25 Mayıs 2010 sabahı hıristiyan demokratlar şok edici bir haberle güne başladılar: CDU genel başkan yardımcısı ve Hessen Eyaleti başbakanı Roland Koch’un tüm makamlarından ve milletvekilliğinden istifa edeceği haberi birden bire Almanya’da günün haberi olarak manşetlere düşmüştü. Saat 12.30’da basın önüne geçen Koch, istifa edeceğini doğruladı ve bir politikacıdan beklenmeyecek bir tevâzu ile »yaşamım sadece politikadan oluşmuyor« açıklamasını yaptı. Ertesi günkü gazeteler ise genel olarak Şansölye Angela Merkel’in bir »erkeği« daha »hallettiği« yorumunu yapıyorlardı.
Gerçekten de Koch’un istifa etmesi pek beklenilen bir gelişme değildi. Hessen Yabancılar Meclisi başkanlığı dönemimden tanıdığım bazı üst düzey CDU’lu politikacıyla yaptığım telefon görüşmelerinde, partililerin de bu gelişmeden neredeyse basınla aynı saatlerde haberleri olduğunu ve hepsinin şoke uğradığını belirtiyorlardı. Tabii komplo teorileri de dolaşmıyordu değil. Yakın bir zamanda bilinmeyen bir skandalın ortaya çıkacağı, hatta Koch ile birlikte istifasını açıklayan Hessen Sosyal İşler bakanı Silke Lautenschlaeger’in de bu skandala dahil olduğu gibi laflar dolaşıyordu.
Ancak Hessen Eyalet Parlamentosu’nu yakından izleyen gözlemcilerin ve muhalefet partilerinin de teyid ettiği gibi Koch aylardan beridir parlamento çalışmalarına isteksiz katılıyor ve federal politikayla ilgili olarak, alışılanın dışında, hayli sessiz kalıyordu. Son parlamento seçimlerinde oy kaybeden, ama Hessen SPD örgütündeki sağ sosyaldemokratların Andrea Ypsilanti’nin DIE LINKE’den destek alarak başbakan seçilmesini engellemeleri sayesinde ve seçimlerden güçlenerek çıkan FDP’nin desteğiyle iktidarını koruyan Koch, CDU içerisinde sağ kanadı temsil eden ve Merkel’in karşısında parti başkanlığına aday olabilecek tek kişi olarak görülmekteydi.
Geleneksel olarak her zaman CDU’nun sağ kanadının güçlü olduğu Hessen CDU örgütü, 11 yıl süren Koch iktidarının ardından yönetim değişikliği ile karşı karşıya. Koch, selefi olarak Silke Lautenschlaeger’i öngörüyordu, ama çoğunluğunu muhafazakâr katolik erkeklerin oluşturduğu eyalet örgütü buna pek olanak tanımadı. Örgütten gelen yorumlar, Lautenschlaeger’in bu nedenle istifa ettiğine işaret ediyor.
Görünüşte beklenmedik bir gelişme olan istifanın ise uzun zamandan beri hazırlandığı artık su götürmez bir gerçek. Bunun çeşitli nedenleri var: Birincisi, Koch şu an itibariyle CDU’nun tek hakimi hâline gelen Şansölye Merkel’e karşı aday olarak, parti başkanlığına getirilme şansını yitirmiş durumda. 14 yaşından bu yana (şimdi 52 yaşında) bilfiil politikanın içerisinde olan ve hep en genç başkan, en genç muhalefet lideri ve en genç başbakan sıfatını taşıyan Koch’u yakından tanıyanlar, onun Merkel’in kabinesinde sıradan bir bakan veya Berlin’in uzağında Brüksel’de sıradan (!) bir AB Komiseri olarak görev yapmayacağını söylemekteler. Yani Koch, her zaman en önde durmaya alışkın bir politikacı.
