»Pogrom« Rusça bir kelime ve kargaşa, yakıp-yıkma, tahrip etme biçiminde Türkçe’ye çevrilebilir. Aslında 19. ve 20. Yüzyıl Rusya’sındaki Yahudi Pogrom’larına dayandırılsa da, Avrupa’da genellikle dinî ve etnik azınlıklara veya halkın bir kesimine karşı örgütlü, yağmalar, yakıp-yıkmalar ve cinayetlerle sonuçlanan linç olaylarını tanımlamak için kullanılır.
Pogromlar, insanlık tarihinin bir parçası ve aynı zamanda bir egemenlik aracı olarak günümüze kadar süregelmişlerdir. Bugün pogromlara Türkiye’nin muhtelif kent ve kasabalarında tanık olmaktayız.
Almanya da orta çağdan günümüze çeşitli pogromların yaşandığı bir coğrafyadır. Kuşkusuz orta çağın Yahudi Pogromları ve »Kristallnacht« olarak akıllarda kalan 9 Kasım Pogromu antisemitizmin örnekleri olarak hafızalara kazınmıştır, ama özellikle 1990 sonrası Almanya’sında yaşayanan pogromlar da örnek verilebilir. Pogromların, dünyanın neresinde ve hangi çağda olursa olsun, en belirgin özelliği, egemen güçler tarafından sistematik bir biçimde hazırlanan, örgütlenen ve çoğunluktaki sivil halkın en azından düşünsel olarak desteklediği toplumsal olaylar olmasıdır. Ve ardından, sadece pogroma uğratılan kesimlerin değil, bizzat pogromları gerçekleştiren çoğunluk toplumunun da aleyhine olan gelişmeleri tetikleyen olaylar olmalarıdır.
Almanya örneğinde kalırsak: 1990 yılında iki Almanya’nın birleşmesinin hemen ardından egemen politika tarafından körüklenen ve göçmenler ile politik mültecileri hedef alan ırkçı söylem, 1991 yılında Brandenburg eyaletine bağlı Hoyerswerda kentinde mültecilerin kaldığı yurta yönelik bir pogroma yol açmıştı. Hoyerswerda’lılar mülteci yurdunu ateşe vermiş, olaylar olurken yurt etrafında toplanan halk, camları kıran ve molotof kokteyli atan saldırganları alkışlamıştı. Dönemin Federal İçişleri Bakanı olaylar üzerine Hoyerswerda’ya geldiğinde, basına verdiği ilk demecinin ilk lafı: »Almanya’da fazla yabancı yaşıyor, halkın tepkisi anlaşılır bir tepkidir« olmuştu.
Ardından gelen haftalar ve aylar ülkenin çeşitli kentlerinde irili ufaklı sayısız pogromlar, saldırılar, cinayetlerle belirlenmişti. Bu olaylarda, örneğin Mölln ve Solingen’de bir çok Türkiye kökenli göçmen öldürülmüş, Hünxe, Magdeburg ve diğer kentlerde çeşitli kökenlerden göçmenler ve mülteciler yaralanmış veya yaşamlarını kaybetmişti. Egemen politika ve yaygın medya »fazla yabancı« temasını, özellikle »sosyal kasalarımızı talan eden göç« yalanını işleyerek, Almanya’nın toplumsal sözleşmesi olan Bonn Temel Yasası’nın, nasyonalsosyalizmin deneyimlerinden hareketle temel hak olarak tanıdığı Sığınma Hakkı’nın fiilen kaldırılmasını sağlamıştı.
Başlangıçta sadece »Alman olmayanlara yönelik« olduğu düşünülen demokratik hak budanımı, zaman içerisinde ve keskinleşen neoliberal politikaların dayatmasıyla Almanya’da yaşayan toplumun geniş kesimlerini etkilen demokratik ve sosyal hak kısıtlamalarına, Almanya dışpolitikasının giderek daha çok militaristleştirilmesine yol açmıştı. Göçmen teması, ardından, bilhassa 2000’li yılların başından itibaren, »uluslararası terör« söylemi temelindeki politikalar, Almanya’daki çoğunluk toplumunu bir korku toplumu hâline getirdi ve ırkçılığı, toplum çeperinden çıkararak, toplumun merkezine yerleştirdi.
Günümüzde göçmenlere yönelik ırkçı saldırılar olduğunda, özellikle bunların sonucunda basında yaralama veya ölüm haberleri yer aldığında çoğunluk toplumunda görülen rahatsızlık, özünde ırkçı saldırganlığa karşı duyulan bir rahatsızlık değil, bu saldırının görülür ve »zamansız« olmasına yönelik bir rahatsızlık olarak ortaya çıkmakta, çoğunluk toplumunu kendiliğinden otoriter yönetim biçimleri arayışına itmektedir.
Sonuç itibariyle pogromlar, günümüzün egemen güçleri tarafından hâlen etkin egemenlik araçları olarak kullanılmaktadırlar. Almanya örneğindeki pogromlardan hareketle, pogromların asıl suçlularının »bir kısım alkollü, kendini bilmez ve ırkçı gençlerin« olmadığını, bizzat devlet ve hükümet politikalarını uygulayan egemen güçler olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak pogromların bir diğer özelliği de, ekonomik veya sosyal imtiyazlarını kaybetmekten korkan çoğunluk toplumlarının, sadece kullanılan piyon olarak kalmadıkları, zaman içerisinde pogromları tetikleyenlerin bile önüne set çekemeyecekleri bir cinnet seline dönüşebildikleridir.
İnegöl, Hatay-Dörtyol veya başka yerlerdeki pogromlara baktığımızda, bu tehlikenin ne denli reel olduğu ortaya çıkmaktadır. O nedenle o »ah ne demokrat« hükümet Taraf’tarları başta olmak üzere, liberallerin, kendine demokrat lakabını takan entellektüellerin ve Türk’lerin, »linç olaylarının fenalığından« dem vurmak yerine, asıl sorumlularına »yeter artık« demelerinin zamanı çoktan geçmiştir. Bu kesimlerin, Kürtleri AKP politikalarına eklemlemek yerine, gelecekteki olayların sorumluluğundan kurtulmaları, ancak kendi uğraşlarıyla olacaktır. Benden söylemesi.