Gelenektendir, her yıl sonunda afilli cümlelerle yeni yıllarını kutlarız yakınlarımızın, dostlarımızın. Halbuki bilmez miyiz ki, salt dilemek ve umut etmekle o barış, sağlık, aydınlık ve mutluluk dolu günler gelmeyecektir – uğruna mücadele etmedikçe, bedelini ödemeyi göze almadıkça?
30 Ara 2010
24 Ara 2010
Suikast!
Okuduğum kadarıyla AKP genel başkan yardımcısı Ömer Çelik bey, »son özerklik tartışmalarını, resmî dilin iki dilli olması tartışmalarını, ben Türkiye’deki gerçek demokratikleşme sürecine, gerçek açık toplum arayışlarına suikast teşebbüsü olarak görüyorum« diye buyurmuş. Ayrıca, Demokratik Özerklik ve Anadil taleplerinin »siyaseti ve kültürü radikalleştirdiğini« söylemiş.
17 Ara 2010
Devlet mafyalaşırsa...
»Çekilen tüm acıları unutmamakla birlikte: Halklar arası kini derinleştiren milliyetçi motivasyonla, emperyalizmin dikte ettiği koşullar altında ilân edilen bir ›bağımsızlık‹, ulusların kendi kaderini tayin ilkesini iğfal eden bir referanstır. Bence Kosova Kürtler için bir örnek değil, ibret olarak algılanmalıdır.«
Yukarıdaki bu satırlar 23 Şubat 2008’de Yeni Özgür Politika’da yayımlanan »Kosova Kürtlere bir örnek mi?« başlıklı köşe yazımın son cümleleri. O günlerde yazıya bir hayli tepki almıştım. Ancak 2008’den bugüne kadarki gelişmeler beni haklı çıkartıyor.
Yukarıdaki bu satırlar 23 Şubat 2008’de Yeni Özgür Politika’da yayımlanan »Kosova Kürtlere bir örnek mi?« başlıklı köşe yazımın son cümleleri. O günlerde yazıya bir hayli tepki almıştım. Ancak 2008’den bugüne kadarki gelişmeler beni haklı çıkartıyor.
5 Ara 2010
Daha fazla Wikileaks, lütfen!
Ah internet, sen nelere kadirmişsin. ABD Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı’nın belgelerinin bir yerden bir yere güvenli ulaştırmak için Secret Internet Protokol Router Network – SIPRNet’i geliştirenler, gizli kalması gerekenlerin kendi sistemleri sayesinde internet ortamına düştüğünü görünce, herhalde internete lânet okumuşlardır. Nitekim Wikileaks, kontrol gücünün kaybolabileceğinin bir sembolü hâline geldi.
18 Kas 2010
»Terör« histerisi
G20 Zirvesi’nden bir hafta sonra ve NATO Lizbon Zirvesi’inden iki gün önce, 18 Kasım 2010’da Hamburg’da bir araya gelen İçişleri Konferansı, tam anlamıyla bir terör histerisi başlatmış durumda. Hazır NATO ülkeleri »yeni tehditler üzerine konuşurlarken gerekçe hazırlamaya çalışalım« mı dediler, onu pek bilemeyeceğim, ama »uluslararası terör« konusunu görüşen iki zirvenin arasında böylesi bir çıkış yapmak bana pek mânidar geldi.
»NATO 2020«
Emperyalizmin sürdürülebilirliliğinin stratejik konsepti
Lizbon’da bir araya gelen NATO ülkeleri, 1999 Yugoslavya Savaşı ile kurumsallaştırılan NATO Stratejik Konsept’ini yeniden biçimlendirecekler. Okuduğunuz bu yazı kaleme alındıktan bir gün sonra başlayan NATO Lizbon Zirvesi’nde karar altına alınacak olan yeni Stratejik Konsept’in içeriği, Zirve öncesinde gizli tutulmaya çalışıldı, ancak 2010 Haziran’ında yayımlanan bir rapordan içerikle ilgili ipuçlarını okumak olanaklı. Bu açıdan Zirve öncesinde bir analiz yapmaya çalışmak yanlış olmayacaktır.
Lizbon’da bir araya gelen NATO ülkeleri, 1999 Yugoslavya Savaşı ile kurumsallaştırılan NATO Stratejik Konsept’ini yeniden biçimlendirecekler. Okuduğunuz bu yazı kaleme alındıktan bir gün sonra başlayan NATO Lizbon Zirvesi’nde karar altına alınacak olan yeni Stratejik Konsept’in içeriği, Zirve öncesinde gizli tutulmaya çalışıldı, ancak 2010 Haziran’ında yayımlanan bir rapordan içerikle ilgili ipuçlarını okumak olanaklı. Bu açıdan Zirve öncesinde bir analiz yapmaya çalışmak yanlış olmayacaktır.
12 Kas 2010
Krizin efendileri kapışıyor
Perşembe günü Güney Kore’nin başkenti Seoul’da, küresel kriz ortamındaki beşinci G20-Zirvesi başladı. Dünya çapındaki GYSM’nın yüzde 85’ini elinde tutan sanayi ve önemli eşik ülkeleri bütün insanlığı yakından ilgilendiren konuları »görüşmek« üzere bir araya geldiler. Bu yazı kaleme alınırken başlamış olan zirvede, dünya egemenlerinin birbirleri ile kapışacaklarına dair hayli gösterge mevcuttu.
5 Kas 2010
Amaç çözüm değil, terbiye
Alman Şansölyesi Angela Merkel’in başkanlığında yapılan »4. Entegrasyon Zirvesi« de kayda değer hiç bir sonuç çıkarmadan sonuçlandı. Son haftalarda yaygın medyanın da körüklemesiyle sürdürülen onca tartışmadan sonra gerçekleştirilen zirve için »dağ fare doğurdu« dense, herhalde abartma olmaz.
29 Eki 2010
Kürdistan, İtalya’da olsaydı...
