19 Ara 2013

Hiç bir şey tesadüfî değil

Aslında okura yeni Alman hükümeti hakkında bilgi vermek gerekirdi, ama Almanya’da »eski şarabın, yeni şişede« verilmeye devam edileceğini ve bu konuya ileride daha geniş değineceğimizi belirterek, Türkiye’deki »öncü depremin« arka planına bakmaya çalışalım.

İki hafta önce »Jeostratejik değişimlerin gösterdikleri« ve geçen hafta »Çoklu kriz ortamı« başlıkları altındaki düşüncelerimizi paylaşırken, Türkiye’nin – sadece tektonik değil – büyük bir depreme doğru yol aldığını anlatmaya çalışıyorduk. Sistem depreminin 17 Aralık 2013’de böylesine şiddetli bir »öncü deprem« ile kendini göstereceğini pek tahmin edemedik doğrusu. Ama görüldüğü gibi »çoklu kriz ortamlarında« siyasî coğrafyadaki kırılmaların aniden ve yıkım gücü yüksek dalgalara yol açabileceği kanıtlandı işte.
Ekonomist Mustafa Sönmez, »yıllık 162 milyar Dolarlık devlet harcamalarının paylaşım kavgasına« işaret ederek dikkatli okura hayli ipucu veriyor. Ancak paylaşım kavgası işin sadece bir yanı. Çünkü şunu unutmamalıyız: İstikrarsızlıklar coğrafyasının karmaşık ilişkiler ve dengeler yumağının merkezinde olan bir ülke olarak Türkiye, en ufak denge değişimlerini en şiddetli biçimde hissedecektir.
Bu bilhassa ekonomide geçerli. 2013 Mayıs’ında FED başkanı Ben Bernanke’nin tek bir cümlesinin Brezilya, Hindistan ve Türkiye’de nelere yol açtığı akıllardadır. FED bugünlerde »malî doping« politikasından vazgeçeceğini açıkladı. Uluslararası malî piyasalar ABD ve AB’nde faizlerin yükseleceği sinyalini aldılar. Bu sinyal yabancı sermayenin Türkiye gibi eşik ülkelerinden çıkmasına neden olacak. Sermaye çıkışının ne gibi sonuçlara yol açacağını tahmin etmek için ekonomist olmaya gerek yok. Bu, krizler derinleşecek anlamına gelir.
Yolsuzlukları ayyuka çıkmış ve şiddetli iktidar çatışmalarının içerisinde olan bir hükümetin güvenli bir liman olduğunu göstermesi pek olanaklı olmayacak. Gazete sayfalarına ve internete düşen belgeler, AKP koalisyonunun – sadece Erdoğan’ın değil, cemaatin de - inandırıcılığını ciddî biçimde zedeledi. Kabine değişiklikleri ile bu tedavi edilebilir mi, işte o hayli şüpheli.
Diğer yandan Erdoğan’ın haklı olduğunu söylemek gerekiyor: operasyonlar, Gezi Direnişi ile zayıflayan iktidarının »yararlı partner« olmaktan çıktığına kanaat getiren ve Ortadoğu’daki güncel gelişmeler nedeniyle yeni dengeler kurmak isteyen müttefiklerinin işi – cemaat ise sadece tetikçi. Gerçi Erdoğan hâlâ büyük seçmen desteğine sahip, ama »Big Brother« hakkında hüküm verdikten sonra, isterse yüzde 80 oy alsın, kendini meşum sondan kurtaramayacaktır.
Elbette, AKP son derece esnek ve pragmatist bir formasyon. Buzdağı misali, görünmeyen bölgelerde ne gibi uzlaşılar üzerine müzakere edildiğini tahmin etmek güç. Aktörler çok çabuk anlaşabilir ve hiç bir şey olmamış gibi yola devam edebilirler. Ancak AKP tankerinin Erdoğan kaptanlığında seyrini sürdürmesi pek kolay olmayacak. Önümüzdeki haftalarda Erdoğan istifa ederse, şaşırmamak gerekiyor. Çünkü olanların hiç birisi tesadüfî değil.

Peki, tüm bunlar muhalif güçler açısından hangi anlama geliyor? Krizlere çözüm üreten, geniş toplumsal ittifakları örmeyi hedefleyen ve iktidar alternatifi olunduğunu gösteren bir siyasî program çerçevesinde yürütülecek mücadele ve bu çerçevede atılacak sembolik değeri yüksek adımlar, egemenlerin tüm hesaplarını alt-üst edebilir. Mesele siyasî aktörleri statik değerlendirmeler çerçevesinde değil, »kime karşı, kiminle birlikte ve kimi tarafsız bırakarak« anlayışı temelinde demokratik siyaset becerisini göstermekte yatmaktadır. Bu noktada Kürt siyaseti şu gerçeği de görmelidir: AKP iktidarı çözüm sürecinin garantörü değildir artık. Aksine geniş ve çok renkli bir toplumsal ittifak bu süreci ilerletebilir. Bunun içinse sokağın gücünü gösterme vakti gelmiştir – her yerde! 
Şimdi değilse, ne zaman?