Beklenen oldu. Almanya’daki Kuzeyren-Vesfalya Eyalet Parlamentosu Seçimleri, hem Merkel-Westerwelle Hükümetine »sarı kart« gösterip, Jürgen Rüttgers’i koltuğundan etti, hem de 13. Eyalet Parlamentosu’na grup olarak giren DIE LINKE nedeniyle SPD-Yeşiller koalisyonu çoğunluk elde edemedi. CDU’nun yüzde 10’dan fazla oy kaybedebileceğini tahmin edemediğimden, bir çok gözlemci gibi ben de »Siyah-Yeşil-Koalisyonu«nun iktidara gelmesini olası görüyordum. CDU’nun kayıpları nedeniyle bu olasılık zayıfladı.
Peki, şimdi ne olacak? Görüldüğü kadarıyla bundan sonraki gelişmeleri belirleyecek olan, kendini seçim galibi ilân eden SPD’nin alacağı kararlar. SPD’liler seçim öncesinde de açıkladıkları gibi, Yeşiller ile ortaklığı öncelliyorlar. Ancak meclis artimetiği ne CDU-FDP veya CDU-Yeşiller, ne de SPD-Yeşiller konstelasyonunu olanaklı kılıyor. Üçüncü bir parti olmadan sadece CDU ve SPD’nin biraraya gelmesi ile hükümet kurulabilir. Kayıplarına rağmen SPD’den topu topu 6.200 daha fazla oya sahip olan CDU, parlamentodaki »en büyük parti« iddiasından vazgeçmiyor. Savaş sonrasında eyalette yapılan seçimlerde en düşük oyu alan SPD ise, beklenenden daha az oy kaybettiği için seviniyor ve hükümeti kurma görevini kendisinde görüyor.
Partiler hükümet kurma görüşmelerine Çarşamba günü başladılar. Ama aynı zamanda da CDU, SPD, Yeşiller ve FDP ağız birliği etmişcesine DIE LINKE’yi »terbiye« etme çabalarına hız verdiler. SPD eyalet başbakan adayı Hannelore Kraft, daha seçim öncesinden, ortaklığı bütünüyle reddetmese de, DIE LINKE’nin »ne hükümete gelme yetisinin, ne de isteğinin« olduğunu açıklıyordu. CDU ve FDP ise her zamanki gibi özellikle Kuzeyren-Vesfalya DIE LINKE örgütünü »anayasa karşıtı aşırılar«, »düzeni yıkmaya çalışan komünistler« olarak nitelendirmeye devam ediyor ve SPD’yi »aşırı solu iktidara taşımaya çalışmakla« suçluyorlar. İktidar hırsları bir kez daha ayyuka çıkan Yeşiller ise, kırmızı – siyah – sarı farkı koymaksızın herkesle işbirliği yapabilecekleri sinyalini veriyor ve »DIE LINKE sorununu SPD çözmelidir« diyerek, topu Kraft’a atıyorlar.
Ali Atalan, Özlem Alev Demirel ve Hamide Akbayır’ın da parlamentoya girebildiği DIE LINKE meclis grubu ise, bence çok doğru bir tavırla, »Kuzeyren-Vesfalya’da esaslı bir politika değişikliği ancak bizimle olacaktır, bunu engellemeyeceğiz« diyor. DIE LINKE, diğer partilerden farklı olarak »sosyal kısıtlamalara hayır, enerji tekelleri toplumsallaştırılsın ve Anayasayı Koruma Teşkilatı lağv edilsin« pozisyonundan vazgeçmeyecek. Bu pozisyonları ise ne SPD’nin, ne de Yeşiller’in taşıması olanaklı. Bu nedenle aritmetik olarak olanaklı olan bir sol çoğunluğun ve böylelikle »esaslı politika değişikliğinin« pek olası olmadığını söylemek gerekir.
Diğer taraftan, hükümetlere ortak olma Almanya solu içerisinde hayli tartışmalı bir konu. Bugün Rostock’da başlayacak olan DIE LINKE Olağan Kurultayı da muhtemelen program tartışması çerçevesinde bu konuyu ele alacak. DIE LINKE henüz hükümetlere katılma konusunda net bir pozisyon alabilmiş değil. Parti içerisinde iki temel görüş var: birisi, pragmatik kanadın savunduğu »her halükârda hükümetlere katılınmalı« görüşü, diğeri ise Berlin ve Brandenburg hükümet ortaklıklarının olumsuz deneyimlerinden hareketle »hükümetlere katılım solu zayıflatır, sol, parlamento içi ve dışı muhalefetle politika değişikliğini savunmalı« görüşüdür. Elbette konu siyah ya da beyaz olmadığı gibi, hayli komplike bir sorun ve her defasında sol iktidara gelirse eğer neleri gerçekleştirebileceğini iyi tartıp, öyle karar vermek en doğrusu olacaktır.
Ama doğru olan başka bir gerçek daha var: o da, DIE LINKE’nin tüm saldırılara, seçim programının »aşırı ve irrasyonel« olduğu suçlamalarına, adaylarının »demokrasi düşmanı« oldukları iddialarına ve pragmatist kanadın iğnelemelerine rağmen, tam da antikapitalist, antimilitarist, antiırkçı ve bütünüyle sosyal bir seçim programı ile ilk kez Kuzeyren-Vesfalya gibi bir eyalette yüzde 5,6 oy alarak parlamentoya girebilmiş olmasıdır. Neoliberal cephenin ve yaygın medyanın tüm karalamaları, solun parlamentoya girmesini engelleyemedi.
Bu açıdan seçim sonrasında hızlandırılan »solu terbiye etme çabaları« da boşa çıkacaktır düşüncesindeyim. Her ne kadar Rostock’ta partinin pragmatist kanadı program tartışmalarını solun hükümetlere katılımı için kullanmaya çalışsa da, Batı eyaletlerinde alınan başarılar partinin antikapitalist ve antineoliberal çizgisini sağlamlaştıracaktır. Rostock’da altı çizilmesi gereken kanımca bu olmalıdır.