Geçen Çarşamba günü Yeni Özgür Politika’nın birinci
sayfasında, bence çok anlamlı bir fotoğraf yayımlandı. Fotoğraf, 24 Mart’ta
yaşamını yitiren HPG’li Gülistan Basutçu’nun
cenazesini taşıyan yoksul Kürt kadınlarını resmetmişti.
Bu fotoğraf kanımca çok şey anlatıyor. En başta Kürt
hareketinin yoksullar ve kadınlar tarafından taşındığını. Ve Türk devletinin
bugüne kadar uyguladığı bütün politikaların, istenilenin tam tersi sonuçlar
doğurduğunu.
Şöyle ki; inkâr ve imhaya dayanan temel politika,
doğrudan yoksul halk hareketini yarattı. Kirli savaş, zorunlu göçler, otoriter
neoliberalizm ve buna bağlı olarak ziraat alanında uzun zamandır süren dönüşüm
müthiş bir iç göçe ve dolayısıyla Kürtlerin hızla proleterleşmesine neden
oluyor. Proleterleşme ise politizasyona. Göç alan kentlerde BDP’nin ve
öncüllerinin elde ettikleri seçim başarıları, kitlesel Newrozlar bunun bir
göstergesi.
Tabii iç göçün ve Kürt proleterleşmesinin son derece
olumsuz yanları da var. Son dönemlerde yapılan çeşitli araştırmalar,
yoksullaşmanın ve sefaletin »Kürtleştiğini« kanıtlıyor. Kürt illerinde ve göç
alan kentlerin varoşlarında resmî işsizlik oranları, ortalamanın iki, hatta üç
katına çıkarken, bölgeler arasındaki eşitsizlik uçurumu artıyor. Gene resmî
rakamlara göre »Yeşil Kart« sahibi olan 9,5 milyon insanın yarıya yakını Kürt
illerinde yaşıyor. Örneğin KONDA’nın yaptığı bir araştırmaya göre, Kürtlerin
yüzde 23,4’ü günde 1 Dolar veya daha aşağı gelire sahip. KONDA, Kürt nüfusun
yüzde 23’ünün açlık sınırında, yüzde 53’ünün ise yoksulluk sınırında yaşadığını
belirtiyor.
Bahçeşehir Üniversitesi’nin yaptığı »Anadil Ayrımında İşgücü Piyasası Konumları« başlıklı bir araştırma
da, anadili Kürtçe olan nüfusta ücretli çalışma oranını yüzde 38 olarak tespit
ederken, anadili Türkçe olan nüfusta bu oranı yüzde 57 olarak veriyor. Bu
araştırmaya göre sosyal güvenceden yoksunluk oranı anadili Kürtçe olan nüfusta
yüzde 66,3. Araştırmalar aynı zamanda bölgeler arasındaki eşitsizliğin,
bölgeler içerisinde de, bilhassa göç alan kentlerde aşırı derecede arttığını
gösteriyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin veya Adana gibi kentlerin
varoşları, güvencesiz Kürt proleterlerinin doldurduğu ucuz iş gücü depoları
hâline gelmiş durumda.
Araştırmacı yazar Mustafa
Sönmez ise Kürt illerindeki toprak eşitsizliğine dikkat çekiyor. Sönmez,
topraksız ve az topraklı ailelerin örneğin Diyarbakır’daki oranları yüzde 42
iken, arazilerin sadece yüzde 4’üne sahip olduklarını, buna karşın yüzde 3’lük
bir azınlığın Diyarbakır’daki arazilerin yüzde 41’ini kontrol ettiklerini
belirtiyor. Veya Urfa’da nüfusun yüzde 1,5’lik bir kesiminin 10 milyon dekara
yakın arazinin yüzde 30’una sahip olduklarını vurguluyor.
Bu gelişme, özellikle BDP ve Kürt hareketinin geneli için
müthiş bir tarihsel meydan okuma anlamını taşıyor. Kuşkusuz ülkenin ve toplumun
fiîli bölünmüşlüğü, Kürdistan’ın özel durumu ve yasal siyaset önündeki
engelleri aşma çabası bilhassa BDP’nin pragmatist bir siyaset izlemesini
gerektiriyor. Farklı Kürt kesimleriyle ittifaka girilmesi, bu pragmatizmin bir
sonucu elbette. Kürt kimliği de menteşe rolünü oynuyor.
Ancak salt Kürt kimliğine, yani ulusal soruna
odaklanılması, sosyal sorunun arka plana itilmesine neden oluyor. Bu da siyasî
söylemin değişmesine, muğlaklaşmasına. Örneğin bugün her zamandan fazla gerekli
olan »toprak reformu« talebi BDP
Programı’nda yer almıyor bile. Emek sorununa ise hiç değinmeyelim.
Halbuki en önemli demokratikleşme hareketi olarak Kürt
hareketinin, demokratikleşmenin olmazsa olmazı olan sosyal adalet vurgusunu
yapması gerekmez mi? Hem bu Kürt halkının gerçekliğine uygun değil mi? Kanımca
Kürt proleterleşmesinin Kürt hareketinin karşısına çıkardığı tarihsel meydan
okuma, ulusal sorunu, ekolojik-feminist ve kurtuluşçu bir perspektifle sosyal
sorunla bağlantılı hâle getirme görevidir. Bu görevi yerine getiren Kürt
hareketi, halkın içinde olan ve halk tarafından taşınan bir hareket olarak
bölge halklarına örnek bir örgütlenme modeli hâline gelebilir.
Kısacası, Kürt halkının yoksul kesimlerinin trajik
gerçekliği, sosyal sorunu ulus devlet düşüne kurban ettirmemeyi gerektiriyor.
Sizi bilemem, ama ben baldırı çıplakların perspektifinden bakınca, bu sonucu
çıkartıyorum.