İkincisi, bir sonraki eyalet parlamentosu seçimlerinde iktidarını koruyamayacağına dair gelen belirgin işaretler, eyalet örgütünde bir değişimi gerekli kılıyordu. Bunun içinse kendisinden sonra başkanlık görevine gelecek olan kişiye, başbakan olarak da kamuoyunda kendini gösterebilmesi için yeterli zaman tanımak zorundaydı. Ancak istifa etmek için Kuzeyren-Vesfalya seçimlerini beklemesi gerekiyordu. Çünkü seçim öncesinde istifa etmesi, zaten oy oranları düşmüş olan partisini Kuzeyren-Vesfalya’da daha da zor duruma düşürebilirdi.
Üçüncüsü, ki bence en önemlisi, yeniden, ama bu sefer muhtelemelen Federal Şansölye adayı olarak geriye dönebilmek için, kamuoyundaki ismini zedeleyecek olan eyalet politikasından uzak durup, uygun bir zamanı pusuda beklemek istemesidir. Bu zamanını da yakın bir gelecekte görebileceğimiz gibi, »uygun« maaşla banka sektöründe geçirerek, politikacı olarak elde ettiği deneyimleri her zaman çıkarlarını temsil ettiği malî sermayenin merkezî kurumlarında değerlendirecek. Kısacası, Koch’un siyaset sahsesinden tamamen ayrıldığını zannedenler, bir kaç yıl içerisinde yanıldıklarını göreceklerdir. »II.Koch Dönemi«ne kadarsa kendisini uluslararası malî piyasalarında faaliyet içerisinde görmek büyük bir olasılık.
Bir Almanya geleneği: Eski politikacı, yeni menecer
Eyalet Başbakanı olarak aldığı ve uyguladığı siyasî kararlarla şirketler ve sermaye sahiplerine yeni kâr olanakları yaratan bir politikacının, görevinden ayrıldıktan hemen sonra siyasî kararlarından faydalanan şirketlere maaşlı personel olarak girmesi Almanya’da olağan bir durum hâline geldi. Yani Roland Koch, siyaset sahnesinden şirketler dünyasına yatay geçiş yapan tek politikacı değil. Kısaca bir sıralama yaparsak ilk akla gelen isimler şöyle:
Gerhard Schröder (SPD)
1998’de Yeşiller ile birlikte 16 yıllık Helmut Kohl iktidarını yıkarak ilk kırmızı-yeşil hükümeti kuran ve 2004 yılında uygulamaya soktuğu »Hartz Yasaları« ile Almanya’nın en geniş sosyal yıkım politikalarını gerçekleştiren Schröder, daha şansölyeliği döneminde »patronların yoldaşı« lakabını kazanmıştı. Şansölyeliği döneminde özellikle Rusya ile enerji alanında stratejik ortaklık kararlarının alınmasını ve bunun için yeni yasaların uygulanmaya sokulmasını sağlayan Schröder’in, 2005’de seçimleri kaybettikten sadece bir kaç ay sonra, Rusya’nın dev enerji tekeli Gazprom’a ait olan Nord Stream AG adlı şirkette milyonluk maaşla yönetimde görev aldığı ortaya çıktı. Emekli şansölye olarak devletin bütün masraflarını taşıdığı ve Berlin merkezindeki Brandenburg Kapısı’nın hemen yanında açtığı ofisinden uluslararası tekellere avukatlık ve siyasî »danışmanlık« hizmeti veriyor.
Joseph Fischer (Yeşiller)
Bir zamanlar »parlamento dışı muhalefetin« sözcülerinden olan, önce Almanya’nın ilk »spor ayakkabılı bakanı«, sonra da, »Yeşil dış politika yoktur, Alman dış politikası vardır« diyerek ilk Yeşil Dışişleri Bakanı olan Fischer, bakanlık görevinden ayrıldıktan sonra, uluslararası tekellere danışmanlık hizmetleri verdi. Önce otomotiv devi BMW Fischer’in hizmetlerinden faydalandı. Ardından, 2009 Ekim’inde Siemens tekeli Fischer’i danışman olarak kiraladığını açıkladı. Fischer, meslektaşı eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile birlikte Siemens’e »çevre sorunları karşısında nasıl davranmaları gerektiği üzerine« danışmanlık yapıyorlar. En son aldığı görev ise, RWE enerji tekeli adına Nabucco boruhattı projesinde denetleme kurulu başkanlığıdır.
