G20 Zirvesi’nden bir hafta sonra ve NATO Lizbon Zirvesi’inden iki gün önce, 18 Kasım 2010’da Hamburg’da bir araya gelen İçişleri Konferansı, tam anlamıyla bir terör histerisi başlatmış durumda. Hazır NATO ülkeleri »yeni tehditler üzerine konuşurlarken gerekçe hazırlamaya çalışalım« mı dediler, onu pek bilemeyeceğim, ama »uluslararası terör« konusunu görüşen iki zirvenin arasında böylesi bir çıkış yapmak bana pek mânidar geldi.
Asıl adı Eyalet İçişleri Bakanları ve Senatörleri Daimî Konferansı olan toplantı, Almanya’nın federal yapısının bir özelliği. Eyalet içişleri bakanları 1954’den bu yana yılda iki defa toplanan bu konferansta işbirliği yapıyorlar. Tamamen »gönüllülüğe« dayanan bu işbirliği, Federal Devletin bir organı olmamasına rağmen, iç güvenlik konusunda – bilhassa kamuoyunu etkilemede – son derece önemli bir rol oynuyor. Konferansa bakanların yanısıra, Federal İçişleri Bakanı, bakanlıkların ilgili daire başkanları, Federal Kriminal Daire, Alman Polis Yüksek Okulu ve Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı katılıyor. Yani, »devletin« ta kendisi bir araya geliyor.
Nedense her konferans öncesinde kamuoyuna iç güvenliği »tehdit eden unsurlar« hakkında bir pompalama yapılır. Bu sefer de öyle oldu ve Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière, basının önüne çıkarak, »Almanya’nın 30 Kasım’a kadar ciddî bir islamist terör saldırısına maruz kalabileceğini« açıkladı. Ve Perşembe günü, Namibia gümrük kontrolü sanki sipariş verilmiş gibi LTU/Air Berlin şirketinin bir uçağında »şüpheli bir çanta« buldu. Çantayı inceleyen Federal Kriminal Daire yetkilileri, çantanın içinde pillere kablo ile bağlı olan bir saati bulduklarını, ama »kurulumun patlayabilecek bir bomba olup olmadığının, ancak bir kaç güç süren kriminel-teknik araştırmalar sonrasında söylenebileceğini« açıkladı.
»Hoppala! Koskoca Federal Kriminel Daire çantada bomba olup olmadığını ancak bir kaç gün içinde mi tespit edebiliyor?« diye sorabilirsiniz. Haklısınız, daha önceki olaylarla da karşılaştırıldığında olayın bir »komplo« olabileceği kuşkusu pek uzak bir olasılık değil. Öyle ya, tam kamuoyu NATO Zirvesi’ni izlerken, NATO’yu haklı çıkaracak bir olay, Zirve bittikten sonra »yanlış habermiş« dense ne olur, denmese ne olur?
Peki güvenlikçi bakanlarımızın »olası« gördükleri tehditler ne imiş, bir de ona bakalım: Bakanlar üç tehdit senaryosundan bahsediyor. Birincisi, El Kaide örgütünün üç numaralı başı olan Yunus el Mauretani Almanya’daki 100 paramiliter »savaşçıyı« Pakistan-Afganistan sınırında eğitimden geçirmiş. Ayrıca, ikincisi, 2008’de Mumbai’de olduğu gibi »yumuşak hedeflere«, yani hoteller, istasyonlar, havalimanları gibi insanların olduğu yerlere terörist saldırı yapılabilirmiş. Üçüncüsü de, (vay canına) Avrupa’da 25 tane »uyuyan hücre« varmış ve »uyandıklarında« terör olayları gerçekleştirebilirlermiş – sayılarını ve nerede olduklarını biliyorsunuz da, niye harekete geçmiyorsunuz diye bir soruyu, bakanı dinleyen gazetecilerden hiç birisi sormamış.
Dikkat edilirse bizzat bakanın ağzından çıkan laflar, hep »miş, miş«. Yani kesin bir kanıt yok! Ama alınan tedbirler kesin: »Sadece istasyonlar ve havalimanları değil, kamuya açık olan bütün alanlarda masif polisiye tedbirler alınacak ve halk, polislerin varlığını görebilecektir«. Tabiî telefon dinlemeler ve internet kontrolü de işin cabası. Aşağı Saksonya İçişleri Bakanı Uwe Schünemann ise daha da ileri gidiyor: Almanya’nın »müslüman yoğunluklu semtlerinde« polisin sürekli devriye gezmesi ve »tehlikeli islamistlere cep telefonu ve bilgisayar kullanma yasağı getirilmesi«. Hazır başlamışken, müslüman göçmenleri stadyumlara tıkın da, siz de biz de rahat edelim!
Şaka bir yana, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin Afganistan ve diğer işgal edilen ülkelerdeki direniş örgütlerinin hedefi hâline gelmeleri, beklenen bir gelişme. Sivil yardım kuruluşlarını dahi, »ihtilaf bölgelerindeki askerî birliklere destek vermeye« zorlarsanız, zaten kuşkuyla bakılan STÖ’ler de, savaşa katılan ülkeler de direnişçilerin hedefi hâline gelir. Şahsen, direnişçilerin veya El Kaide gibi ne idüğü belirsiz örgütlerin şiddet eylemlerine yönelmeleri olasılığının gerçek olduğunu düşünüyorum. Ancak, şiddeti veya »terörü« yaratan asıl nedenler, yani emperyalist politikalar durdurulmadıkca da ne polisiye tedbirlerle, ne de daha fazla savaşla bu işin üstesinden gelinebilecektir.
Avrupa çoğunluk toplumlarına pompalanan »terör« histerisi ve yaratılan korku toplumu, neoliberal dönüşümün ve militaristleşmenin en temel dayanağı. Bu nedenle gerek sosyal sorunların artması, gerek neoliberal politikalar ve militaristleşme ile böylesi histerilerin doğrudan bağlantısı vardır. Çünkü, önce göçmenlere yönelik sertleştirmeler, sonradan toplum genelini etkileyen antidemokratik uygulamalara dönüşür. Bakanların çıkışı da tam bunun için uygun bir kamuoyu yaratmak ve NATO Zirvesi’ne destek vermek içindir.