13 Ağu 2010

Gates, Buffet & Co.

Almanca’da bir deyiş var: »Tanrı küçük günahları hemen cezalandırır« diye. Durumuma cuk oturdu doğrusu. Tatil bitiyor hergamesinde oraya-buraya giderken, geçen haftaki köşemi yazamadım. Okurun affına sığınarak, biraz »bayatlamış« bir konuya değinmek istiyorum.

Geçen hafta yaygın medyada »devrim« niteliğinde bir haber yer aldı. Aralarında Bill Gates ve Warren Buffet gibi varlıkları onlarca milyar Dolar ile ölçülen bazı ABD’li milyarderler, varlıklarının yarısını »bağışlayacaklarını« açıklamışlardı. Yaygın medya bunu ballandıra ballandıra anlatmakla bitiremedi. Sormadan edemedim açıkcası kendi kendime: kapitalistler, sosyalist mi oluyorlardı yoksa? Kimi sosyalist, bugün kapitalist veya en azından burjuva liberali olabildikten sonra, bu da olamaz mıydı? Tam, Taraf gazetesi yazarı Nabi Yağcı’nın »solcular olarak zamanında hayli saçmaladık« diye günah çıkarttığı günlerde, sosyalistliğin yeni deyimle »out« olduğu zamanımızda, kapitalistler kendiliğinden varlıklarının bir bölümünden vazgeçiyorlardı. Olacak iş miydi yani şimdi bu?

Bilgili okur fark etmiştir. Elbette işin içinde iş var. Ve elbette haberi eleştirel olarak ele almak gerek. Hoş, kapitalizmin »iyi yanlarını« keşfeden eski solcularımız, »yüz milyar Doları bulan bağışların eleştirilecek ne yanı var?« diye soracaklardır, ama kapitalistin kendi rızasıyla zenginliğinden vazgeçmesi eşyanın tabiatına aykırı olduğundan, konuyu biraz deşmek gerekir.

Öncelikle ABD vergi hukukunun yapılan bağışların vergi yükünü hafifletmeye olanak verdiğini bilmemiz lazım. Örneğin ABD’nin bağımsız sayıştayı sayılan Government Accountability Office’in raporuna göre 1998 – 2005 yılları arasında ABD’ndeki şirketlerin üçte ikisi tek Cent vergi ödememiş. Diyeceksiniz ki, »adam 50 milyarın yarısı bağışlıyor ya kardeşim«. Öyle, öyle olmasına da, adam kamunun bütün olanaklarından faydalanıp, kârına kâr katıyor ve kamu giderlerine hiç katılmıyor ama. Hem, 50 milyarlık bir servetin alınteri ile kazanıldığı nerede görülmüş?

Diğer yandan bağış yapanlar, paraların nerelerde kullanılacağına da karar veriyorlar. Bağışların kullanılmasında kamunun, daha doğrusu toplumun demokratik kontrolü söz konusu değil. Yani zenginler hangi okulun teşvik edileceğine, hangi ilaçların ucuz satın alınabileceğine ve hangi sosyal hareketin destekleneceğine karar veriyorlar. Vermedikleri vergiler de, toplum genelini ilgilendiren kamu hizmetleri bütçelerinin kan kaybetmesine neden oluyor.

Bununla birlikte bu adım, örneğin ABD’nde bilhassa Cumhuriyetçiler’in ve neocon Think Tank’lerin yaygınlaştırmaya çalıştıkları »dizginlerinden kurtarılmış piyasalar insanlığı mutlu edecektir« demagojisine temel oluşturuyor. Milyarlık bağış haberi çıkar çıkmaz muhafazakârların »yüksek gelirlilerin vergi yükü azaltılmalıdır« talepleri boşuna değildi. Bu gidişle »vergi verme, bağış yap!« söylemi, kapitalist kâr hırsının en baba sloganı olacak.

Her şey bir yana, bu bağışlar, dünya çapındaki zenginliklerin küçük bir azınlığın elinde yoğunlaştığı ve 1 milyardan fazla insanın açlık çektiği, 700 milyon insanın günde 1 Dolar’dan az parayla yaşamak zorunda olduğu ve her 6 saniyede bir çocuğun açlık, hastalık, sefalet veya savaş nedeniyle öldüğü gerçeğini değiştirmiyor.

Elbette milyarları bulan bağışlar, bağışları yapanların şirketleri için iyi bir reklam oluyor ve zenginlerin de »vicdan sahibi« olduğu resmini çiziyor. Ama aynı zamanda da rekor seviyedeki kâr oranlarını, milyonluk menecer maaşlarını, işten çıkartmaları, sömürüyü, kısacası küresel kapitalizmin statükosunu kalıcılaştırıyor, yoksulluğa, kamu hizmetlerinin kısıtlanmasına, sefalete, açlığa bir çözüm getirmiyor.

Kısacası zenginler, zengin kalmak için bu adımı atıyorlar. İngiliz Guardian gazetesi yazarı Peter Wilby »zenginler daha iyi bir dünya istiyorlarsa, o zaman çalışanlarına adil ücret versinler ve vergilerini ödesinler« diyor. Wilby haklı, ama bence Oskar Lafontaine daha çok haklı: »2 milyonun üzerindeki maaş ve gelirlere yüzde yüz vergi oranı uygulanmalı«. 2 milyon Dolar’lık yıllık gelir kime yetmez? Kefenin cebi yok ki.