Geride bıraktığımız iki hafta ender yoğunlukta geçirdiğim günlerle doluydu diyebilirim. Önce Diyarbakır’da keyfiyetin ve hukuksuzluğun doğrudan tanığı oldum, ardından Stuttgart’ta farklı toplumsal katmanlardan insanların egemen politikaya geliştirdikleri ortak direnişlerine katıldım ve son altı günümü de üç resmî dilin (rakamla: 3) konuşulduğu bir bölgede geçirdim – hem de Avrupa’nın göbeğinde! Hani bir hakim olsaydım ve buna yetkim olsaydı, anadil konusunda ahkâm kesen herkesi önce Güney Tirol’a gitmeye ve bir kaç gününü burada geçirmeye mahkûm ederdim.
22 Eki 2010
Cumbabalar, başörtüsü ve Kürtler
Yazının başlığı okur için kafa karıştıcı olabilir. Öyle ya, Alman Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un Türkiye ziyaretinin, hadi diyelim Türk First Lady’si Hayrinüssa Gül’ün başörtüsüyle bir bağlantısı olabilir, ama bu ikisinin Kürtlerle ne alâkası var? Bence üçü de öylesine birbiri ile ilişkili ki, neredeyse komplo teorisi geliştirilebilir.
Teorileri bir yana bırakıp, gerçekleri gözden geçirmek daha aydınlatıcı olacak.
Teorileri bir yana bırakıp, gerçekleri gözden geçirmek daha aydınlatıcı olacak.
19 Eki 2010
Dava: Siyasî – Sanık: Kürt halkı
»KCK Davasını« izlemek için Almanya’dan gelen delegasyonla birlikte, bugünlerde olunması gereken yerde, Diyarbakır’dayım. Aslında davayı izlediğimiz de söylenemez, çünkü hükümeti, yargısı, emniyetiyle devlet davanın izlenememesi için bütün tedbirleri almış durumda. Daha ilk dakikalardan itibaren, davanın keyfî ve siyasî olduğu ortaya çıktı.
15 Eki 2010
Göçmen gençleri ve »Alman düşmanlığı«
Almanya’daki neoliberal elitlerin başlattığı sosyal ırkçı tartışma, bendini aşan bir sel misali Almanya kamuoyunu zehirlemeye devam ediyor. Aylar öncesinde ifade edildiğinde basında haber değeri bile bulamayan söylemler, bugün skandalize edilerek manşetlere taşınıyor.
8 Eki 2010
Almanya ve İslam
Gözümüz aydın: Almanya’nın nur topu gibi bir sorunu daha oldu! Neymiş »İslam artık Almanya’ya ait miymiş, yoksa değil miymiş«. Federal Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un, »Birleşik Almanya«nın 20. kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşma, Alman elitlerinin tartışması ve yaygın medya yayınları üzerinden Alman kamuoyunun gündeminin birinci sırasına oturdu.
5 Eki 2010
AB Rüyası: »Kedi masası«nda 50 yıl
Günlük gazetesinden, AB ile müzakerelerin başlangıcının 5. yılı nedeniyle bir yazı kaleme almam istendiğinde, önce yıldönümüne denk gelen gazete ve internet yayınlarına bakmamın doğru olacağını düşündüm. Öyle ya, 50 yıldır devam eden Avrupa Serüveni’nin son aşamalarıyla ilgili olarak yapılacak resmî ve siyasî açıklamalar, sürece ilişkin bir çok bilgiyi içerebilirdi. Hem bu açıklama ve haberlerden, gerek Türkiye ve Avrupa’daki karar vericiler ile siyasetçilerin, gerekse de kamuoyunun nabzı ölçülebilirdi.
2 Eki 2010
Emekçiler alanda, Alman sendikaları nerede?
Atina, Belgrad, Brüksel, Bükreş, Dublin, Lizbon, Paris, Prag, Riga, Roma, Varşova ve Vilnius kentlerinde Avrupa Sendikalar Birliği ETUC’un çağrısına uyan onbilerce emekçi, Avrupa egemenlerinin krizin faturasını emekçilerin ve yoksulların sırtlarına yükleme çabalarını protesto etmek için sokaklara döküldü. ETUC »Eylem Günü« çeşitli ülkelerde iş bırakmalar, grevler ve yürüyüşlerle şenlendi. Peki ya Almanya’da ne oldu? Kocaman bir hiç!
30 Eyl 2010
Özgür basın da yalanlara kanarsa...
Almanya’da yayımlanan Yeni Özgür Politika gazetesinin, 30 Eylül 2010 Perşembe günkü sayısında »El Kaide’nin ›kanlı planı‹ ortaya çıkartıldı« başlığıyla bir haber yer aldı. Haberde, Batılı istihbarat servislerinin El Kaide örgütünün Avrupa’nın bir çok kentinde kanlı eylem planlarını ortaya çıkarttığı ve bunun da Alman İçişleri Bakanlığı tarafınca doğrulandığı belirtiliyordu.
29 Eyl 2010
Beyaz Avrupa’nın sosyal ırkçılığı
Avrupa’da gene bir hayalet dolaşıyor – hayır, komünizmin hayaleti değil, aksine Avrupa toplumlarını bir vebalı nefesi gibi giderek zehirleyen ve biyolojizm ile kültüralizme dayanan sosyal ırkçılığın hayaleti dolaşıyor. Tüm Avrupa’da ırkçı ve sağ popülist parti ve hareketlerin peş peşe parlamentolara girmelerine ve bu şekilde yerleşik diğer partileri de »tabu kırmaya« ittiklerine tanık olmaktayız. Alman Federal Bankası’nın eski yönetim kurulu üyesi Thilo Sarrazin gibi medyada, üniversitelerde, kurumlarda ve partilerdeki elitler, Avrupa modernizminin »eşitlik, kardeşlik, özgürlük« gibi değerlerini – şimdilik toplumun bir kesimi için – geçersiz kılmaya çalışıyorlar.
Taraf gazetesi ve AKP’nin barışı
Son günlerde Taraf gazetesini okuyanlar, ha şimdi ha yarın »barış gelecek« kanısına kapılabilirler. Köşe yazılarında ve aslında birer yorum olan haberlerinde gazete tarafından mütemadiyen AKP Hükümeti’nin »bu sefer« barışı getireceği iddiası işleniyor. Açıkcası, kim getirirse getirsin de, yeter ki barış olsun diyeceğim, ama ah o »müzmin muhalif ruhum« kahrolsun, barış, iyi güzel de, kimin barışı diye sormadan edemiyorum.
