Göçmen ve mültecilerin varlığının
– sadece bugün değil, her zaman – Avrupalı emperyalist devletler tarafından iç
ve dış politikada bir araç olarak kullanıldığına uzun yıllardan beri
yazılarımızda dikkat çekmeye çalışıyoruz. Avrupa’da faaliyet gösteren kimi
devrimci-demokratik göçmen örgütleri nedense bu gerçeği unutup, emperyalist
devletlerin hükümetleri ile »ortaklaşa« sorun çözebilecekleri hayalinin peşinde
koştuklarından, bu gerçeği güncel bir örnekle tekrar anımsatma gereği doğdu.
F. Almanya örneğini ele alalım ve
önce şu noktanın altını çizelim: F. Alman devleti göçmenlerin özörgütlerine
belirli projeler için para veriyor, bu doğru. Ancak bunu yaparken, o örgütü
ehlileştiriyor, politikalarına iliştiriyor ve baskı mekanizmasının bir parçası
hâline getiriyor. Öyle olunca da, 12 Kasım 2016 Köln mitinginde olduğu gibi,
muhalif (!) bir örgütün temsilcileri müttefikleri arasında »legal-illegal«
ayrımı yapmaya başlıyorlar – kullanışlı aptal rolüne düşürüldüklerini fark
etmeden! Burjuvazinin, nerede olursa olsun, günahını bile bedava vermeyeceğini
gördüğümüz gün, rüzgarın peşinden koşmaktan vazgeçeceğiz. Herhalde...
Bugün bilinen bir oyun
tekrarlanıyor: emperyalist yayılma ve sömürü politikalarının doğrudan bir
sonucu olarak mülteciliğe itilen yoksul kitleler – o da, sadece Avrupa’ya
ulaşabilmiş olanlar – F. Almanya’nın bir polis devletine dönüştürülmesi
planları için müthiş bir malzeme olarak kullanılıyorlar. F. İçişleri Bakanı de
Maiziére, »Kontrolsüz göçü engellemek ve teröre karşı güvenliği sağlamak«
gerekçesiyle, F. Alman devletinin eyaletlere dayalı yapılanmasını hedefine
koymuş durumda.
De Maiziére, tüm yurt içi
istihbarat teşkilatlarının federal düzeyde merkezîleşmesini ve ülke çapındaki
güvenlik güçlerinin F. Hükümete bağlanmasını istiyor. Sadece sınır koruma
görevi olan Federal Polis buna göre geniş yetkilerle donatılıp, ülke çapında ve
eyalet hükümetlerinin kararlarından bağımsız operasyon yapabilmeliymiş. Gerici
Merkel hükümetinden gelen öneriler sadece bunlar değil: örneğin polis ve
istihbarat teşkilatlarını merkezi olarak koordine edecek bir »Ulusal Güvenlik
Konseyi« kurulması isteniyor. Bu da bir anayasa değişikliğini gerekli kılıyor.
F. Alman emperyalizmi böylelikle
»Üçüncü Rayh« sonrasında, 1949’da F. Almanya kurulurken, Alman faşizminin
olumsuz örneklerine bakılarak anayasaya yerleştirilen bir tabuyu ortadan
kaldırmayı planlıyor. Bu tabu, Alman faşizminin terörist iktidarını güvence
altına alan Gestapo, SS ve tüm diğer istihbarat ve güvenlik teşkilatlarını
birleştiren yapıların engellenmesiydi. F. Almanya’nın tekelci burjuvazisi
görüldüğü kadarıyla aynı »araçlara« yeniden sahip olmak istiyor. Elbette bunu
mülteci »krizini« çözmek için değil, aksine halkta yaygınlaşan huzursuzluğun
sisteme yönelik tepkilere dönüşmesini engellemek için.
Meymenetsiz burjuvazi sınıf
tahakkümü sürdürülebilir kılmak için kendi koyduğu tüm tabu ve kuralları
yıkıyor, emekçileri milliyetçilik ve ırkçılık zehriyle birbirlerine düşürüyor
ve kârlarını artırmak için insanı, doğayı, yaşamın bütününü sömürüyor. Bunu
göremeyenler ise, kullanışlı aptal rolünü oynamaya devam ediyorlar.