30 Mar 2012

Tarihsel meydan okuma


Geçen Çarşamba günü Yeni Özgür Politika’nın birinci sayfasında, bence çok anlamlı bir fotoğraf yayımlandı. Fotoğraf, 24 Mart’ta yaşamını yitiren HPG’li Gülistan Basutçu’nun cenazesini taşıyan yoksul Kürt kadınlarını resmetmişti.
Bu fotoğraf kanımca çok şey anlatıyor. En başta Kürt hareketinin yoksullar ve kadınlar tarafından taşındığını. Ve Türk devletinin bugüne kadar uyguladığı bütün politikaların, istenilenin tam tersi sonuçlar doğurduğunu.

Şöyle ki; inkâr ve imhaya dayanan temel politika, doğrudan yoksul halk hareketini yarattı. Kirli savaş, zorunlu göçler, otoriter neoliberalizm ve buna bağlı olarak ziraat alanında uzun zamandır süren dönüşüm müthiş bir iç göçe ve dolayısıyla Kürtlerin hızla proleterleşmesine neden oluyor. Proleterleşme ise politizasyona. Göç alan kentlerde BDP’nin ve öncüllerinin elde ettikleri seçim başarıları, kitlesel Newrozlar bunun bir göstergesi.
Tabii iç göçün ve Kürt proleterleşmesinin son derece olumsuz yanları da var. Son dönemlerde yapılan çeşitli araştırmalar, yoksullaşmanın ve sefaletin »Kürtleştiğini« kanıtlıyor. Kürt illerinde ve göç alan kentlerin varoşlarında resmî işsizlik oranları, ortalamanın iki, hatta üç katına çıkarken, bölgeler arasındaki eşitsizlik uçurumu artıyor. Gene resmî rakamlara göre »Yeşil Kart« sahibi olan 9,5 milyon insanın yarıya yakını Kürt illerinde yaşıyor. Örneğin KONDA’nın yaptığı bir araştırmaya göre, Kürtlerin yüzde 23,4’ü günde 1 Dolar veya daha aşağı gelire sahip. KONDA, Kürt nüfusun yüzde 23’ünün açlık sınırında, yüzde 53’ünün ise yoksulluk sınırında yaşadığını belirtiyor.
Bahçeşehir Üniversitesi’nin yaptığı »Anadil Ayrımında İşgücü Piyasası Konumları« başlıklı bir araştırma da, anadili Kürtçe olan nüfusta ücretli çalışma oranını yüzde 38 olarak tespit ederken, anadili Türkçe olan nüfusta bu oranı yüzde 57 olarak veriyor. Bu araştırmaya göre sosyal güvenceden yoksunluk oranı anadili Kürtçe olan nüfusta yüzde 66,3. Araştırmalar aynı zamanda bölgeler arasındaki eşitsizliğin, bölgeler içerisinde de, bilhassa göç alan kentlerde aşırı derecede arttığını gösteriyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin veya Adana gibi kentlerin varoşları, güvencesiz Kürt proleterlerinin doldurduğu ucuz iş gücü depoları hâline gelmiş durumda.
Araştırmacı yazar Mustafa Sönmez ise Kürt illerindeki toprak eşitsizliğine dikkat çekiyor. Sönmez, topraksız ve az topraklı ailelerin örneğin Diyarbakır’daki oranları yüzde 42 iken, arazilerin sadece yüzde 4’üne sahip olduklarını, buna karşın yüzde 3’lük bir azınlığın Diyarbakır’daki arazilerin yüzde 41’ini kontrol ettiklerini belirtiyor. Veya Urfa’da nüfusun yüzde 1,5’lik bir kesiminin 10 milyon dekara yakın arazinin yüzde 30’una sahip olduklarını vurguluyor.
Bu gelişme, özellikle BDP ve Kürt hareketinin geneli için müthiş bir tarihsel meydan okuma anlamını taşıyor. Kuşkusuz ülkenin ve toplumun fiîli bölünmüşlüğü, Kürdistan’ın özel durumu ve yasal siyaset önündeki engelleri aşma çabası bilhassa BDP’nin pragmatist bir siyaset izlemesini gerektiriyor. Farklı Kürt kesimleriyle ittifaka girilmesi, bu pragmatizmin bir sonucu elbette. Kürt kimliği de menteşe rolünü oynuyor.
Ancak salt Kürt kimliğine, yani ulusal soruna odaklanılması, sosyal sorunun arka plana itilmesine neden oluyor. Bu da siyasî söylemin değişmesine, muğlaklaşmasına. Örneğin bugün her zamandan fazla gerekli olan »toprak reformu« talebi BDP Programı’nda yer almıyor bile. Emek sorununa ise hiç değinmeyelim.
Halbuki en önemli demokratikleşme hareketi olarak Kürt hareketinin, demokratikleşmenin olmazsa olmazı olan sosyal adalet vurgusunu yapması gerekmez mi? Hem bu Kürt halkının gerçekliğine uygun değil mi? Kanımca Kürt proleterleşmesinin Kürt hareketinin karşısına çıkardığı tarihsel meydan okuma, ulusal sorunu, ekolojik-feminist ve kurtuluşçu bir perspektifle sosyal sorunla bağlantılı hâle getirme görevidir. Bu görevi yerine getiren Kürt hareketi, halkın içinde olan ve halk tarafından taşınan bir hareket olarak bölge halklarına örnek bir örgütlenme modeli hâline gelebilir.
Kısacası, Kürt halkının yoksul kesimlerinin trajik gerçekliği, sosyal sorunu ulus devlet düşüne kurban ettirmemeyi gerektiriyor. Sizi bilemem, ama ben baldırı çıplakların perspektifinden bakınca, bu sonucu çıkartıyorum.