24 Eyl 2010
Yeni tip ırkçılık: »Biyolojizm« ve »Kültüralizm«
Federal Merkez Bankası eski yönetim kurulu üyesi Thilo Sarrazin’in ileri sürdüğü tezlerin Batı Avrupa toplumlarının merkezinde ne denli yerleşik olduğunun kanıtını, İsveç’te yapılan Parlamento Seçimleri bir kez daha kanıtladı. »İsveçDemokratları« adını kuzu postu gibi taşıyan ırkçılar, bir Avrupa ülkesinin parlamentosuna daha girmeyi başardı.
12 Eyl 2010
Egemenlerin yenilgisi ve toplumsal bölünmüşlüğün tescili
Yarından itibaren bugün yapılan referandumun değerlendirmelerini ve manipülatif haberciliğin örneklerini devamla görmek olanaklı olacak. Muhakkak ki yaygın medyada yer alacak olan yorumlar, egemen cephenin hangi tarafında konumlanıldıysa, ona göre biçimlenecektir. Hatta şimdiden hangi cephenin, hangi yorumda bulunabileceğini de, televizyonlardaki haber programlarına katılanların söylediklerinden çıkartmak olanaklıdır.
Bu yazının kaleme alındığı saatte (Türkiye saati ile 21:45) Anayasa değişiklik paketi için yapılan halkoylamasında, seçmenlerin yaklaşık yüzde 58’i evet, yüzde 42’si de hayır oyunu kullandı. Katılım ise yüzde 70’in üzerinde oldu. Ancak salt bu sonuçlar, referandumun doğru okunabilmesi için yeterli değildir, çünkü Kürt hareketinin boykot kampanyası da değerlendirme içerisine alınmalıdır. Boykota bilinçli katılımın büyük olması, genelinde Kürt hareketi, özelinde siyasî parti olarak BDP için büyük bir başarı olarak görülmelidir.
Bu yazının kaleme alındığı saatte (Türkiye saati ile 21:45) Anayasa değişiklik paketi için yapılan halkoylamasında, seçmenlerin yaklaşık yüzde 58’i evet, yüzde 42’si de hayır oyunu kullandı. Katılım ise yüzde 70’in üzerinde oldu. Ancak salt bu sonuçlar, referandumun doğru okunabilmesi için yeterli değildir, çünkü Kürt hareketinin boykot kampanyası da değerlendirme içerisine alınmalıdır. Boykota bilinçli katılımın büyük olması, genelinde Kürt hareketi, özelinde siyasî parti olarak BDP için büyük bir başarı olarak görülmelidir.
10 Eyl 2010
Bir ağaç gibi ayakta ölmek...
Bugün acı bir gün.
Bugün otuz yılı aşkın bir süre birlikte mücadele ettiğim, siyasî yaşamımda her zaman kendisini örnek aldığım bir dostum, yoldaşım, İspanyol komünisti, antifaşist ve savaş karşıtı aktivist, 10 yıl boyunca Yabancılar Meclisleri Birliği’nde beraberce yönetimde bulunduğum Rogelio Garcia Barosso’nun ölüm haberini aldım.
Bugün otuz yılı aşkın bir süre birlikte mücadele ettiğim, siyasî yaşamımda her zaman kendisini örnek aldığım bir dostum, yoldaşım, İspanyol komünisti, antifaşist ve savaş karşıtı aktivist, 10 yıl boyunca Yabancılar Meclisleri Birliği’nde beraberce yönetimde bulunduğum Rogelio Garcia Barosso’nun ölüm haberini aldım.
4 Eyl 2010
Sarrazin ve deneme balonu
Alman Federal Merkez Bankası’nın ırkçı çıkışlarıyla tanınan yönetim kurulu üyesi Thilo Sarrazin, Almanya kamuoyunu meşgul etmeye devam ediyor. Başlangıçta bir çok kişinin »Sarrazin piyasa değerini artırmak istiyor, dikkate almamak lazım« dediği tartışma, sadece yaygın medyada değil, çoğunluk toplumunun gündelik yaşamında da öne çıkmaya başladı.
27 Ağu 2010
NATO ordularının yeni dizaynı
NATO üyesi ülkelerin ordularının yeni bir düzenlemeye gitmesi için gereken adımlar atılmaya başlandı. Görüldüğü kadarıyla orduların, Kasım ayında yapılacak olan NATO Lizbon Zirvesi’nin alacağı kararlara uygun hâle getirilmesi için gerekli yasal düzenlemelere başlanacak. Bilindiği gibi 28 NATO üyesi ülkenin 23’ü ordularının »profesyonelleştirilmesi« için kararlar almış durumdalar.
25 Ağu 2010
Mesele »vicdansızlık« değil, çıkar çatışmasıdır
Referandum süreci kısaldıkca egemen cephenin çeşitli kesimleri Kürt hareketine yönlik ideolojik-politik saldırganlıklarını artırıyorlar. Kimi dostum bana son günlerdeki haber ve yorumları okuduklarında, »nasıl olurda, aklı başında bunca insan böylesi vicdansız açıklama veya yorumlar yaparlar« diye hayıflandıklarını söylüyor. Ben ise onlara meselenin »vicdansızlık« değil, tamamiyle çıkar çatışması olduğunu söylüyorum.
20 Ağu 2010
AB’nde radikal fişleme
Ne zamandır vurgularım, bu gidişle Türkiye Avrupalılaşmayacak, Avrupa Türkiyelişecek diye. Nitekim Avrupa Birliği’nin neoliberal dönüşümü, demokratik hakların giderek daha çok budanması ve militaristleştirilmesi bu söylemimi kanıtlar düzeyde. AB’nin nasıl bir dönüşüm içerisinde olduğu ve Avrupa toplumlarının, yavaş yavaş ısınan suda kalan kurbağa gibi, nasıl dönüşümleri kabullenmeye alıştırıldıklarına dair sayısız örnekleri her gün incelemek olanaklı.
13 Ağu 2010
Likidasyon hukuku!
12 Ağustos 2010 günkü Frankfurter Allgemeine Zeitung’da yayımlanan bir makale hayli ilginç. Makalenin yazarı Ulf Haeussler, NATO’nun Norfolk’daki Allied Command Transformation biriminde hukuk danışmanı. Makalede ele aldığı konu ise »hedefli likidasyon«, yani Türkçe’si ile yargısız infaz.
