parti içindeki akımların örgütsel çıkarları siyasi yönelim hâline getirme yatkınlığı, benzer sonuçlara yol açabileceklerdir.

Gene de; tüm bu olumsuz olasılıklara ve sistemsel sınırlara rağmen, Podemos gibi bir partinin iktidara gelmesi, İspanya halklarının ve emekçi kesimlerin lehine olacaktır. Gerek parlamenter, gerekse de parlamento dışı mücadele olanakları artacaktır. Sermaye iktidarının, burjuvazinin egemenliğini yıkmadan kalıcı olarak hiç bir sorunun çözülemeyeceğine inanan bir komünist olarak, işçi sınıfı ile ezilen ve sömürülenlerin yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirecek her adımı olumlu adım olarak görmekteyiz. Bizim için önemli olan sınıf mücadelesini yükseltecek olanakları sonuna kadar kullanmaktır. Podemos şu an için bu olanakları sağlayabilecek önemli bir mevzi olarak görünüyor. Daha ötesini sağlamak, İspanya halklarının komünistlerinin görevi olacaktır.