ABD’nin en büyük bankalarından Goldmann Sachs’a karşı dolandırıcılık suçundan dava açıldığı ve finans sektörü hakkında devlet yöneticilerinin bile »âhlaksızlar« suçlamasını yapmaktan çekinmedikleri bu günlerde iki haber fazlasıyla gözüme çarptı.
Bugün ajanslar ABD’li finans tekeli Citigroup’un 2010’nun ilk çeyreğinde vergi sonrası toplam 4,4 milyar Dolar kâr yaptığını bildiriyordular. Aynı Citigroup geçen yılın ilk çeyreğinde 7,6 milyar Dolar zarar göstermişti. Kriz döneminde ABD yönetimi devlet kasasından Citigroup’a bu nedenle »45 milyarcık« borç vermişti. Borç işlerine yaramış olmalı ki, ajanslar bu paranın 20 milyarlık bölümünün devlet kasasına geri ödendiğini bildiriyorlar. Geriye kalan meblağ, devletin elinde olan yüzde 27’lik hisseymiş, ama o da bu yıl içerisinde piyasaya arz edilecekmiş.
Tekelin yönetim kurulu başkanı Vikram Pandit, »şirketimiz uzun vadede son derece kârlı olacak« diyor. Eh, daha ne olsun? Milyonlarca yurttaşın zorla ödediği vergilerden 45 milyar Dolar neredeyse sıfır faize alınınca, »rantabllık«herhalde gökten zembille inmiş gibi kendiliğinden oluşur. Bir düşünün: devlet kredisi alınmasının üzerinden henüz bir yıl geçmeden yaklaşık 20 milyar Dolar geri ödenebiliyor ve vergiler çıktıktan sonra 4,4 milyar Dolar kâr geriye kalıyor.
Peki, değirmenin suyu nereden geliyor? Bunu öğrenmek için örnek olacak ikinci habere bakalım: Almanya’nın devlet borçları 2009 yılında 116 milyar Avro artarak toplam 1, 762 trilyon Avro’ya yükselmiş. Frankfurt am Main’daki Alman Merkez Bankası’nın açıklamasına göre bu borç düzeyi, yurtiçi GSMH’nın yüzde 73,2’sine eşitmiş. Yani Maastricht Sözleşmesi’nin tavan limiti olarak belirlediği azamî yüzde 60’dan çok daha fazlasına.
Söz konusu malî sermaye ve bankaları, daha doğrusu kârlarını kurtarmak olunca, egemenler ne yasa ve sözleşme, ne de kendi koydukları kuralları takıyorlar. Anımsayacaksınızdır: Almanya geçen yıl bankaları kurtarma gerekçesiyle 500 milyar Avro’luk bir bütçe ayırmıştı. Bu bütçe şimdiye kadar geçen süre içerisinde neredeyse tamamen kullanıldı. Özellikle yoksul halk kesimlerine yönelik sosyal hizmetler alanında harcanacak bir kaç milyonluk bütçeler söz konusu olduğunda, »aman, devlet batıyor« yaygarası koparan sermaye ve yaygın medya, bankaları kurtarma operasyonunu, »devleti iflastan kurtarmak için tek seçenek« diye selamlamıştı. Öyle ya, hem bedavaya kredi alıyorlar, hem de uluslararası malî piyasaların devletlere verdiği borçların faizlerini cebe indiriyorlar. »Banka soymak, banka kurmaktan daha ahmakçadır« diye boşuna söylememişler. Bundan güzel soygun olur mu?
Bizim sakallı Karl amca zamanında boşuna söylememiş: »Yüzde 300 kâr mevzuubahis olsun, o zaman sermayenin işlemeyeceği suç kalmaz« diye. Başka söze ne hacet?