Avrupa’daki sendikal hareketin, özellikle Alman sendikalarının uzun zamandan beri kan kaybettiklerini, politik etkilerinin azaldığını »Bağdat’taki sağır sultan« bile duymuştur. Nasıl kan kaybetmesinler ki? Sermaye daha hızlı bir biçimde küresel çapta operasyonel hareket yetisine sahipken, sendikalar hâlen ulusal devlet sınırları içerisinde düşünmeye devam ediyorlar. Bilgili okur hemen, »ama AB yönetmelikleri çerçevesinde ulusaşırı şirketlerde işçi temsilcilikleri Avrupa düzeyine taşındı« diye itiraz edecektir.
Doğru, AB çapında geçerli olan yönetmeliklere göre birden fazla AB üyesi ülkede işletmesi olan şirketlerin AB düzeyinde tüm işçileri temsil eden »AB İşçi Temsilcilikleri« kurmaları zorunlu. Ancak bu yapılanmaların, sendikal mücadelenin, grevlerin ve sınıf savaşımının uluslararasılaştırdığını düşünmek hayli yanlış olacak. Çünkü »AB İşçi Temsilcilikleri« daha çok »Co-Management«lik, yani şirket lehine lobicilik politikalarını gütmekteler. AB düzeyinde çalışan işyeri işçi temsilcileri bu kurumları, kendi »sanayi mevkiilerini« korumak için lobi alanı olarak görmekteler. Sonuçta aynı şirketin farklı ülkelerdeki işletmelerinde çalışan işçiler, birbirleri ile ücretler ve çalışma koşulları konusunda ucuzlaştırma rekabetine zorlanmaktalar.
Stefanie Hürtgen’in »Ulusaşırı Co-Management« başlığı altında yayımlanan bir çalışması, Almanya, Fransa ve Polonya’dan örnekler veriyor. Buna göre aynı şirketin farklı ülkelerdeki işletmelerinde çalışan işçileri temsil eden sendikacılar, salt kendi işletmeleri lehine politik lobicilik yapmakta ve gerektiğinde de diğer ülkelerdeki işletmelerin kapatılmasını onaylamaktalar. Hürtgen kitabında bu yaklaşımın ne kadar kök saldığını kanıtlamak için IG Metall sendikasına üye bir işçi temsilcisini örnek gösteriyor. Demiray D. adlı AB işçi temsilcisi, temsil ettiği işletmede çalışan kiralık işçilerin kendisinden yardım istemesine: »Ben sizi temsil etmiyorum ki, kendi adamlarımı temsil ediyorum« yanıtını verebiliyor.
Demiray D.’nin bu yaklaşımı münferit bir olay değil. Çünkü genel olarak Avrupa sendikaları, örgüt anlayışlarını salt üretim ve iş ilişkileri içerisine sıkıştırarak, sendikal hareketin toplumun genelini ilgilendiren politik konulara müdahale olanaklarını asgarî düzeye indirdiklerinden ve dünya çapındaki sınıf dayanışmasını »nostaljik söylemlerin« ötesinde pratiğe geçirmediklerinden, AB düzeyinde görev alan işçi temsilcilerinin bu yaklaşımı sergilemeleri pek şaşırtıcı değil.
Almanya örneğine baktığımızda, profesyonel sendikacılık anlayışının »sınıf sendikacılığı« ile pek bir ilgisinin kalmadığını görebiliriz. Aynı işyerinde çalışma koşullarını ve ücretleri düzenleyen birden fazla ve birbirinden farklı olan toplu iş sözleşmelerinin imzalanması, aynı fabrikada aynı işi yapan işçiler arasında ücret hiyarşileri yaratmakta, işçiler arası dayanışmayı yok etmekte ve buna paralel olarak işsizlerin sendikal temsilciliğinin marjinal düzeye indirilmiş olmasıyla sınıf içerisinde bölünmeler artmaktadır. Üretkenliğin artması ve teknolojik gelişmenin dayattığı rasyonaleştirmeler ile sermayenin sürekli ileri sürdüğü »üretimi daha ucuz olan ülkeye taşırım« tehditi, sendika yönetimlerinin ve sendikacıların küçümsenemeyecek bir kesiminin neoliberal paradigmaya teslim olarak, kısır bir döngü içerisinde sendika anlayışlarını sürekli revide etmelerine neden oluyor. Bu nedenle küreselleşen sermaye karşısında, sınıf mücadelesini küreselleştiremeyen sendikalar sürekli kan kaybediyor.
Üstüne üstlük, örneğin Türkiye’ye nazaran son derece uygun örgütlenme olanakları ve malî birikimleri ile uluslararası sendikal harekette söz sahibi olan Çekirdek Avrupa sendikaları, bu »Co-Management-Sendikacılıklarını«, AB’nin yoksul ülkelerindeki, hatta AB dışındaki ülkelerdeki sendikalara da dayatıyorlar. Uzlaşmacı »sosyal partnerliğin« özellikle Avrupalı tekellerin işletme kurdukları yoksul ülke sendikalarına özendirilmesi, özünde »kendi sanayi mevkiini koruma« amacını taşıyor.
Ve tüm bunlardan sonra 1 Mayıs meydanlarında işçici konuşmalar yapıyorlar. Ama görünen o ki, sınıf retoriği artık pek sökmüyor. Sendikalarda mücadeleci muhalefet örgütleniyor, işyeri işçi temsilciliği seçimlerinde alternatif listeler oy topluyor. Bu kesimler, sendikal mücadelenin başka bir dünya hedefli politik mücadele ile bağlantılı hale getirilmesini savunuyor.
Haklılar elbette. 1 Mayıs’ta bunu savunmaktan doğru başka ne olabilir ki?