Gates, Buffet & Co.
Almanca’da bir deyiş var: »Tanrı küçük günahları hemen cezalandırır« diye. Durumuma cuk oturdu doğrusu. Tatil bitiyor hergamesinde oraya-buraya giderken, geçen haftaki köşemi yazamadım. Okurun affına sığınarak, biraz »bayatlamış« bir konuya değinmek istiyorum.
31 Tem 2010
Pogrom
»Pogrom« Rusça bir kelime ve kargaşa, yakıp-yıkma, tahrip etme biçiminde Türkçe’ye çevrilebilir. Aslında 19. ve 20. Yüzyıl Rusya’sındaki Yahudi Pogrom’larına dayandırılsa da, Avrupa’da genellikle dinî ve etnik azınlıklara veya halkın bir kesimine karşı örgütlü, yağmalar, yakıp-yıkmalar ve cinayetlerle sonuçlanan linç olaylarını tanımlamak için kullanılır.
24 Tem 2010
Entelijensiya mı, nomenklatura mı?
Türkiye’de sürdürülen anayasa tartışmalarını izlerken, özellikle başta Taraf gazetesi olmak üzere »bu anayasa değişikliği ile askerî vesayet kalkacak« görüşünü yaygınlaştırmak isteyenlerin argümanlarını okurken, ister istemez »insan aklına böylesine hakaret reva mı?« sorusu kafama takılıyor. Argümanları sıralayanların entellektüel birikimine baktığımda ise, yeni moda deyimle »dumura uğruyorum«.
16 Tem 2010
Profesyonel ordu tartışmaları üzerine
Almanya’da kimi zaman hararetlenerek, kimi zaman da »tasarruf yapma« gerekçesiyle uzun zamandan beri sürdürülen »profesyonel ordu« tartışmaları, Türkiye’de de konu olmaya başladı. Daha doğrusu hükümete yakın duran kesimlerin, bilhassa Taraf gazetesinin TSK’nin »profesyonelleştirilmesi« adımlarını kamuoyu görüşünde makul kılma çabaları çerçevesinde örnek olarak gösterilir oldu.
9 Tem 2010
Taşlar yeniden yerine oturuyor
Son zamanlarda İsrail’deki Netanyahu-Liebermann-Koalisyonu’nun, Orta Doğu’da »istikrar«a gereksinim duyan ABD için rahatsız edici bir faktör hâline geldiğini bilmeyen yoktur herhalde. Özellikle aşırı sağcı Liebermann’ın kontrol edilemeyen politik çıkışları ABD ordu yönetiminin tepkisini çekiyor. Bu nedenle geçen Mart ayında Washington’a gelen Netanyahu diplomatik kurallar çerçevesinde soğuk karşılanmıştı.
8 Tem 2010
ASF ve umursamazlıklar ülkesinin basiretsizlik abidesi
Ya da »Türk Sosyalizmi«nin içler acısı hâli üzerine bir polemik
Dünya çapında sosyal forum süreçlerinin bir kriz içerisinde olduğu, bilhassa Avrupalı sosyal hareketlerin »başka bir dünya olanaklı«dan, »başka bir dünya sosyalizmdir« noktasına gelişinin hayli sancılı geçtiği ve yıkım yaratan küresel ekonomik ve malî krizin tek tek ülkelerdeki sosyal hareketleri »kendi sınırları içerisindeki« gelişmelere yoğunlaştırdığı bilinen bir gerçekti. Bununla birlikte, aynı Malmö’de görüldüğü gibi, kıtanın çeperinde düzenlenen bir foruma katılımın az olacağı da tahmin ediliyordu.
Dünya çapında sosyal forum süreçlerinin bir kriz içerisinde olduğu, bilhassa Avrupalı sosyal hareketlerin »başka bir dünya olanaklı«dan, »başka bir dünya sosyalizmdir« noktasına gelişinin hayli sancılı geçtiği ve yıkım yaratan küresel ekonomik ve malî krizin tek tek ülkelerdeki sosyal hareketleri »kendi sınırları içerisindeki« gelişmelere yoğunlaştırdığı bilinen bir gerçekti. Bununla birlikte, aynı Malmö’de görüldüğü gibi, kıtanın çeperinde düzenlenen bir foruma katılımın az olacağı da tahmin ediliyordu.
25 Haz 2010
»Warlords Inc.«
Meksika Körfezi’ndeki petrol felaketi nedeniyle kamuoyundaki popülaritesi düşen ABD Başkanı Barack Obama, Afganistan’daki ISAF birliklerinin komutanı olan general Stanley McChrystal’i görevden alarak, gündemi değiştirdi. Kimi gazeteciler, kendini beğenmişliği ve politikacılara duyduğu açık nefreti ile tanınan general McChrystal’in başkan Obama’nın notunu »hızır gibi« kurtardığını belirtiyorlar.
19 Haz 2010
Yoksullar daha yoksul, zenginler daha zengin
Almanya’nın bir gerçeği yeniden tasdiklendi. Alman İktisat Araştırmaları Enstitüsü DIW’nin yaptığı yeni araştırma, Almanya’daki yoksulların sayısının hem arttığını, hem de yoksulların daha da yoksullaştığını, bununla birlikte de zengin ve varlıklıların çok daha zenginleştiğini tespit ediyor. Aynı şekilde, Ren Kapitalizmi döneminde oluşmuş olan ve toplumsal piramidin geniş bir bölümününde yer alan orta katmanların yok olduğu, çoğunluğunun giderek daha hızlı bir biçimde düşük ücret sektörüne kaydığı görülüyor.
10 Haz 2010
Gelişmelere yetişememek...
Geride bıraktığımız günler, haftada bir yayımlanan bir köşe yazısının sınırlarını fazlasıyla gösterdi. Yapısı itibariyle köşe yazısında konular derinlemesine ele alınamıyor. Nitekim geçen hafta da onca soracak sorum olmasına rağmen, yazımı eklektik olarak bitirmek zorunda kalmıştım. Genellikle uluslararası politikaya değindiğim köşe bugün de maalesef eklektik olacak. Çünkü son bir haftanın gelişmeleri bir hayli yoğun. Okur, bu sefer telegraf stilindeki bilgilendirmemi umarım hor görmez.
