2014 Mart’ında yapılacak olan yerel
seçimler, siyasî aktörlerin tüm dikkatini aday belirleme süreçlerine ve olası
ittifaklara çekiyor. Kim, nereden kimin adayı olacak sorusu ile seçim
stratejileri dışında siyasî tartışmaları belirleyen pek başka konu yok gibi –
tabii AKP içerisindeki ortaklar arası iktidar kavgasını saymazsak eğer.
Doğal olarak yerel seçim ajandası siyasî
aktörlerin analizlerini ve kısa vadeli stratejilerini belirliyor. Bu bilhassa
muhalif kesimler açısından, sadece hükümet politikalarına reaksiyon göstermekle
kaldıklarından, ciddî bir handikap.
Halbuki geniş bir durum analizi reaksiyon
çerçevesini aşma ve alternatif politikaları şekillendirme olanağını verebilir.
Kuş bakışı ile baktığımızda, yerel seçimleri de yakından ilgilendiren bir
»çoklu kriz ortamının«, yani birden fazla krizin yan yana gelişmeleri
etkilediklerini görebiliriz. Bu »çoklu kriz ortamı« Türkiye sermayesi ile karar
vericilerin neden, »bölgesel emperyalizm« olarak da nitelendirilen bir
politikayı sürdürdüklerini ve bu bağlamda ülke içerisinde diğer siyaset
alanlarında hangi kararları neden aldıklarını açıklamaya yardımcı olabilir.
Dahası AKP ortaklarının iktidar kavgasının arka planını açığa çıkartabilir.
Krizler aynı zamanda muazzam değişim
potansiyellerini de içerirler. Muhalif kesimler açısından önemli olan bu
krizleri tahlil edebilmek, bu tahlilden çözüm önerileri geliştirmek ve bu
önerilerin gerçekleştirilmesi için hangi toplumsal ittifakların gerekli
olduğunu tespit etmek, kısa ve orta vadeli siyasî stratejilerini bu temelde
şekillendirmektir.
»Çoklu kriz ortamını« telgraf stilinde
sayacak olursak – köşe yazısı kapsamında başka türlü mümkün değil –, şöyle bir
resim ortaya çıkar: Birincisi ekonomik krizdir. Türkiye henüz derinleşmeyen,
ama en ufak malî dalgalanmada büyük tahribata yol açacak bir kriz ile karşı
karşıyadır. Yılda 60 milyar Doları enerji alımı için harcayan ülkenin, Dolar’ın
daha fazla pahalılaşması durumunda hangi batağa gireceğini belirtmeye gerek
yok. Devlet borçlarının yanı sıra, hane başı borçlanmanın devasa boyutlara
ulaştığı bir dönemde gerisini siz düşünün.
İkincisi yönetim krizidir. Evet, AKP
hükümeti yüzde 50 gibi bir seçmen desteğine sahiptir, ancak bu destek ekonomik durumun
bozulmasıyla değişebilir. Bununla birlikte toplumsal bölünmeye yol açan hükümet
söylemi, »çoğunluğun meşruiyetinin« sorgulanmasına neden olmakta, ihtilafların
yönetilememesi güvensizliğe yol açmaktadır. Hükümet, kendisini oluşturan siyasî
güçler arasında istikrarlı bir »yan yana duruşu« dahi örgütleyememektedir.
Üçüncüsü adalet krizidir. Bir yandan
uygulanan »Düşman Ceza Hukuku«, hukukun üstünlüğünün sağlanamaması, gerekli
olan yeni anayasanın oluşturulamaması hukuk alanında, diğer yandan da sosyal adalet
alanında kriz veya krizlerden bahsetmek olanaklıdır. Adalet krizi, kadim
milliyetler sorunundaki çözümsüzlükle birleşince, ülkenin geleceğinin ağır bir
ipotek altına sokulduğu söylenebilir.
Dördüncüsü ekolojik krizdir. HES’ler,
nükleer santral planları, tarım ve balıkçılığın karşı karşıya olduğu devasa
sorunlar, çarpık kentleşme ve kentsel dönüşüm deliliği, çevre kirliliği vs.
Liste şüphesiz uzatılabilir. Ve beşincisi toplumsal krizdir. Kadın ve trans
cinayetleri, inanç gruplarına, LGBT bireylerine karşı nefret suçlarındaki
artış, mezhep ayırımcılığı vs. toplumsal bölünmüşlüğün ne denli derinleştiğini
göstermektedir.
Muhalif güçler açısından bu »çoklu kriz
ortamı« aynı zamanda hegemonya karşıtı güçleri sahneye çıkardığından, toplumsal
ittifakların nerelerde ve kimlerle kurulabileceğine işaret etmektedir. Bu
açıdan esas olan »çoklu kriz ortamına« yanıt verebilecek ve toplumsal
kesimlerin ortaklaşmasını sağlayacak bir siyasî programdır.