Almanya’daki sosyalist günlük gazete junge Welt, Perşembe günü Köln’lü
dramaturg André Müller’in 1978’de
basılan, ama kısa zamanda tükenen ve bugünlerde yeniden yayıma hazırlanan »Anektodlar«ından bazı alıntılar
yayımladı. Gazete, alıntıların başına Müller’in katıla katıla kahkaha attığı
anda çekilen bir fotoğrafını koymuş. Bu fotoğrafı görüp, anektodları okuyunca,
bunlardan bazılarını kıssadan hisse babında okurlarla paylaşmak gerekli dedim
kendi kendime. Almanca bilenlere tavsiye ederim, kitap basıldıktan sonra hemen
bir tane alın, pişman olmazsınız.
»Anektodlar«dan birkaç (Türkçeleştirilmiş) alıntı
yapalım:
Atinalı Sokrates bir heykeltraşla bir ebenin
oğluydu. Filozof olma kararını çok önceden vermişti, çünkü doğa bilimleriyle
bir türlü başa çıkamamıştı. Bunlar insanın işine yaramaz deyip, ahlâk
öğretisine yöneldi.
İnsanların nasıl yaşadığını analiz edebilmek için
özel yaşamlarını araştırıyordu. Özel yaşamları hakkında sorular soran Sokrates,
belli ki bir çok Atinalıyı rahatsız ediyordu. Günün birinde gene özel
yaşamlarıyla ilgili sorular sorduğunda, adamın biri yanıt vermek yerine
Sokrates’in kıçına tekme attı. Ama Sokrates buna aldırmadı ve yoluna devam
etti.
Bu duruma alınan öğrencilerinden birisi, kendisini
tekmeleyenlere karşı niye dava açmadığını sordu. »Niye dava açayım ki?« dedi Sokrates, »varsayalım beni bir eşek tekmeledi, eşeği mahkeme önüne mi çıkarayım?«.
Kıssadan hisse:
Yaklaşık 2.500 yıl önce doğan Sokrates’i tanımayan yok. Onu tekmeleyenler ise
ancak hikâyelere konu olabiliyorlar. Yani siz siz olun, devletin »kedi« verdiği
veya şu-bu gazetede »tu-ka-ka«cılık yapan »iyi Kürtlere« boşuna kızıp, laf
yetiştirmeye uğraşmayın. Bırakın »eşekler tekme atsın«, siz Sokrates olmaya
çalışın.
* * *
Voltaire, arkadaşlarıyla büyük adamların nasıl
olurda günün birinde tiran olabildikleri üzerine tartışıyormuş. Arkadaşlarından
bir tanesi, »hocam, büyük adamların
tiranlaşmalarını, bazı zamanlarda tarihsel tandansların vücut bulması olarak
kabul etmek gerekir, ama maalesef tiranlar hiç erdemli olamamaktadırlar«
deyince, Voltaire şiddetle itiraz etmiş.
»Hayır!« demiş Voltaire, »tiranlar da erdemliliğin nefesini içlerine çekiyorlar. Baksanıza,
yasaları çiğnemeden önce nasıl da destekliyorlar«.
Kıssadan hisse: Bir
siyasetçinin asıl karakteri yasalar çıkarken değil, yasalar eğilmeye ve
çiğnenmeye başladığında aldıkları tavırla ortaya çıkar. Hukukun, bırakın
çiğnenmesini, güpegündüz iğfal edildiği Türkiye’de kimin erdemli erdemli
tiranlaştığı gün gibi ortada değil mi?
* * *
Gazetemizdeki köşesini okumaktan büyük keyif
aldığım Metin Yeğin son köşe
yazısında, »köşe yazarlığının iki
sendromü var, ya herkesin sizi okuduğunu zannediyorsunuz, ya da hiç kimsenin
okumadığını. Ben ikincisine yakalandım«. Bu anektod da Metin’e:
27 Ağustos 1818 sabahı ünlü Alman yazar Goethe
hizmetçisine hiddetle hemen iki şişe Malvasier şarabını ve iki-üç bardak alıp
gelmesini emreder. Belli ki bir şeye sinirlenmiştir. Bardaklara şarap doldurtur
ve odada sinirli sinirli volta atarak teker teker bardakları boşaltmaya başlar.
Bir süre sonra tesadüfen doktoru gelir ve
Goethe’nin moralinin bozuk olmasına şaşırır. »Yahu üstat, ne oldu, nedir sizi böyle mutsuz eden?« der.
»Herşey« der Goethe. Arkadaşları, hatta tüm
Almanya nankördür. Müteşekkir olmayı bilememişlerdir. »Bu kadar da olmaz. Beni bugün, hem de doğum gününde evde unuttular.
Eh, hiç kimse benimle sağlığıma kadeh kaldırmak istemiyorsa, benim de elim elma
toplamıyor ya, ben de kendi kendime kadeh kaldırırım«.
Doktoru, »ama
öyle değil ki, arkadaşlarınızın hepsi doğum gününüz için hazırlık yapıyorlar.
Siz herhalde tarihi karıştırdınız, doğum gününüz bugün değil, yarın«
deyince, Goethe: »Vay, aziz bakire, vay,
desenize boşu boşuna sarhoş oldum«.
Herşeye, baskıya, inkâra, »ipin kurşunun rağmına« gülümsemeniz eksik olmasın. Egemenler
ağlayan değil, gülen, hatta kahkaha atan baldırı çıplaklardan korkarlar...