Almanya’daki neoliberal elitlerin başlattığı sosyal ırkçı tartışma, bendini aşan bir sel misali Almanya kamuoyunu zehirlemeye devam ediyor. Aylar öncesinde ifade edildiğinde basında haber değeri bile bulamayan söylemler, bugün skandalize edilerek manşetlere taşınıyor.
Alman Öğretmenler Sendikası GEW’nin 2 Ekim’de düzenlediği bir toplantı da bu gelişmelerden payını almış durumda. Aslında toplantı konusu bundan bir yıl önce Berlin’in Kreuzberg semtinde görev yapan iki öğretmenin kaleme aldığı bir makaleydi. Öğretmenler, Türkiye ve Arap kökenli öğrencilerin yoğun olduğu okullarda azınlık durumuna düşen Alman öğrencilerin mobbinge uğradıklarını ileri sürüyorlardı. Yani tezileri »Kreuzberg’de Alman öğrenciler ayırımcılığa uğrayan azınlıklardır« söyleminden ibaretti.
Bir yıl önce basında tek bir kelime ile anılmayan bu tez, şimdi tartışmasız bir »bilimsel dogma« gibi manşetlerden ve yorum köşelerinden inmez oldu. Pazar günleri yayımlanan Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung 10 Ekim tarihli sayısında Federal Aile Bakanı Kristina Schröder’i şahit göstererek »Alman düşmanlığına karşı mücadele« başlığını atıyor ve Schröder’in »Ama Alman düşmanlığı da yabancı düşmanlığı, hatta ırkçılıktır, çünkü bir etnik gruba dahil olanlar burada dışlanmaktadırlar« sözlerini altbaşlığa taşıdı.
2008’deki Hessen Eyalet Seçimleri esnasında da »Alman düşmanı şiddetin artmasından« yakınan Aile Bakanı, sosyal ırkçı söylemi toplum merkezine dayanan bir partinin söylemi hâline getirerek, meşrulaştırmaya çalışmakta. Bu nedenle islam düşmanlığı ile tanınan Politically Incorrect adlı internet sayfasının tespit ettiği gibi, Schröder bir bakan olarak bunu söylediğinde, »aşırı sağcı suçlamasına maruz kalmayacaktır«, çünkü söylem artık toplum çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir.
Hoş, iki Almanya’nın birleşmesinden bu yana neonazilerin saldırılarında yüzden fazla insanın yaşamını yitirmesine karşın, »Alman düşmanlığına« dayanan tek bir şiddet eylemi dahi gösterilmeyeceğinden, »Alman düşmanı şiddetten« bahsetmek pek bilimsel değil ve yapılan tüm ciddî araştırmalar gençler arasındaki şiddetin artışın temel nedeninin, etnik değil, ekonomik ve sosyal nedenlere dayandığını gösteriyor, ama bu gerçekler sosyal ırkçı elitlerin iddialarını sürekli tekrarlamalarına engel olmuyor.
Nitekim FAZ başmakalecisi Frank Schirmacher, bakanın söylediklerini temel alarak daha da ileri gidiyor ve »gençlik kriminalitesi ile müslüman köktendinciliği, günümüzde potansiyel olarak 20. Yüzyıl’ın ölümcül ideolojilerine en yakın duran gelişmedir« tespitini yaparak, müslüman göçmenleri Alman faşizmi ile eşdeğer gösteriyor. Aslına bakılırsa Schirmacher önümüzdeki yıllarda toplumsal paradigmayı belirleyecek olan bir söyleme, »göçmen kökenli gençler Alman pasaportuna sahip olsalar bile, gerçek Alman sayılamazlar« söylemine ideolojik bir temel oluşturmaya çalışıyor.
»Alman düşmanlığı« söylemi, çoğunluk toplumunun giderek kötüleşen ekonomik ve sosyal durumunun yeni travmalar yarattığı bir ortamda, basitleştiriciliği ve genelleştiriciliği sayesinde etkin olduğundan, bu ideolojik temelin en büyük gerekçesi olacak. Hiç kuşkusuz, sayıları fazla olmayan bazı göçmenler arasında »Alman« veya »Batı düşmanlığı« yok değil. Ama bunu ırkçılıkla eşdeğer göstermek, empirik araştırmalara dayanan bilimsel bir tespit olmamasıyla birlikte, ırkçılığın, refah şövenizminin ve yabancı düşmanlığının üzerine kurulu olduğu mülkiyet ve iktidar ilişkilerini meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir.
Görüldüğü kadarıyla, küresel krize müdahaleci tedbirlerle karşılık veren, ancak şimdi yeni »tasarruf paketleri« ile sosyal politikalar alanında gerçekleştirilecek olan kısıtlamaların yol açacağı olası toplumsal direnişi zayıflatmak için, egemen politikanın mağdurlarını birbirine düşürmesi beklenen söylemler kamuoyuna enjekte edilmeye devam edilecek.
Enjeksiyon bugünden beklenen etkisini yapmış durumda: Perşembe günü kamuoyuna açıklanan bir araştırmaya göre, Alman halkının yüzde 58,4’ünün »İslamsız bir Almanya« istediği (Doğu eyaletlerinde yüzde 75,7), her on Alman’dan birisinin yeni bir »Führer«i desteklediği ve sadece yüzde 46,1’lik bir kesimin Alman demokrasisine güvendiği ortaya çıktı. Friedrich-Ebert-Vakfı’nın yaptığı araştırma Alman halkının yaklaşık beşte birinin hâlâ antisemit olduğunu da gösteriyor.
Göçmenleri ve yoksulları yaşamın her alanından dışlayan, ama ardından da göçmen ve yoksulların bir »tehdit potansiyeli« teşkil ettiğini iddia eden neoliberal elitler, burjuva demokrasilerini otoriter diktalar hâline getirme yolunda ilerliyorlar. Maalesef çoğunluk toplumları, bu gelişmenin en başta kendi zararlarına olacağını göremiyorlar. Görebilenler, yani Almanya politik ve toplumsal solu ise, salt kendi kendileriyle ilgilendiklerinden, »kuzuların sessizliğini« oynuyorlar. Ve iğrenç bir film hiç bitmeyecekmiş gibi gösterime devam ediyor...