Aslında okura yeni Alman hükümeti hakkında
bilgi vermek gerekirdi, ama Almanya’da »eski şarabın, yeni şişede« verilmeye
devam edileceğini ve bu konuya ileride daha geniş değineceğimizi belirterek,
Türkiye’deki »öncü depremin« arka planına bakmaya çalışalım.
İki hafta önce »Jeostratejik değişimlerin
gösterdikleri« ve geçen hafta »Çoklu kriz ortamı« başlıkları altındaki
düşüncelerimizi paylaşırken, Türkiye’nin – sadece tektonik değil – büyük bir
depreme doğru yol aldığını anlatmaya çalışıyorduk. Sistem depreminin 17 Aralık
2013’de böylesine şiddetli bir »öncü deprem« ile kendini göstereceğini pek
tahmin edemedik doğrusu. Ama görüldüğü gibi »çoklu kriz ortamlarında« siyasî
coğrafyadaki kırılmaların aniden ve yıkım gücü yüksek dalgalara yol açabileceği
kanıtlandı işte.
Ekonomist Mustafa Sönmez, »yıllık 162
milyar Dolarlık devlet harcamalarının paylaşım kavgasına« işaret ederek
dikkatli okura hayli ipucu veriyor. Ancak paylaşım kavgası işin sadece bir
yanı. Çünkü şunu unutmamalıyız: İstikrarsızlıklar coğrafyasının karmaşık
ilişkiler ve dengeler yumağının merkezinde olan bir ülke olarak Türkiye, en
ufak denge değişimlerini en şiddetli biçimde hissedecektir.
Bu bilhassa ekonomide geçerli. 2013
Mayıs’ında FED başkanı Ben Bernanke’nin tek bir cümlesinin Brezilya, Hindistan
ve Türkiye’de nelere yol açtığı akıllardadır. FED bugünlerde »malî doping«
politikasından vazgeçeceğini açıkladı. Uluslararası malî piyasalar ABD ve
AB’nde faizlerin yükseleceği sinyalini aldılar. Bu sinyal yabancı sermayenin
Türkiye gibi eşik ülkelerinden çıkmasına neden olacak. Sermaye çıkışının ne
gibi sonuçlara yol açacağını tahmin etmek için ekonomist olmaya gerek yok. Bu,
krizler derinleşecek anlamına gelir.
Yolsuzlukları ayyuka çıkmış ve şiddetli
iktidar çatışmalarının içerisinde olan bir hükümetin güvenli bir liman olduğunu
göstermesi pek olanaklı olmayacak. Gazete sayfalarına ve internete düşen
belgeler, AKP koalisyonunun – sadece Erdoğan’ın değil, cemaatin de -
inandırıcılığını ciddî biçimde zedeledi. Kabine değişiklikleri ile bu tedavi
edilebilir mi, işte o hayli şüpheli.
Diğer yandan Erdoğan’ın haklı olduğunu
söylemek gerekiyor: operasyonlar, Gezi Direnişi ile zayıflayan iktidarının
»yararlı partner« olmaktan çıktığına kanaat getiren ve Ortadoğu’daki güncel
gelişmeler nedeniyle yeni dengeler kurmak isteyen müttefiklerinin işi – cemaat
ise sadece tetikçi. Gerçi Erdoğan hâlâ büyük seçmen desteğine sahip, ama »Big
Brother« hakkında hüküm verdikten sonra, isterse yüzde 80 oy alsın, kendini
meşum sondan kurtaramayacaktır.
Elbette, AKP son derece esnek ve pragmatist
bir formasyon. Buzdağı misali, görünmeyen bölgelerde ne gibi uzlaşılar üzerine
müzakere edildiğini tahmin etmek güç. Aktörler çok çabuk anlaşabilir ve hiç bir
şey olmamış gibi yola devam edebilirler. Ancak AKP tankerinin Erdoğan
kaptanlığında seyrini sürdürmesi pek kolay olmayacak. Önümüzdeki haftalarda
Erdoğan istifa ederse, şaşırmamak gerekiyor. Çünkü olanların hiç birisi
tesadüfî değil.
Peki, tüm bunlar muhalif güçler açısından
hangi anlama geliyor? Krizlere çözüm üreten, geniş toplumsal ittifakları örmeyi
hedefleyen ve iktidar alternatifi olunduğunu gösteren bir siyasî program
çerçevesinde yürütülecek mücadele ve bu çerçevede atılacak sembolik değeri
yüksek adımlar, egemenlerin tüm hesaplarını alt-üst edebilir. Mesele siyasî
aktörleri statik değerlendirmeler çerçevesinde değil, »kime karşı, kiminle
birlikte ve kimi tarafsız bırakarak« anlayışı temelinde demokratik siyaset
becerisini göstermekte yatmaktadır. Bu noktada Kürt siyaseti şu gerçeği de
görmelidir: AKP iktidarı çözüm sürecinin garantörü değildir artık. Aksine geniş
ve çok renkli bir toplumsal ittifak bu süreci ilerletebilir. Bunun içinse
sokağın gücünü gösterme vakti gelmiştir – her yerde!
Şimdi değilse, ne zaman?