Martin Bangemann (FDP)
Daha önceleri FDP genel başkanı ve federal bakan olan Bangemann, AB’nin telekomünikasyon piyasalarının deregülizasyonundan, yani tekellere peşkeş çekilmesinden sorumlu Komiseri’ydi. 1990’lı yıllarda Avrupa çapında kamuya ait olan telekomünikasyon ağlarının özelleştirilmesini sağlayan yönergelere imza atan Bangemann, görev süresi bittikten hemen sonra İspanyalı Telefonica tekelinin maaşlı meneceri oldu. Bangemann’ın kısa bir süre dahi beklemeden, siyasî sorumluluk taşıdığı alanda menecer olması nedeniyle kamuoyunda ciddî tartışmalar yaşandı.
Dieter Althaus (CDU)
Thüringen Eyalet başbakanı ve kayak yaparken dikkatsizliği nedeniyle bir kadının ölümüyle sonuçlanan kaza ile ünlenen (!) Althaus, seçimlerde oy kaybetmesi nedeniyle başbakanlık görevinden ayrılır ayrılmaz, uluslararası otomotiv sektörüne yedek parça sağlayan Magma tekelinin yönetim kurulu başkan yardımcısı oldu. Başbakanlığı sırasında Opel ve Volkswagen tekellerinin Thüringen’de vergi indirimleri ve ucuz altyapı hizmetleri ile fabrika açmasına ön ayak olan Althaus, şimdi şirketinin müşterisi olan Volkswagen adına Almanya’daki devlet daireleri ile olan ilişkilerden sorumlu.
Werner Müller (partisiz)
1998 – 2002 yılları arasında Schröder-Fischer Hükümeti’nde Federal İktisat Bakanı olarak görev yapan Müller, bakan olmadan önce de EON enerji tekelinin meneceriydi ve bakanlığı esnasında enerji şirketlerinin fazlasıyla faydalandığı taşkömürü sübvansiyonlarının uzatılmasını sağladı. Bakanlığından ayrılmadan önce bir genelge ile bakanlık müsteşarı Alfred Tacke’nin RAG enerji devine ait olan Steag şirketinin yönetim kurulu üyesi olmasına izin verdi. Kendisi ise 2003’den bu yana kömür ve kimya devi olan RAG’nin yönetim kurulu başkanlığını sürdürüyor.
Friedrich Merz (CDU)
CDU/CSU Federal Meclis Grubu’nun başkan yardımcılığını ve malî politikalar sözcülüğünü yapan Merz, 2005’de uluslararası avukatlık şirketi Mayer Brown Rowe & Maw’ın çalışanı oldu. Buna rağmen milletvekilliğini sürdürmeye devam etti. Şirkette özellikle uluslararası şirket evlilikleri üzerine çalışıyor ve Hedge-Fonu ITC’nin avukatlığını yapıyor. Federal milletvekili olarak RAG tekelinin borsaya girişine destek olması nedeniyle parlamentoda eleştirildi. Milletvekili olarak müvekkillerinin çıkarlarını savunmanın doğal olduğunu söyleyen Merz, 2010 başından bu yana HSBC Trinkaus bankasının İdarî Konseyi’ne üye.
Otto Wiesheu (CSU)
Alkollü araba kullanarak yaptığı ve bir kişinin öldüğü kaza nedeniyle CSU genel sekreterliği görevinden ayrılmak zorunda kalan Wiesheu, dönemin Stoiber Kabinesi’nde Bavyera Ulaşım Bakanı’ydı. Bakanlığını, Alman demiryollarının özelleştirilmesi için açıkça kullandı. Merkel hükümetinin koalisyon tutanağına demiryolları özelleştirilmesini kayda geçiren komisyon üyesi olarak tanındı. 2006 yılında, özelleştirmenin hılandırılmasına yönelik karar çıkar çıkmaz, bakanlıktan ayrıldı ve Alman Demiryolları DB’nin »pazarlama ve politik ilişkilerden sorumlu« yönetim kurulu üyesi oldu.
