Aşağı Saksonya Eyalet Başbakanı Christian Wulff, Hamburg’lu Aygül Özkan’ı yeni bakanı yapacağını açıkladığında kimi yorumcular bu adımı »iyi bir pazarlama manevrası« olarak yorumlamışlardı. Zaten oldum olası CDU içerisinde makul ve çağdaş bir görünüm veren Wulff, göçmenler söz konusu olduğunda genellikle sosyaldemokratlar ve yeşillerden dahi ileri pozisyonları içeren açıklamalar yapardı. Bu nedenle Türkiye kökenli ve müslüman bir göçmeni bakan yaparak, aslında her zaman izlediği »modern CDUlu« çizgisini teyid etmiş, bu şekilde gelecekte Almanya politikasında önemli bir konum elde etmeye hazır olduğunu göstermişti.
Ancak, daha önce iyi pazarlamacı olduğunu yazan yorumcular şimdi Wulff’un »pazarlama hatası« yaptığını vurguluyorlar. Nedeni ise, Özkan’ın henüz parlamentoda yemin ederek bakanlık görevine başlamadan verdiği bir demeç. Özkan, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararına atıfla, »ne haç, ne de başörtüsünün okulda yeri yoktur« deyince CDU ve CSU’da kıyamet koptu. CSU açıkça tavır alarak, »böyle saçma düşüncelere sahip olan birisi Bavyera’da bakan olamazdı« dedi. Diğer CDU’lular ise, Özkan’ın hıristiyan demokrat bir partide olduğunu hatırlaması gerektiğini ve haçın »yüzyıllardır kültürümüzün belirleyici öğesi ve elbette okullarda da değerlerimizi yansıtan bir simge olduğunu« vurguladılar.
Gazetelerden takip edildiği kadarıyla CDU içerisinde bir kızgınlık furyası sürüyor. Muhafazakâr basın ise partililerin duygularına tercüman olarak, kısaca »bir müslümanı bakan yaparsan, olacağı buydu« demeye getiriyorlar. FAZ gazetesi de her zamanki sertliğiyle, »işte entegrasyonun böyle sorunlu yanları da vardır« tespitini yapıyor. Elbette tüm bunlar, Anayasa Mahkemesi’nin kısa bir süre önce sınıflarda haç ve benzeri dinî sembollerin bulunmaması yönünde verdiği bir kararın olduğu bilinmesine rağmen.
Aygül Özkan’ın ilk açıklamasını okuduğumda, yanılıyor muyum acaba diye düşünmüştüm. Öyle ya, CDUlu olup da, seküler bir yaklaşım sergileyen pek bakan tanımıyorum. Amma velakin hıristiyan demokrat Aygül Özkan beni hayal kırıklığına uğratmadı. Önce, kendisini seçecek olan Eyalet Parlamentosu CDU Meclis Grubu’nda milletvekillerinden özür diledi. Gerçi, »ben Aşağı Saksonya’daki durumu bilmiyordum, aceleci davrandım« dediği için özrü kabahatinden büyük – çünkü bu durumda adama, pardon kadına »madem bilmiyordun, niye bakan oluyorsun« diye sorarlar – ama Aygül hanım gerçek bir CDUlu olduğunu çabuk kanıtladı. Başbakan Wulff ve Eyalet Parlamentosu Meclis Grup Başkanı David McAllister ile yaptığı ortak toplantıdan sonra, aklı başına gelmiş olmalı ki, bakanı olacağı eyalette sınıflardaki haçlar konusunda bir değişikliğin olmayacağını söyledi.
Bugün ajansların verdiği haberlerin satır aralarında yer alan bir bilgi, Almanya’nın ilk »Türk bakanının« önceden ve detaylı planlanmış bir pazarlama adımı olduğunu gösteriyor. Baksanıza, daha Özkan’ın bakan olacağı açıklanmadan önce bir marketing şirketi toplam 60 röportaj ve TV randevusu almış bile. Desenize, Aygül hanımı artık her magazin sayfasında, her politshow yayınında ve her »entegrasyon« haberinde göreceğiz. Eh, ırkçı ve ayırımcı politikaların pazarlanmasında ve gerekçelendirilmesinde göçmenlerin kendileri rol almaya başladıklarına alışacağız öyleyse.
Bu bana bilinen bir fıkrayı anımsattı: Mustafa ilk kez Alman okuluna başlamış. Sınıftaki tek yabancı oymuş. Okulun ilk günü derse başlayan öğretmen, çocukların isimlerini söylemelerini istemiş. Biri »ben Hanni«, öbürü »ben Anni«, diğeri »ben Peterle« derken, en arkadan kart bir ses:
»Ben Mustafa!«
Sınıf öğretmeni bayan Müller suratını ekşitmiş ve demiş ki: »Bak Mustafa, en iyisimi biz sana Willi adını takalım. Çünkü bir Alman okulundasın ve öylece hiç kimse senin yabancı adından rahatsız olmaz, sen de aynı Alman gibi olur, rahat edersin. Ne dersin?«
Mustafa ne diyecek, canına minnet. Zaten kara kafası nedeniyle mahallede oynayacak arkadaş bulamıyor, hemen kabul etmiş. Sınıfta bir neşe, bir neşe ki, sormayın gitsin. Neyse, Musta.. şey, Willi okuldan sonra eve gelmiş, babasının sabah vardiyasından gelişini beklemeye başlamış. Babası tam avluda görününce, hemen koşmuş dışarı ve başlamış heyecanlı heyecanlı anlatmaya:
»Baba, baba! Biliyon mu, örttmen benim adımı Willi koydu. Artıkın Almanım, Mustafa değil Williyim!« diye.
Şaaak! »De get len, ne villisi, millisi, ne Almanı. Adın Mustafa, aynı deden gibin. Zaten yorgunum, kafamın tozunu attırman!«
Ertesi gün. Okul.
»Günaydın çocuklaaar! Derslerinizi yaptını... Aaaa! Willi, bu ne hal? Kimle kavga ettin bakiim?«
»Ne kavgası froylayn, ne kavgası. Ahan bir gün Alman olduk, aynı aksam yabancılardan dayak yedik, iyi mi?«.