Ya da; bir homoseksüelin
trajik aşk hikâyesi
Karl Marx ünlü eseri Das Kapital’de, »Şeylerin
görünen biçimi ile özü doğrudan çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu«
der. (Marx, Kapital 2. Cilt, Sol Yayınları) 23 Ağustos 1913’de Kopenhag
limanına konulan »Küçük Deniz Kızı« heykelinin hikâyesi de Marx’ı teyid ediyor.
Aslında heykelin, daha doğrusu Danimarkalı yazar
Hans Christian Andersen’in kaleme aldığı masalın asıl hikâyesini edebiyat
bilimcisi Heinrich Detering 1994’de ortaya çıkartmıştı. Ancak gerçek hikâye
Danimarkalıların pek hoşuma gitmemiş olmalı ki, aradan 20 yıl geçmesine ve bir
doktora çalışmasına konu olmasına rağmen, hâlen pek bilinmiyor.
Bilindiği gibi heykel 1913 yılında ünlü Carlsberg
bira fabrikalarının sahibi Carl Jacobsen tarafından Kopenhag kentine hediye
edilmiş. Resmî anlatımda Jacobsen tiyatroda Andersen’in masalının balesinden etkilenerek,
heykeltraş Edvard Eriksen’e heykeli yaptırmış ve Kopenhag limanına
yerleştirmiş.
Andersen’in masalı biliniyor: Deniz kralının altı
kızının en küçüğü dünyalı bir prense aşık olur ve onunla yaşamak ister. Her
sabah ve her akşam limandaki bir kayaya yüzerek, prensini görmek ister. Aşkına
kavuşmak için bir büyücünün çözümünü kabul etmiş ve normal ayaklarına kavuşmuş.
Ama karşılığında sesini kaybetmiş. Prensinin yanına gittiğinde, konuşamadığından,
prens ona kızkardeşi gibi davranmaya başlamış. Prens daha sonra da başka
birisiyle evlenmiş. Yani acıklı bir hikâye sonucunda.
Detering yaptığı araştırmalar sonucunda, Andersen’in
aslında bir masal değil, trajik bir aşk hikâyesini anlattığını ortaya çıkartmış
– Andersen’in kendi hikâyesini. Hamisinin oğlu olan Edvard Collin’e aşık olan
Andersen, Collin’in bir kadınla evlenmesinden büyük hüzün duyar. Ama bu hüznünü
kimseyle paylaşmaz. Masalında da deniz kızı insan ayaklarına sahip olabilmek
için dilini kestirir. Ama artık konuşamadığından aşkına karşılık bulamaz.
Detering’in çalışmasını temel alan Michael Maar
doktora tezinde şöyle yazar: »Andersen’in herhangi bir sahne uydurması
gerekmiyordu. Deniz kızının erkek kıyafetinde göründüğü sahne, özünde kendisini
ve bir erkeğe olan aşkını anlatan bir metafor gibidir. Aşık olduğu erkeğin
yakınında olmak isteyen, bunun için acılar çeken, ama ne acılarını, ne de
aşkını anlatamayan Andersen, deniz kızı ile kendi hikâyesini anlatıyor.«
Maar, doktora çalışmasında, aynı Andersen gibi
homoseksüelliğini yaşamı boyunca saklayan Thomas Mann’ın sahip olduğu »Küçük
Deniz Kızı« masal kitabında, tam da deniz kızı ile prensin karşılaştığı ve konuşamadığı
için prensin sorularını yanıtlayamadığını anlatan pasajın yanına, Mann’ın alışkanlıklarının
tersine, kırmızı kalemle bir işaret koyduğunu yazıyor ve ekliyor: »Andersen
gibi acı çeken Mann, deniz kızının neden konuşamadığını çok iyi biliyordu«.
Peki, bu bize ne anlatıyor? Birincisi, aşk ister
kadın-erkek, ister kadın-kadın, isterse de erkek-erkek arasında olsun, her
zaman aşktır ve bundan doğal bir şey yoktur. Aşk, uğruna bedel ödenebiliyorsa
eğer, aşktır. İkincisi, Marx’ın dediği gibi, hiç bir şey göründüğü gibi
değildir. Gerçekleri görebilmek için, insana dair her şeyi sorgulamak gerekir.
Üçüncüsü, resmî söylemler yalandan ibarettir. Aslolan, çıplak gerçeği
aramaktır.
Bugün 101. yıldönümü kutlanan »Küçük Deniz Kızı«
heykelinin hikâyesi, sadece bir masal değil, trajik bir aşk hikâyesinin
eseridir. Kopenhag’a gider, heykeli görürseniz eğer, bunu anımsayın. Ve deyin
ki: »Ey insan, aşk olsun sana«.