Günümüz burjuva medyasına
baktığımızda, en çok kullanılan kelimenin »demokrasi« olduğunu görebiliriz.
Savaşlar, işgaller, sermaye lehine alınan kararlar, toplumsal mücadelelerle
elde edilmiş kazanımların yok edilmesi ve her insanın doğuştan elde ettiği
hakların, yani her milliyetin kendi dilini, kültürünü koruma ve kendi kaderini
tayin haklarının verilmemesi, her defasında »demokrasi«ile gerekçelendirilir.
Herhalde »demokrasi« kadar içi boşaltılmış bir kavram yoktur.
»Demokraside« verilen vekalet de,
kelime anlamının aynısı değil. Örneğin bir avukatı vekil kılarsınız ve
vekilliğinden hoşlanmadığınız anda vekaleti geri alabilirsiniz. Ama dört yılda
bir yapılan seçimle başa gelenlerden vekaletinizi geri alamazsınız. Bir sonraki
seçime kadar, o da örgütlenir, iktidarı alabilirseniz... Ancak günümüz
koşullarında halkın gerçek anlamda iktidarı seçimle alabilmesi olanaksızdır.
Çünkü, egemen sınıf, devleti, bürokrasisi, şiddeti ve medyasıyla her seçimi (!)
kazanır; çünkü kapitalist devlet, egemen sınıfın tahakküm aracıdır.
Bu nedenle komünistler burjuva
demokrasisini özü itibariyle »burjuvazinin diktatörlüğü« olarak
nitelendirirler. Çünkü, belirleyici olan egemen iktidar ve mülkiyet
ilişkileridir. İşleyebilmesi, yani üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin,
sermaye birikim sürecinin ve emek sömürüsünün pürüzsüz sürdürülebilmesi için,
temel burjuva hak ve özgürlüklerine gereksinim duyan burjuva demokrasisi
yasama, yürütme ve yargı ile gerçekleşir. Pürüzler ortaya çıktığında, yani
sınıf çelişkileri derinleştiğinde, sorunlar kapalı, açık veya askerî, hatta
faşist diktatörlüklerle çözülür, burjuvazinin tahakkümü güvenceye alınır. Bkz.:
yakın tarih.
Ancak bu »demokrasi« 21.
Yüzyıl’da ilginç bir değişim-dönüşüm sürecinde: tüm kurallar kaldırılıyor,
parlamentolar basit onay merciine dönüştürülüyor, »demokrasinin« Demos’u, yani
halk »oy otomatına« indirgeniyor. Dahası, tekelci burjuvazi sahaya inerek,
siyasî temsilcilerine salt hizmetçi rolünü bırakıyor, hükümet işlerini bizzat
devralıyor. En güncel örneği ABD’nde görebiliriz.
Avrupa’da da benzer bir gelişme söz konusu.
Tekeller gerek AB kurumlarında, gerekse de ulusal parlamentolarda kendi
temsilcilerince yasa ve yönetmelikler hazırlıyor, bunları onaylatıyor ve AB
Komisyonu ile ulusal hükümetlere uygulatıyorlar. Seçimler yapılıyor, temel hak
ve özgürlükler anayasa güvencesine alınıyor olsa da, tekelci burjuvazi sınıf
çıkarlarını giderek doğrudan ve aracısız koruma altına alıyor, rejimi
değiştiriyor: burjuva demokrasisinden »demokratörlük«
devşiriyor.
199 yıl önce doğan Karl Marx,
bundan 150 yıl önce »Das Kapital«ini yayımlarken, burjuvazinin ne menem bir
sınıf, kapitalizmin de ne menem bir düzen olduğunu göstermişti. Değişen bir şey
yok hâlâ. Gerçek anlamda bir demokrasi istiyorsak eğer, bu yıl 100. yıldönümünü
karşılayacağımız Büyük Ekim Devrimini anımsamalı, işçi sınıfının iktidarı için
mücadelemizi geliştirmeliyiz. Günümüzün kanlı realitesi, gerçek demokrasiye ve
kendi kaderimizi tayin edebileceğimiz koşullara ancak sosyalizmin güneşli
dünyasında kavuşabileceğimizi gösteriyor. Ne burjuva demokrasisi, ne de
»demokratörlük« insanlığı geleceğe taşıyabilir. Hiç şüphe yok: gelecek
sosyalizmindir!