16 Nis 2010

Vancouver’den Vladivostok’a

Yaygın medyanın haberlerine bakılırsa, dünya »sevinç« içerisinde. ABD ile Rusya başkanları Obama ve Medvedyev’in Perşembe akşamı Prag’da imzaladıkları START-Antlaşması’nın »dünyayı daha barışçıl hâle getireceğini« bildiriyorlar. Öyle ya, 1991’de imzalanan ve şimdi yenilenen START-Antlaşması, Rusya ve ABD’ni ellerindeki nükleer başlıkların sayısını önümüzdeki yedi yıl içinde 2.200’den 1.550’ye indirme yükümlülüğü altına sokuyor. On yıl boyunca nükleer savaş tehlikesi bertaraf olacak – mış. Oh, ne âlâ!

Haber başlıklarının ardından gelen satırları okuyanların bu masala inanması zor. Zor, çünkü Obama, »bu konuda Amerika önderlik gücünü kanıtladı« diyerek geçen Salı günü kamuoyuna tanıttığı »Nükleer Stratejisi«ne atıfta bulunuyor. Bu stratejiye göre ABD »nükleer ilk vuruş opsiyonundan« hâlâ vazgeçmiş değil. Ve önümüzdeki hafta Washington’da yapılacak olan ve 50 devlet ve hükümet başkanının katılacağı »Nükleer Zirve«nin gündeminin »teröristlerin nükleer silahlara sahip olmasını engelleme« olduğu düşünülürse, yapılan antlaşmanın neye yaradığı tahmin edilebilir.

Söz konusu olanın »nükleer silahın olmadığı bir dünya vizyonu« olmadığını bizzat Rusya Federasyonu Güvenlik Kurulu genelsekreteri Nikolay Patruşev’in muhafazakâr FAZ gazetesindeki makalesinden okuyabiliyoruz. Patruşev, »kuzey yarımküredeki istikrarın tek garantisi, Vancouver’den Vladivostok’a güvenlik çıkarlarının transatlantik uyumlandırılması« olduğunu vurgulayarak, ABD ve Rusya’nın »güvenlik işbirliğini« derinleştirirek nükleer silahların »yanlış ellere geçmesini engellemeleri gerektiğini« yazıyor. Çünkü: »terörizm, fanatizm ve ayaklanmalar maalesef güvenlik politikalarımızın değişmez parçaları olmuştur«.

Rusya ve NATO’nun örneğin Afganistan’da sıkı bir işbirliği içerisinde oldukları artık gizlenmiyor bile. Tam tersine Patruşev, ABD, Rusya ve Avrupa’nın »şimdiye kadar olmadığı biçimde sıkı işbirliğine girdiğinin« altını çizerek, bu işbirliğinin bütün »Avro-Atlantik Alanı için son derece önemli olduğunu« belirtiyor. Gerekçesi emperyalist Batı’nın gerekçelerinden farklı değil: »Terörizme, organize suçlara, uyuşturucu ticaretine, korsanlığa ve diğer güvenlik rizikolarına karşı güçlerimizi birleştirmeli ve ortak uğraşlarımızı güçlü ve zor tutulabilen düşmanlar üzerine yoğunlaştırmalıyız«.

Görüldüğü kadarıyla Rusya »güvenlik stratejilerini« eski »düşman« ile işbirliği üzerine kurgulamaya çalışıyor. Her ne kadar Rusya Jeopolitika Akademisi’nden orgeneral Leonid Ivaşov, »ABD, Orta Avrupa’ya konuşlandırdığı roketsavar sistemi ile Rusya’nın nükleer silah gücünü nötralize etmeye çalışıyor« uyarısında bulunsa da, Rusya egemenleri »enerji devi« olarak kalabilmenin bedelinin, emperyalist cephede yer almak olarak gördüklerini ortaya çıkartmaktadır.

Gerçi »Avro-Atlantik-İşbirliği«nin henüz tam olarak oluşmadığı söylenebilir, ama gidişatın bu yönde olduğunu görmemek büyük yanılgı olacaktır. Çünkü Rusya açısından, kendisinin de içerisinde bulunduğu ve karar alma mekanizmalarında yer alacağı bir »Ortak Avro-Atlantik Güvenlik Alanının« yaratılması, ABD ve NATO karşısındaki zayıf konumunun yol açtığı rizikoları azaltacaktır. Aynı zamanda bu işbirliği, START-Antlaşması’nın içermediği Fransa (345 nükleer başlık), Britanya (185) ve Çin’in (160) elindeki nükleer cephanelere karşı da avantajlı bir konum yaratacaktır.
ABD’nin ise yenilenen antlaşmayı bilhassa İran ve Kuzey Kore’ye karşı geliştirmekte oldukları politikalar için kullanması söz konusudur. Nobel Barış Ödülü sahibi (!) Obama, »nükleer silahların yanlış ellere geçmesini engellemek için bir Küresel Yayılmama Rejimi kurmalı ve kuralları çiğneyen ülkelere karşı etkin ve doğrudan yaptırımlar uygulamalıyız« diyerek, emperyalizmin nükleer tekeli elinden bırakmayacağına işaret ediyor. Hiç kuşkusuz nükleer tekel sahipleri, nükleer silahlara sahip olmayan ülkelere dahi »nükleer ilk vuruş opsiyonu« tehditi ile küresel hakimiyetlerini sürdürmek istiyorlar.
Bunun sevinilecek ne yanı var? Anlayabilen beri gelsin.