Geride bıraktığımız günler, haftada bir yayımlanan bir köşe yazısının sınırlarını fazlasıyla gösterdi. Yapısı itibariyle köşe yazısında konular derinlemesine ele alınamıyor. Nitekim geçen hafta da onca soracak sorum olmasına rağmen, yazımı eklektik olarak bitirmek zorunda kalmıştım. Genellikle uluslararası politikaya değindiğim köşe bugün de maalesef eklektik olacak. Çünkü son bir haftanın gelişmeleri bir hayli yoğun. Okur, bu sefer telegraf stilindeki bilgilendirmemi umarım hor görmez.
Almanya’dan başlayalım. Federal Cumhurbaşkanı Horst Köhler’in istifasının yarattığı şok geçmeden, hafta başında Federal Hükümet »savaş sonrası Almanya’sının en kapsamlı tasarruf paketini« karar altına alarak, politik gündemi altüst etti. Alınan karara »tasarruf paketi« yerine sosyal yıkım paketi demek daha doğru olacak. Çünkü hükümet başta işsizler ve yoksullar olmak üzere, halkın geniş kesimlerine yönelik olan kısıtlamalara gidiyor. Toplam 80 milyar Avro’luk paketi hoş göstermek içinse, şirketlere ve kamu idaresinin kendisine yönelik »tasarruflar« ön plana çıkartılıyor.
Ancak hazırlanan pakete yüzeysel bir bakış dahi bunun bir demagoji olduğunu gösteriyor. Sosyal yardımlar, işsizlere yönelik hizmetler, çocuk bakım paraları ve daha nice alanda yapılacak olan kısıtlamalar Cent’ine kadar net ve kesin açıklanırken, şirketlere ve varlıklılara yönelik olan »yaptırımların« henüz daha kesinleşmemiş »düşünceler« olduğu görülüyor. Kamu idaresine yönelik olan kısıtlamalar ise özellikle kamu çalışanlarının aleyhine ücret kısıtlaması, tatil parası kesintisi ve daha sert çalışma koşullarından ibaret olduğu ortaya çıkıyor. Açıkcası, Merkel-Westerwelle Hükümeti dönemin Schröder-Fischer Hükümeti’nin halk arasında infiale yol açan ünlü »Hartz Yasaları«ndan daha sert kısıtlamalara gidiyor, ama toplumsal muhalefette henüz tık yok. Hani parlamentoda DIE LINKE olmasa, çatlak ses çıkmayacak gibi.
Diğer yandan vergilerin indirilmesini isteyen liberallerin sonunda vergi artırımına evet diyecekleri de görünüyor. Bu »Evet« liberaller için kolay olacak, çünkü ne varlık vergisi getirilecek, ne de yüksek gelirliler ile varlıklılardan alınan gelir vergisi artırılacak. Söz konusu olanın dolaysız vergiler ve dolayısıyla halkın geniş kesimlerinin üstüne yüklenecek olan yeni yükler olduğu malum.
»Sosyaldemokratça« davranmakla suçlanan neoliberal koalisyon beklenildiği gibi Kuzeyren-Vesfalya Seçimleri’nden sonra yapacağını yaptı. Kuzeyren-Vesfalya’da ise hâlen eyalet hükümeti kurulmuş değil. SPD ve Yeşiller, hükümette kalmak için binbir takla atan FDP ile görüşmelere başladılar. SPD’nin CDU ile yaptığı ilk görüşmelerden bir sonuç alınamamıştı. Ama SPD, Yeşiller ve FDP arasında da henüz bir yakınlaşma görülmüyor. Yeşiller ile rakipleri FDP arasındaki uçurumlar hâlâ geniş. SPD başkanı Hannelore Kraft illâ da eyalet başbakanı olmak istediğinden, Yeşilleri zorluyor. Bu gidişle SPD’nin vaad ettiği »politika değişikliği« uzakta görünüyor, çünkü gerçek anlamda bir politika değişikliği ancak DIE LINKE ile gerçekleştirilebilirdi. Bunun içinse ne SPD, ne de Yeşiller hazır.
Haliyle bu hafta ilk kez toplanan yeni parlamento sadece Federal Cumhurbaşkanı Seçimini yapacak olan Federal Şura’ya gönderecekleri delegeleri seçebildi. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ise Şansölye Merkel açısından güvenoyuna dönecek gibi görünüyor. Çünkü SPD ve Yeşiller, özellikle muhafazakârlar ve liberaller arasında saygınlığı bulunan ve yıllarca »SED Diktatörlüğü Dairesi«nin başkanlığını yapan 75 yaşındaki Gauck’u aday göstererek, Merkel’in adayı Aşağı Saksonya başbakanı Christian Wulff’un seçimini zora düşürdü. Muhafazakârlar ve liberaller arasında »Gauck’u seçebiliriz« cızırtıları çoğaldıkça, Merkel’in Federal Şura’daki çoğunluğu tehlikeye giriyor. Gerçi 30 Haziran’a kadar Berlin’deki Spree nehri daha çok su götürür, ama Merkel’in kolay pes etmeyeceği de söylenebilir.
Son olarak: Türkiye’nin AB’den sorumlu bakanı Egemen Bağış, İsrail’in Gazze ablukasını kaldırmak için NATO gemilerinin harekete geçmesini istemiş. Merak ediyorum, geçen haftaki NATO toplantısında İsrail’i kınama kararını çıkartamayan Türkiye hükümeti acaba hangi boyutta seyrediyor? Emperyal hazımsızlık tuhaf rüyalara yol açıyor herhalde, yoksa NATO’nun İsrail ordusu ile karşı karşıya gelmesini nasıl istesin?