4 Haz 2010
Gazze Şeridi: Değişen bir şey olacak mı?
İsrail’in, Gazze Şeridi’nin uluslararası hukuka aykırı olan ablukasını aşmak isteyen yardım filosuna yönelik korsanlığı, dünya çapında infiale yol açtı. Uluslararası sularda gerçekleştirilen saldırı, yürürlükteki bütün Deniz Hukuku maddelerine, BM Şartı’na ve daha da önemlisi insanî değerlere aykırı bir eylem. Suçu işleyen İsrail devleti olmasaydı, bugün, kendilerini »uluslararası camia« olarak nitelendiren Batılı ülkelerin, »askerî müdahale gereklidir« tartışmalarına tanık olurduk.
28 May 2010
»Indianerland« ve kowboyların travması
Afganistan Savaşı Almanya’daki gündelik yaşamın bir parçası oldu. Her an ve her yerde, savaş ve savaşın etkileri bir şekilde Almanların ağzından düşmüyor. Nasıl düşsün ki, savaş kışkırtıcıları her fırsatta »vatan cephesinde« safları sıklaştırmaya çabalıyorlar. Buna rağmen halk arasında Alman askerlerinin Afganistan’dan geriye çekilmesini isteyenlerin oranı giderek artıyor.
27 May 2010
Türkiye – Rusya ilişkileri üzerine
Geçen hafta sonu Günlük ve Yeni Özgür Politika gazetelerinde yayımlanan köşe yazımda, Mustafa Peköz ile Günay Aslan’ın yazılarına değinmiş ve »Türkiye – Rusya arasında gerçekleşen görüşmeler ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ›stratejik derinlik‹ olarak adlandırdığı politika, gerçekten de AKP hükümetinin, dolayısıyla Türkiye’nin hikmet-î hükümeti olarak sürdürdüğü Batı’ya yönelimden vaz geçtiği, ABD/AB ve Rusya seçenekleri arasında seçimini Rusya’dan yana mı yaptığı anlamına geliyor? Yani sevgili Günay’ın deyimiyle bir ›eksen kayması‹ mı yaşanıyor?« diye sormuştum.
Konunun derinliğine ele alınması, bir takım varsayımlara ve görüngülere dayanarak tahlil yapmayı engelleyecektir. Onun için önce görüngüleri ele alarak, bunların arka planlarını açmaya çalışmak doğru olur kanısındayım. Evet, Türkiye – Rusya ilişkilerinde önceki yıllara nazaran, bilhassa Soğuk Savaş yılları ile kıyaslanamayacak şekilde farklılıklar olduğunu teslim etmek durumundayız. Sadece Rusya devlet başkanı Medwedjew’in ziyareti esnasında dile getirilen »iki ülke arasındaki ticaret hacmini yılda 100 milyar Dolar’a çıkarma« arzusu, iki ülkenin de derinliği değişen ilişkilerden faydalanmak istediklerini göstermektedir. Elbette ülkeler arasındaki ilişkilerde son derece meşru bir beklentidir bu.
Konunun derinliğine ele alınması, bir takım varsayımlara ve görüngülere dayanarak tahlil yapmayı engelleyecektir. Onun için önce görüngüleri ele alarak, bunların arka planlarını açmaya çalışmak doğru olur kanısındayım. Evet, Türkiye – Rusya ilişkilerinde önceki yıllara nazaran, bilhassa Soğuk Savaş yılları ile kıyaslanamayacak şekilde farklılıklar olduğunu teslim etmek durumundayız. Sadece Rusya devlet başkanı Medwedjew’in ziyareti esnasında dile getirilen »iki ülke arasındaki ticaret hacmini yılda 100 milyar Dolar’a çıkarma« arzusu, iki ülkenin de derinliği değişen ilişkilerden faydalanmak istediklerini göstermektedir. Elbette ülkeler arasındaki ilişkilerde son derece meşru bir beklentidir bu.
26 May 2010
Parlamentodan, şirket yönetimine
25 Mayıs 2010 sabahı hıristiyan demokratlar şok edici bir haberle güne başladılar: CDU genel başkan yardımcısı ve Hessen Eyaleti başbakanı Roland Koch’un tüm makamlarından ve milletvekilliğinden istifa edeceği haberi birden bire Almanya’da günün haberi olarak manşetlere düşmüştü. Saat 12.30’da basın önüne geçen Koch, istifa edeceğini doğruladı ve bir politikacıdan beklenmeyecek bir tevâzu ile »yaşamım sadece politikadan oluşmuyor« açıklamasını yaptı. Ertesi günkü gazeteler ise genel olarak Şansölye Angela Merkel’in bir »erkeği« daha »hallettiği« yorumunu yapıyorlardı.
21 May 2010
Gerçekten »Avrasya Seçeneği« mi?
Son günlerde özellikle iki yazı dikkatimi çekti. İkisi de Türkiye – Rusya ilişkilerini ele alıyor. Birisi, Mustafa Peköz’ün sendika.org sitesinde kaleme aldığı »Türkiye’nin dış politika arayışları ve Rusya’nın artan önemi« başlıklı analiz, diğeri de Avrupa Barış Meclisi’nden çalışma arkadaşım Günay Aslan’ın Çarşamba günkü Yeni Özgür Politika’da yayımlanan yazısı. Her iki yazıda, ama bilhassa sevgili Günay’ın yazısında, »AKP’nin bir ›Avrasya Seçeneği‹ peşinde koştuğu, Türkiye’nin ABD ve AB yerine Rusya’ya yakınlaştığı« görüşü ağırlık kazanmış.
17 May 2010
Birleşerek, yerleşikliğe
Almanya solunun deneyimleri üzerine
2005 Federal Parlamento Seçimleri, uzun zamandır bölünmüş ve zayıf düşmüş olan Almanya politik solunun kendisinden beklenemeyeni gerçekleştirdiği bir seçim oldu. Henüz 2005 Ocak’ında kurulan ve ağırlıklı olarak Batı eyaletlerinde örgütlü olan Emek ve Toplumsal Adalet Partisi-Seçim Alternatifi (WASG) ile Doğu eyaletlerinde yerleşik bir halk partisi olan Linkspartei.PDS’in tek listeyle girdikleri ve toplam 4,1 milyon insanın oyunu (yüzde 8,7) aldıkları seçim, Almanya politikası açısından tam bir dönüm noktası oldu. Almanya’nın siyasî partiler yelpazesinin kalıcı olarak değiştiği ortaya çıkmaktaydı.
