Nasyonalsosyalist cinayet şebekesi NSU ile ilgili
belgelerin Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından yok edilmesi, teşkilat
başkanı Heinz Fromm’u koltuğundan etti. Ardından da Thüringen eyalet teşkilatı
başkanı Thomas Sippel görevden alındı. Alman devleti ne yapsa, bir türlü NSU
skandalının üstünü kapatamıyor. Muhafazakâr gazeteler bile, teşkilatın »sağ
gözünün kör« olduğunu yazmaya başladılar.
Teşkilatın, teşkilat ile birlikte güvenlik güçlerinin,
toplum içerisinde »güven« kaybetmesi, Almanya siyaseti için son derece hassas
bir durum. Böyle olunca, kurulduğundan beri sahip çıkılan teşkilata,
muhafazakâr siyasetçiler ve yazarlar dahi eleştiri yöneltiyorlar. Ancak, bu
çerçevede yapılan yorumların ve tartışmaların amacının, »teşkilat sisteminde hatalar olabilir, ama bu teşkilatın lağv
edilmesini gerektirmez« görüşünü yaygınlaştırmak olduğu söylenebilir.
Aslına bakılırsa, sistemde hata falan yok, sistem, hatanın ta kendisi. Üstü
örtülmek istenen bir gerçek de bu.
NSU olayı, Alman devletinin gizli servisleri, sözde
Anayasayı koruma teşkilatları ve güvenlik güçlerince neofaşist kişi ve
örgütleri doğrudan kullanıp, yönlendirdiği kanıtlamaktadır. Bu açıdan asıl
yapılması gereken, Anayasa’yı, yani Bonn Temel Yasası’nı bu teşkilatlardan
korumaktır.
Bunca yıllık siyasî yaşamımda sürekli gözlem altında olan
bir kişi olarak, teşkilatın sağ gözünün kör olduğuna inanmadım hiç. Aksine,
gerek federal ve eyalet teşkilatları ile bu kurumun, gerekse de Federal Haber
Alma Dairesi BND ve askerî gizli servis MAD’nin Almanya’da, hatta Avrupa’da
cirit atan, silahlı silahsız, bütün neofaşist ve neonazi çetelerinden haberdar
olduğunu, dahası en radikal kesimlerini içlerindeki memurlarıyla doğrudan
yönlendirdiğine inanmaktayım. Son dönemde Federal Parlamento’da ve bazı
eyaletlerde oluşturan »NSU cinayetlerini araştırma komisyonlarının« bugüne
kadar ortaya çıkardıkları gerçekler, bu inancımı pekiştirmektedir.
Teşkilatla ilgili tartışmalarda hasır altı yapılmaya
çalışılan diğer bir gerçek, bu kurumların 1949 sonrasında bizzat Hitler
faşizminin adamları tarafından kurulduklarıdır. Nazi döneminin üst düzey
memurlarının ve Gestapo’nun önde gelen yöneticilerinin kurduğu gizli
servislerin, aşırı sağa veya neofaşizme / neonazizme göz yummayacaklarını
beklemek, fazlasıyla naif olur.
Ama, güncel tartışmaların arka planını anlamak için, bu
gerçek pek önemli ve yeterli değildir. Asıl kavga, başka amaçla ilgili. Bir
kere Alman devletinin suç üstü yakalanmış olmasının üstü örtülmeye
çalışılmaktadır. Diğer yandan, ikincisi, servislerin parlamentolar tarafınca
demokratik kontrolünün yapılamadığının ortaya çıkmasının paniği yaşanmaktadır,
ki kamuoyunda en fazla tepki bunun için verilmektedir. Ve üçüncüsü, teşkilatın
otoriter neoliberal dönüşümün gereklerine göre yeniden yapılandırılması zorunlu
görülmektedir.
Sol Parti ve nedense son dönemde fikir değiştiren
Yeşiller, Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın her düzeyde lağv edilmesini talep
ederlerken, CDU/CSU teşkilatın güçlendirilmesini ve »reorganizasyonunu«
savunuyorlar. Federal İçişleri Bakanlığı’nında şimdiden »merkezî süper
daire«den bahsedilmektedir.
Polis teşkilatı ile gizli servislerin organik ayrılığı,
Hitler faşizminin deneyimleriyle Temel Yasa’ya yazılmıştı. Hükümetin basına
sızan planlarına bakılırsa, orta vadede Temel Yasa’nın en önemli maddelerinden
birisi geçersiz hâle getirilecek ve örgütsel çerçevede Gestapo’dan farklı
olmayan merkezî bir kurum oluşturulacak. Okur bu benzetmeyi belki biraz sert
bulabilir, ancak tarih, hele ki yakın Almanya tarihi, merkezîleşmiş gizli –
polis teşkilatlarının neler yapabileceklerini yeterince kanıtlamıştır. Bu
nedenle Gestapo benzetmesi, pek aykırı benzetme değil bence.
Ama umutsuz olmak için neden yok. Bonn Temel Yasası’nı
yazan insanlar (aralarında çok yakın bir arkadaşımın annesi de var) sahiden
akıllı insanlarmış. Nazilerin iktidarı nasıl ele geçirdiklerini kendi
deneyimleri ile bildiklerinden, Temel Yasa’ya, özgürlükçü demokratik hukuk
devleti düzenini koruyan maddeler de eklemişler. Temel Yasa’nın 20. Maddesi, demokratik
hukuk düzeninin yıkılma çabalarına karşı her Almana direniş hakkını
tanımaktadır.
Kimi hukukçu, bunun sadece bir hak olmadığını, aynı zamanda
yurttaş yükümlülüğü anlamına geldiğini savunuyor. Her zaman vurgularım; Temel
Yasa’dan öğrenecek çok şey var. En önemlisi de şudur: haksızlığın hukuk olduğu
yerde direniş haktır! Türkiye’nin »entelijensiyasına« duyurulur!