Gunda Röstel (Yeşiller)
Engelli öğrencilerin eğitim gördüğü bir okulda pedagog olan Röstel, 1996’da Birlik 90 / Yeşiller partisinin sözcüsü oldu. Daha sonra bakan olan Jürgen Trittin ile eşbaşkanlık yaptı. 2000 Ekim’inde enerji tekeli EON’un grubuna ait olan Gelsenwasser AŞ’nin proje gelişimi ve şirket stratejilerinden sorumlu menecerliğine getirildi. 2004 Temmuz’undan bu yana Dresden’deki (özelleştirilmiş) Dresden Kent Kanalizasyon şirketinin yöneticisi oldu.
Wolfgang Clement (SPD)
Schröder Kabinesi’nde »Süper Bakan« namıyla İktisat ve Malîye Bakanlığı yapan ve sosyal yardıma muhtaç olanlar ile işsizlere karşı aşağılayıcı çıkışlarıyla tanınan Clement, daha önceleri Kuzeyren-Vesfalya eyalet başbakanıydı. Süper Bakan olduktan sonra özellikle istihdam piyasasının esnekleştirilmesi ve kiralık işçi yasalarının şirketler lehine yumuşatılması için olağanüstü çaba gösterdi. Aynı şekilde, kamuoyundaki tüm karşı çıkışa rağmen, kömür üretiminin devam etmesini sağladı. 2005’de Schröder’in alaşağı edilmesinden sonra bu çabaları çeşitli şirketin danışmanlığı veya denetleme kurulu üyelikleri ile mükâfatlandırıldı. Sırasıyla bu şirketler şunlar: DIS (kiralık işçi şirketi), DuMont Schauberg yayınevi, kömür üretecisi RWE Power, Adecco ve Moskova’daki Energy Consulting.
Gerçi sırada eski AB Komiseri Günther Verheugen, eski eyalet başbakanlarından Lothar Spaeth veya sayısız milletvekili, müsteşar, bakanlık çalışanları da var, ama Almanya’daki egemen politikanın geleneğini açıklamak için bu kadarlık liste herhalde yeterlidir.
Bu, Sol’un haricindeki bütün partilerce yaşatılan gelenekte yaygın medya tarafından pek »hoş karşılanmayan« nokta yok değil tabii, ama o da görevinden ayrılan siyasetçinin »karenz« dönemini, yani bir iki ay boş gezmeyi beklemeden hemen şirketlerdeki görevlerine başlamaları. Yani, önceden sorumlu oldukları alanda aldıkları kararlardan doğrudan etkilenen sermaye gruplarında işe başlamak ayıplanmıyor, sadece bir kaç ay sabırsız davranmaları eleştiriliyor. Medya bu bağlamda Roland Koch’un »örnek bir davranış« sergileyerek, özel sektöre makul bir dönemde geçişe hazırlandığını ise överek göklere çıkartıyor.
Diyeceksiniz ki, »ne olmuş yani, adamlar siyasetteyken de, sonrasında da sahibinin sesi gibi davranıyorlar«. Tamam, Koch da, Schröder de, diğerleri de sınıfını, saflarını biliyorlar, ama bari partilerinin adını taşımak yerine sırtlarına futbolcular gibi reklamlarını yaptıkları şirketlerin adlarını yapıştırsalar da, biz de önceden bilsek hangi şirketin hangi sözcüsüne oy vereceğimizi. Onlar da çıkıp, yeminlerini anayasaya el basarak değil, »falanca şirketin, falanca bankanın, filanca tekelin çıkarlarını koruyacağıma, aldığım maaşların hakkını yerine getireceğime yemin ederim« diye söz vererek şansölye, başbakan, bakan, müsteşar, milletvekili olsalar fena mı olur? Zaten herşey apaçık ortada, ne gerek var demokrasi oyunculuğuna?