2005 Federal Parlamento Seçimleri, uzun zamandır bölünmüş ve zayıf düşmüş olan Almanya politik solunun kendisinden beklenemeyeni gerçekleştirdiği bir seçim oldu. Henüz 2005 Ocak’ında kurulan ve ağırlıklı olarak Batı eyaletlerinde örgütlü olan Emek ve Toplumsal Adalet Partisi-Seçim Alternatifi (WASG) ile Doğu eyaletlerinde yerleşik bir halk partisi olan Linkspartei.PDS’in tek listeyle girdikleri ve toplam 4,1 milyon insanın oyunu (yüzde 8,7) aldıkları seçim, Almanya politikası açısından tam bir dönüm noktası oldu. Almanya’nın siyasî partiler yelpazesinin kalıcı olarak değiştiği ortaya çıkmaktaydı.
15 May 2010
Solu terbiye etme çabaları
Beklenen oldu. Almanya’daki Kuzeyren-Vesfalya Eyalet Parlamentosu Seçimleri, hem Merkel-Westerwelle Hükümetine »sarı kart« gösterip, Jürgen Rüttgers’i koltuğundan etti, hem de 13. Eyalet Parlamentosu’na grup olarak giren DIE LINKE nedeniyle SPD-Yeşiller koalisyonu çoğunluk elde edemedi. CDU’nun yüzde 10’dan fazla oy kaybedebileceğini tahmin edemediğimden, bir çok gözlemci gibi ben de »Siyah-Yeşil-Koalisyonu«nun iktidara gelmesini olası görüyordum. CDU’nun kayıpları nedeniyle bu olasılık zayıfladı.
7 May 2010
Sola oy vermek için bir fırsat daha
Yunanistan’daki toplumsal olaylar ve AB egemenlerinin kriz karşısında aldıkları tavırlar, Almanya’daki önemli bir konuyu haber sıralamasında hayli geriye itti. Oysa 9 Mayıs 2010 Pazar günü yapılacak olan Kuzeyren-Vesfalya Eyalet Parlamentosu Seçimleri, Almanya politikasını doğrudan etkileyecek öneme sahip. Buna rağmen yaygın medya seçimleri neredeyse es geçiyor.
5 May 2010
Ukranya – yuvaya dönüşte yeni hamle
Almanya basını Ukranya Parlamentosu’ndaki yumurta savaşını manşetlere taşırken, geçen hafta Rusya ve Ukranya başbakanlarının Soçi kentindeki buluşmasına nedense pek fazla ilgi göstermedi. Hoş, dokunmazlık zırhı kazanıp, devlet ihalelerinden bolca pay almak için parlamenter olan onlarca milyarderin üye olduğu ve diğer adı »Milyarderler Parlamentosu« olan Ukranya Parlamentosu’ndaki yumurta savaşı, Ukranyalı egemenlerin temsilî demokrasiden ne anladıklarını göstermesi açısından haber değeri taşıyordu elbette, ama Rusya başbakanı Putin’in Ukranyalı meslektaşına yaptığı teklif te pek yabana alınacak cinsten değil.
30 Nis 2010
Sendikacı mı, menecer mi?
Avrupa’daki sendikal hareketin, özellikle Alman sendikalarının uzun zamandan beri kan kaybettiklerini, politik etkilerinin azaldığını »Bağdat’taki sağır sultan« bile duymuştur. Nasıl kan kaybetmesinler ki? Sermaye daha hızlı bir biçimde küresel çapta operasyonel hareket yetisine sahipken, sendikalar hâlen ulusal devlet sınırları içerisinde düşünmeye devam ediyorlar. Bilgili okur hemen, »ama AB yönetmelikleri çerçevesinde ulusaşırı şirketlerde işçi temsilcilikleri Avrupa düzeyine taşındı« diye itiraz edecektir.
28 Nis 2010
24 Nisan Taksim’in düşündürdükleri
Bu yıl İstanbul’un göbeğinde bir dizi aydın insanın girişimiyle yapılan 1915 Kurbanlarını Anma Eylemi bir »ilk«ti ve son derece anlamlıydı. Aynı şekilde Haydarpaşa Garı’nın önünde İHD’lilerin de deporte edilen Ermenileri hatırlatmaları önemli ve bence cesur bir eylemdi. Ayrıca Ankara’da, İçişleri Bakanlığı’nın müdahalesi ile yapılabilen sempozyum da, gelecekle, yani Türkiye toplumunun kendi geçmişiyle yüzleşmesi ile ilgili olumlu düşüncelerin oluşmasını sağladı.
Pazarlama hatası
Aşağı Saksonya Eyalet Başbakanı Christian Wulff, Hamburg’lu Aygül Özkan’ı yeni bakanı yapacağını açıkladığında kimi yorumcular bu adımı »iyi bir pazarlama manevrası« olarak yorumlamışlardı. Zaten oldum olası CDU içerisinde makul ve çağdaş bir görünüm veren Wulff, göçmenler söz konusu olduğunda genellikle sosyaldemokratlar ve yeşillerden dahi ileri pozisyonları içeren açıklamalar yapardı. Bu nedenle Türkiye kökenli ve müslüman bir göçmeni bakan yaparak, aslında her zaman izlediği »modern CDUlu« çizgisini teyid etmiş, bu şekilde gelecekte Almanya politikasında önemli bir konum elde etmeye hazır olduğunu göstermişti.
Neoliberal hegemoni ve sendikal kriz
Yaklaşık yirmi yıldan beri hızlanarak devam eden devinim, üretimden iktisata, toplumsal süreçlerden siyasî karar mekanizmalarına, kültürden bilime ve medyaya kadar yaşamın hemen her alanının kapitalist kâr mantığının boyunduruğu altına sokulduğu bir sürece dönüştü. Bu sürecin en belirgin özelliği de, neoliberalizmin, gene yaşamın her alanında hegemonisini kurması oldu. Neoliberal hegemoniyi kırmaya, neoliberalizme ve kapitalist üretim tarzına alternatif geliştirecek güç olmaya aday olan sendikal hareket ise krizde. Bilhassa Almanya sendika ve işçi hareketinin bugün içerisinde bulunduğu durum, bunun örneği.
