Tunus’daki heyecanlı gelişmeler, dünya kamuoyunun dikkatini Kuzey Afrika ve Arap ülkelerine çevirdi. Gelen haberlere göre, Arap ülkelerindeki egemenleri ayaklanma korkusu sarmış durumda. Kuşkusuz 23 yıl boyunca halkını ve ülkesini yağmalayan bir tiranın alaşağı edilmesi iyi bir haber ve emperyalizmin işbirlikçileri olduklarını hergün yeniden kanıtlayan Arap egemenlerini kaygılandıran bir gelişme. Ama gene de »şeytanın avukatlığını« yapmak ve bazı soru işaretlerine dikkat çekmek doğru olur düşüncesindeyim.
Öncelikle belirtmeliyim: Arap ülkeleri uzmanlık alanım değil. Ben de bir çoğumuz gibi kitle iletişim araçları üzerinden bilgileniyorum. Bu açıdan değerlendirmelerim bir fikir yürütme, soru sorma olarak algılanmalı.
Her ne kadar eski başkan Zine Abidin El Bin Ali’nin akrabalarıyla birlikte apar topar Suudî Arabistan’a kaçmasına sevindiysem de, Frankfurter Allgemeine Zeitung’da gördüğüm bir fotoğraf ve Avrupa yaygın medyası ile AB elitlerinin gelişmelerle ilgili yorumları kafamı o derece karıştırdı, sonuçta da bu yazıyı kaleme almama neden oldu. Kafamı karıştıran fotoğrafta, modern giyimli Tunuslular sokak ortasında duran bir tankın önünde, askerlerle birlikte gülerek poz veriyorlardı. Aynı sayfada AB elitlerinin Tunus’daki gelişmelerden hoşnut olduklarını belirten demeçleri ve İsviçre Federal Konseyi’nin, Bin Ali’nin İsviçre bankalarındaki hesapları bloke ettiği haberi yer alıyordu.
AB söz konusu olduğunda, son derece şüpheci davrandığımdan, aklıma hemen »Neden?« sorusu geldi. Neden dünyanın başka köşelerinde halk ayaklandığında, o ülkenin egemenleri yanında yer alan veya ancak – Ukranya ve Gürcistan’da olduğu gibi – kendilerinin ön ayak olduğu »rejim değişiklikleri«nde olumlu görüş bildiren AB elitleri, Tunus’daki ayaklanmadan hoşnutlar? Neden, kendi sınırları içerisinde meşru demokratik kurumları dişsiz kaplana çeviren ve dışpolitikasını militaristleştiren AB, »Tunus’daki demokratik dönüşümü destekleyecek tedbirler hazırlıyoruz« açıklamasını yapmaya gerek duyuyor?
Bunlar bir yana, gelelim asıl soruya: Tunus’daki olaylar, Avrupa Arap Ligi’nin kurucusu Ebu Jahjah’ın sendika.org’da yayınlanan yazısında belirttiği gibi »gerçek bir devrim« mi? Ve Tunus İşçileri Komünist Partisi’nin »ordu güçlerinin tamamı halktan oluşuyor« tespiti gerçeğe uyuyor mu?
Nabi Yağcı bir yazısında, Tunus’daki değişimin belirleyici gücünün orta katmanlar olduğunu vurguluyordu. Bu tespite katılıyorum. Ülkenin gelişiminin, orta katmanların artan refahının ve rüşvetle koopte edildikleri sistemde karar mekanizmalarına katılma istemlerinin, son günlerin gelişmelerini tetiklediğinden kuşkum yok. Ama sorun bence bu değil. Sorun, bu katmanların »devrimciliklerinin« nerede biteceğidir.
Diğer bir etken kuşkusuz ordudur. Ama KP’nin tespitine kesinlikle katılmıyorum, çünkü ordu yönetimi gerçek bir demokratik dönüşümün garantörü değildir, aksine sınırlayıcı olması kuvvetle olasıdır. Ordu yönetiminin halkın yanında görünüyor olmasının ardında, Bin Ali rejiminin orduya değil, toplam 170 bin kişiyi bulan devlet güvenlik ve polis aparatına dayanması yatmaktadır. Tunus genelkurmay başkanı Raşit Ammar’ın emri altındaki asker sayısı hiç bir zaman 35 bini geçmemişti. Tunus’lu generalleri rahatsız eden, »sivil« güvenlik aparatının hem sayıca fazla, hem de hayal bile edemedikleri imtiyazlarla donatılmış olmasıydı.
Aparattan arda kalanların saldırılarına karşı konum alan ordu, doğal olarak halkın sempatisini kazandı. Ama bu, ordunun yarın »devletin bekası« için silahlarını halka yöneltmeyeceğinin garantisi değil. Kaldı ki »tuzu kuruların« siyasî temsilcileri, »devlet işlerinin devamı« için eski elitlerle ortak çalışacaklarını açıkladılar bile. Hoş, ortak hükümetin ömrü 24 saat bile olmadı, ama bu yönde adım atmaya devam edeceklerinden şüphe duymamak lazım.
AB’nin hoşnut olması, ordu yönetimi ile yeni iktidar »sahiplerinin« devlet yönetiminin kapitalist gelişme süreci içerisinde devamını sağlayacaklarını bildiklerindendir. Evet, bir tiran alaşağı edilmiştir. Ama gerçekleşen bir devrim değil, henüz sınırı belli olmayan bir değişimdir. Eğer, henüz son sözlerini söylememiş olan yoksul halk ve emekçi kitleleri sadece elde edilenle yetinmekle kalırlarsa, esaretlerinin değişen bir biçimde devam etmesini onaylamış olacaklardır. Almanların deyimiyle, »eski şarap, yeni şişede satılacaktır«.
Bence Tunus’daki gelişmelerden şimdiden bir ders çıkartmak olanaklıdır: O da, Rosa Luxemburg’un dediği gibi, »ya lokomotif, tüm hızıyla tarihsel yokuşun en üst tepesine kadar ilerleyecektir, ya da kendi ağırlığı ile hareket noktasına geri dönecek ve yarı yolda zayıf güçleri ile onu durdurmaya çalışanları uçuruma itecektir«. Uzun lafın kısası, hele bir yoksul kitleler son sözlerini söylesin, o zaman neyin en olduğu ortaya çıkacaktır