Son zamanlarda İsrail’deki Netanyahu-Liebermann-Koalisyonu’nun, Orta Doğu’da »istikrar«a gereksinim duyan ABD için rahatsız edici bir faktör hâline geldiğini bilmeyen yoktur herhalde. Özellikle aşırı sağcı Liebermann’ın kontrol edilemeyen politik çıkışları ABD ordu yönetiminin tepkisini çekiyor. Bu nedenle geçen Mart ayında Washington’a gelen Netanyahu diplomatik kurallar çerçevesinde soğuk karşılanmıştı.
Görüldüğü kadarıyla ABD yönetimi bu tavrını değiştiriyor. Geçen Salı günü Netanyahu’yu sıcak bir biçimde karşılayan başkan Obama, kameralar karşısında misafirinin elini uzun süre sıkarak, »aramızdaki özel dostluk bağı kopartılamaz derecede sıkıdır« diyordu.
E peki, ne oldu da, bir kaç ay içerisinde ABD’nin tavrında böylesi bir gel-git yaşandı. Aslına bakılırsa ABD’nin küresel stratejileri açısından değişen bir şey yok. Tam tersine, ABD ordusunun üst düzey komutanları hâlâ »Afganistan’da başarı elde etmek istiyorsak, Orta Doğu’da istikrarı sağlamalıyız« diyerek, üstü kapalı olarak İsrail hükümetine güvenmedikleri sinyalini veriyorlar.
Kanımca bu değişimin ardında iki temel neden var. Ama öncelikle ABD ve İsrail devletleri arasındaki bağın gerçekten kopmaz olduğunu vurgulamak gerekiyor, ki bu iktidar ve devlet politikalarının bazen neden farklı mecralarda yürüdüğünü gösteriyor. ABD yönetiminin İsrail hükümeti ile yeniden sıcak ilişkilere girmesinin, hatta Batı Şeria’daki yerleşimciler sorununda İsrail’in politikalarını destekleyen çizgiye ağırlık vermesinin ardında öncelikle iç politik nedenler yatıyor.
2 Kasım’da yapılacak olan Kongre Seçimleri’ne yönelik analizler, aylardan beri Obama ile Demokratlar’ın oy kaybettiğini kanıtlıyor. Kongre’de gerek Demokratlar, gerekse de Cumhuriyetçiler arasında İsrail’e destek verenlerin sayısı bir hayli yüksek. Buna karşı Obama, ABD’ndeki Yahudiler arasında »ABD’nin İsrail’e en fazla karşı olan başkanı« ünvanını taşıyor. Bu nedenle Obama’nın hem Netanyahu’nun, hem de onun sayesinde ABD’nin en güçlü silah ve Yahudi lobisi olan AIPAC’in desteğine ihtiyacı var.
Bu durum, Netanyahu’nun görüşmelerdeki konumunu güçlendiriyor. Ayrıca Netanyahu’nun, ilişkilere balans ayarı çekmek için koalisyon ortağı Liebermann’ın son haftalarda kamuoyunun önüne çıkmasını engellemiş olması da, ABD yönetimince bir »jest« olarak değerlendiriliyor.
İkinci neden ise, ABD’nin öncelikle Liebermann’dan kurtulmak için bir taşeron bulmuş olması: Erdoğan ve hükümeti. Türkiye ve İsrail devletleri arasındaki askerî ve stratejik işbirliğinden bir milim geri adım atmadan, hükümetler arasındaki çekişmede Erdoğan’ın bir »joker« gibi kullanıldığı görülüyor.
Gerçi »Mavi Marmara« saldırısından bu yana Erdoğan’ın sert bir retorik kullandığı doğru, ancak bugüne kadar bu retoriğin doğal sonucu olan adım, yani diplomatik ilişkilerin kesilmesi henüz atılmış değil. Ekonomik ilişkilerdeki gerileme ise ancak marjinal bir anlam taşıyor, çünkü iki ülke arasında yaklaşık 3 milyar Doları bulan ticaret hacmi, Türkiye’nin toplam ticaret haciminin ancak yüzde birini karşılıyor.
Diğer taraftan TSK’den yapılan ve »F4 ve F5 uçaklarımız ile M60 tanklarımızın yedek parça ihtiyacı nedeniyle İsrail ile olan askerî ilişkilerimiz kesintisiz olarak devam ettirilmelidir« uyarısı ve İsrail ile toplam 50 milyon metreküplük içme suyu antlaşması (bu, Aşkelon Limanı’nın şu anda sürmekte olan genişletme çalışmaları bitirildikten sonra 200 milyon metreküpe çıkartılacak) askerî ilişkilerin kopmayacağının bir göstergesi. Heronları, istihbarattaki işbirliğini v.d. saymıyorum bile.
Sonuç itibariyle ABD’nin İsrail’e karşı »kamçı ve ballı ekmek politikası« taktiğini uyguladığını söyleyebiliriz. Obama’nın dediği gibi »ABD ve İsrail’in ortak güvenlik çıkarları« ve Kongre Seçimleri, ABD yönetiminin İsrail hükümetine yönelik baskısını azaltmasına neden oluyor. Liebermann’dan kurtulma görevi ise, Cengiz Çandar’ın tespit ettiği gibi, taşerona kalıyor. Taşeron da bölgedeki emperyal hırsları nedeniyle bu görev için canla başla çalışıyor. Fatura da, başta Filistinliler olmak üzere bölge halklarına çıkartılıyor.
Ve taşlar yeniden yerine oturuyor.