23 Nis 2010
Bir daha asla savaş, asla soykırım olmasın diyebilmek için!
Osmanlı İmparatorluğu’nda 1915’de Gerçekleşen Soykırımı Anma Toplantısı’na
Sunulan Avrupa Barış Meclisi mesajı
Sunan: Murat Çakır, ABM Sözcüsü
St. Petri Kilisesi, Hamburg, 24 Nisan 2010
Böylesi bir anma gününde uygun sözleri içeren bir konuşma yapmak gerçekten pek kolay değil, ama bugün burada konuşabilmek onurlu bir görev. Bu nedenle başta toplantıyı düzenleyenlere bu fırsatı bana verdikleri için teşekkür etmek ve Aghet’in, Ermeni halkının büyük felaketinin kurbanlarının anısı önünde saygıyla eğilmek istiyorum.
Sunulan Avrupa Barış Meclisi mesajı
Sunan: Murat Çakır, ABM Sözcüsü
St. Petri Kilisesi, Hamburg, 24 Nisan 2010
Böylesi bir anma gününde uygun sözleri içeren bir konuşma yapmak gerçekten pek kolay değil, ama bugün burada konuşabilmek onurlu bir görev. Bu nedenle başta toplantıyı düzenleyenlere bu fırsatı bana verdikleri için teşekkür etmek ve Aghet’in, Ermeni halkının büyük felaketinin kurbanlarının anısı önünde saygıyla eğilmek istiyorum.
Avrupa’da 24 Nisan
Bugün Ermeni halkının acı günü. Tüm dünyada olduğu gibi, Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında 95 yıl önce işlenen ve insanlığın hafızasına bir daha silinmemek üzere kazınan Büyük Felaketi hatırlatan toplantılar ve kurbanları anma etkinlikleri Avrupa’nın muhtelif kentlerinde de yapılıyor. Nasıl İstanbul’da cesur insanlar siyahlar içinde, sessizce, ruhlarına yaktıkları mumlarla ve ellerinde çiceklerle 1915 kurbanlarının anısı önünde eğiliyorlarsa, Avrupa’da yaşayan Türkiyeli ve Kürdistanlı demokratlar, aydınlar, devrimciler de düzenlenen etkinliklere katılarak, »bu acı bizim acımız, bu yas hepimizin« diyecekler.
Ukranya yuvaya geri dönüyor
Rusya Başkanı Medwedjew ile Ukranya’nın yeni başkanı Janukoviç’in dün imzaladıkları doğalgaz antlaşması, Çekirdek Avrupa egemenlerinin pek hoşuna gidecek nitelikte değil. Dahası, antlaşma Rusya’ya yeniden Karadeniz gücü olma olanağını verirken, Ukranya’nın, henüz Batı’lı tekellerin eline geçmemiş olan ağır sanayisine de nefes aldırıyor.
Hindukuş’ta yaralı cesaret
Bavyeralı asilzade ve Federal Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg, Federal Parlamento’nun 142 insanın ölümüyle sonuçlanan bombardıman nedeniyle kurduğu Araştırma Komisyonu’na ifade vermeye geldiğinde, Alman Şansölyesi Angela Merkel biraz sonra yapacağı hükümet açıklamasına son rötüşları vermiş olmalıydı. Üç hafta içerisinde yedi Alman askerinin Afganistan’dan çinko tabutlar içinde »vatana« geri gelmiş olması nedeniyle, halk arasında Afganistan Savaşı’na karşı olanların oranı artıyordu.
20 Nis 2010
Aman ne güzel: Almanya’da ilk göçmen bakan
Bugünkü gazeteleri okuyanlar, Almanya’nın göçmen politikasında »devrim« yaptığını sanarlar. Baksanıza, Aşağı Saksonya Eyalet Başbakanı Christian Wulff, Hamburg’lu hukukçu »işletmeci« Aygül Özkan’ı eyaletin Sosyal İşler Bakanı yaptı diye bir bayram havası esiyor ki, sormayın gitsin.
Citigroup 4,4 milyar kârın keyfinde
ABD’nin en büyük bankalarından Goldmann Sachs’a karşı dolandırıcılık suçundan dava açıldığı ve finans sektörü hakkında devlet yöneticilerinin bile »âhlaksızlar« suçlamasını yapmaktan çekinmedikleri bu günlerde iki haber fazlasıyla gözüme çarptı.
Savaş hukuku!
Almanya Federal Savcılığı 4 Eylül 2009 tarihinde Albay Klein’ın emri ile gerçekleşen ve çoğunluğu kadın ve çocuk toplam 142 sivilin yaşamına mal olan bombardımanın »savaş suçu« olmadığına ve Albay Klein’ın herhangi bir başka suçtan dolayı da ceza almasını gerektiren bir durumun bulunmadığına karar verdi.
19 Nis 2010
CIA Almanya için halkla ilişkiler stratejisi hazırlamış
Olacağı buydu: Şansölye Merkel başta olmak üzere, Afganistan savaşı konusunda halkı bir türlü yanlarına çekemeyen Alman siyasetçiler, hep »halka sorunu anlatamıyoruz, Afganistan’daki angajmanımızı daha doğru anlatmalıyız« diye yakınıyorlardı. Özellikle çinko tabutlarda geri dönen Alman askerlerinin sayısı arttıkça, seçmenler arasında Afganistan savaşına karşı çıkanların sayısı artıyordu. Alman hükümetine ve gizli servislerine pek güvenemeyen CIA durumda vazife çıkardı ve Almanya için bir »savaşı pazarlama stratejisi« geliştirdi. Gizlilik ibaresi taşıyan strateji tam uygulanmaya sokulacaktı ki, WikiLeaks adlı internet sayfasında yayımlandı.
18 Nis 2010
ABM: 95 YIL SONRA ERMENİ SOYKIRIMI
Avrupa Barış Meclisi Sekretaryasının 24 Nisan ile ilgili açıklaması:
Yıllardan beri söylenenleri tekrarlamak yerine, konuya farklı bir açıdan yaklaşmaya çalışalım.
