Dresden’de başlayarak Almanya’ya yayılan
ırkçı gösteriler gündemi meşgul etmeye devam ediyor hâlâ. Dünyanın en zengin
ülkelerinden birinde, hem de Müslüman nüfusun son derece az olduğu kentlerde
»Avrupa’nın İslamileşmesine karşı« gösterilerin ortaya çıkması kafaları
karıştırıyor, gelişmeleri açıklama denemeleri ise yeni soruları ortaya
çıkarıyor.
Toplumsal hafızanın zayıflığı ve
burjuva liberalizminin zihinleri esir alması, toplumsal ve iktisadi gelişmeleri
açıklamaya yarayan bilimsel metotların Avrupa solunda da unutulmasına neden
olmuş besbelli. Halbuki gerekli olan tarihsel koşulları ve maddi şartları temel
alan, koşulları insanların davranışlarına göre değil, insanların davranışlarını
koşullara göre açıklamak değil midir?
Öncelikle Almanya'da kitlesel ırkçı gösterilerin ortaya çıkmasının küresel gelişmeler ve neoliberal dönüşümlerle doğrudan bağlantılı olduğunu tespit etmeliyiz. Bağlantılar çerçevesinde gelişmelere baktığımızda ise, bu gösterilerin, neoliberal politikaları otoriter yöntemlerle güvence altına alma çabalarına sağdan, refah şovenisti bir pozisyondan bir karşı çıkışı ifade ettiğini görebiliriz. »İslam karşıtlığı« bu bağlamda birleştirici bir faktörden başka bir şey değildir.
Aslında »İslamileşme« korkusunun
ardında, bununla hiç bağlantısı olmayan iki farklı korku yatmaktadır.
Birincisi, küçük burjuva olarak nitelendirebileceğimiz, eğitimli, ortalamanın
üzerinde gelire sahip beyaz »orta katmanların« yoksullaşma, daha doğrusu proleterleşme
korkusudur. İki kutuplu dönemde, sistem alternatifinin varlığının yarattığı
baskı altında tanınan sosyal devlet kazanımlarının erozyonu ve yoksul doğan
kişinin yoksul öldüğü gerçeği, küçük burjuva kesimleri müthiş bir güvencesizlik
tehdidi altına sokmakta, korkunun yarattığı travma ile güçlünün önünde
eğilirken, kendisinden zayıf olanı tekmeleme tavrı içine girmelerine neden
olmaktadır. Empirik araştırmalar, ırkçı gösterilere katılanların ezici
çoğunluğunun böylesi küçük burjuva kesimler olduğunu kanıtlamaktadır.
İkincisi ise, güvenceli coğrafya,
»vatan«, kültürel yurt olarak görülen Batının, dünyanın diğer bölgeleri
üzerinde olan hegemonyasını kaybetme korkusudur. İslam ve bu bağlamda islamist
terör Batı hegemonyasına karşı bir başkaldırı olarak görülmektedir. Bu nedenle
BM Şartına aykırı olan müdahale savaşları, işgaller, işkenceler, rejim
değişikliği çabaları ve küresel Güney’de »medenî« normların fiilen ortadan
kaldırılması, Batının refahını ve özgürlüğünü korumak için »zorunlu tedbirler«
olarak kabullenilmekte, emperyalist savaşlar meşrulaştırılmaktadır.
Egemenler ise Batının çoğunluk
toplumlarında yerleşik olan bu korkuları, ırkçı ve refah şovenisti
yaklaşımları, küresel kapitalizmin dünya çapındaki kaynakları engelsiz sömürme,
neoliberalizmi yayma ve kapitalist merkezleri görünmez duvarlarla koruma altına
alma (»gated capitalism«) çabalarına toplumsal destek almak için
kullanılmaktadır.
Hiç kuşku yok: ırkçılık, refah
şovenizmi ve faşizmden bahseden, kapitalizm ve emperyalizmden de bahsetmek
zorundadır. Irkçılık hastalığın semptomu ise, hastalığın kendisi bizzat
kapitalizmdir.