1915’te Ermenilere uygulanan soykırım tarihin ne ilk ne de son soykırımıdır. ABD’de beyazların yerleşim alanlarını genişletmek için uyguladıkları Kızılderili soykırımı ve Nazilerin Yahudilere uyguladıkları soykırım örneklerden sadece iki tanesidir. İki ülke de, soykırımı kabul etmişler ve özür dilemişlerdir.
Yıllardan beri söylenenleri tekrarlamak yerine, konuya farklı bir açıdan yaklaşmaya çalışalım.
1915’te Ermenilere uygulanan soykırım tarihin ne ilk ne de son soykırımıdır. ABD’de beyazların yerleşim alanlarını genişletmek için uyguladıkları Kızılderili soykırımı ve Nazilerin Yahudilere uyguladıkları soykırım örneklerden sadece iki tanesidir. İki ülke de, soykırımı kabul etmişler ve özür dilemişlerdir.
17 Nis 2010
Yunanistan’ı kurtarırken milyarlar kazanmak...
Şaka falan değil. Yapılan öneri magazin basınında yer alsa, önemsemezdim bile. Ama Frankfurter Allgemeine Zeitung veya Süddeutsche Zeitung gibi Almanya’nın önde gelen gazeteleri bile ciddî ciddî bu öneriyi sayfalarına taşıdıklarına göre, dikkate değer bir haber.
Irkçılığa karşı WBS
»Current Biology« dergisinin bildirdiğine göre Mannheim kentindeki Ruhî Sağlık Merkez Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalarda, ender rastlanan bir gen eksikliğinin, tıbbî tanımıyla »Williams-Beuren-Sendromü«nün, insanların yabancılardan korkusunu yok etmekteymiş. Bu sendromü taşıyan insanlar, karşılarındaki insanlara etnik veya dinsel kökenlerine bakmadan tamamiyle eşit muamele gösteriyorlarmış.
Araştırmacılar, 16 yaşındaki yirmi genç insanla yaptıkları araştırmada, bu sendromü taşıyanların, aynı sosyal kökenden gelen diğer »sağlıklı« gençlere nazaran, hiç bir etnik ayrım yapmadıklarını tespit etmişler. Enstitünün sözcülerinden Andreas Meyer-Lindenberg, merkez beyinde bir gen eksikliği nedeniyle meydana gelen bir işlev eksikliğinin sosyal korkunun ortaya çıkmasını engellediğini belirtiyor. Araştırmacılara göre, yabancı korkusu, yani ırkçılığa yol açabilen ksenofobi beynin bu merkezinde oluşuyor.
Irkçılığın ve ayırımcılığın çağımızın vebası gibi boy gösterdiği bir dönemde, insanın aklına olur olmaz düşünceler geliyor. Hani antiırkçı mücadelenin artık genetikçilerin yardımıyla başarıya kavuşması söz konusu olabilir mi diye. Hoş, gen eksikliği kalıtımsal bir sorun, ama gene de insan düşünmeden edemiyor: »yahu şu ırkçıları bir gen tedavisinden geçirsek nasıl olur?« diye. Yoksa bu şekilde de bir nevî ırkçılık mı yapılmış olur?
Haber ilginç, ilginç olmasına da, biz gene klasik yöntemlerle antiırkçılığa devam edelim. Doğal olanı da bu herhalde...
Araştırmacılar, 16 yaşındaki yirmi genç insanla yaptıkları araştırmada, bu sendromü taşıyanların, aynı sosyal kökenden gelen diğer »sağlıklı« gençlere nazaran, hiç bir etnik ayrım yapmadıklarını tespit etmişler. Enstitünün sözcülerinden Andreas Meyer-Lindenberg, merkez beyinde bir gen eksikliği nedeniyle meydana gelen bir işlev eksikliğinin sosyal korkunun ortaya çıkmasını engellediğini belirtiyor. Araştırmacılara göre, yabancı korkusu, yani ırkçılığa yol açabilen ksenofobi beynin bu merkezinde oluşuyor.
Irkçılığın ve ayırımcılığın çağımızın vebası gibi boy gösterdiği bir dönemde, insanın aklına olur olmaz düşünceler geliyor. Hani antiırkçı mücadelenin artık genetikçilerin yardımıyla başarıya kavuşması söz konusu olabilir mi diye. Hoş, gen eksikliği kalıtımsal bir sorun, ama gene de insan düşünmeden edemiyor: »yahu şu ırkçıları bir gen tedavisinden geçirsek nasıl olur?« diye. Yoksa bu şekilde de bir nevî ırkçılık mı yapılmış olur?
Haber ilginç, ilginç olmasına da, biz gene klasik yöntemlerle antiırkçılığa devam edelim. Doğal olanı da bu herhalde...
16 Nis 2010
Sola karşı »Kırmızı-Yeşil«
Almanya’nın en yoğun nüfusuna sahip olan Kuzeyren-Vesfalya’da 9 Mayıs’ta Eyalet Parlamentosu Seçimleri yapılacak. Bu eyalette yapılan her seçim, Almanya politikası için her zaman belirleyici olmuştur. 2005 Mayıs’ında yapılan seçimlerde SPD’nin iktidarı CDU’ya kaptırması, dönemin şansölyesi Gerhard Schröder’i erken seçime zorlamış ve »Kırmızı-Yeşil« Federal Hükümet’in yıkılmasına neden olmuştu. Ve yeni bir kitlesel sol partinin Federal Parlamento’ya girmesine.
Vancouver’den Vladivostok’a
Yaygın medyanın haberlerine bakılırsa, dünya »sevinç« içerisinde. ABD ile Rusya başkanları Obama ve Medvedyev’in Perşembe akşamı Prag’da imzaladıkları START-Antlaşması’nın »dünyayı daha barışçıl hâle getireceğini« bildiriyorlar. Öyle ya, 1991’de imzalanan ve şimdi yenilenen START-Antlaşması, Rusya ve ABD’ni ellerindeki nükleer başlıkların sayısını önümüzdeki yedi yıl içinde 2.200’den 1.550’ye indirme yükümlülüğü altına sokuyor. On yıl boyunca nükleer savaş tehlikesi bertaraf olacak – mış. Oh, ne âlâ!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)