Batı’nın Libya’ya karşı yürüttüğü savaşla ilgili olarak AB’nin, NATO’nun ve tek tek ülkelerin siyasî arenalarındaki tartışmaları izlediğimizde, bir nevî »kafa karışıklığının« yaygın olduğu hissine kapılabiliriz. Arap dünyasındaki kalkışmalara hazırlıksız yakalanan Batı, bu sefer de Libya’ya, daha doğrusu Kaddafi Rejimi’ne karşı uygulanacak yaptırımlar konusunda bir türlü anlaşamıyor gibi.
BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 nolu kararıyla başlatılan Uçuş Sahası Yasağı’nın ABD, Britanya ve Fransa hava ve deniz kuvvetlerinin ortaklaşa saldırılarıyla fiîlen gerçekleştiğini söyleyen Batılı kimi yorumcu, tartışmalar nedeniyle atılacak adımlar konusunda anlaşamayan NATO’nun anlamını sorguluyor. Diğer taraftan Almanya gibi geleneksel olarak Fransa ile birlikte hareket eden merkezî bir ülkenin, Güvenlik Konseyi’nde »nasıl olurda Rusya ve Çin ile aynı safa düşebildiği« tartışılıyor.
Neoliberal politikaların taşıyıcısı olan CDU/CSU-FDP hükümeti, sosyaldemokratlar ve yeşiller tarafından »savaşa katılmayıp, ülkeyi izolasyona sokmakla« suçlanıyorlar. Eski Dışişleri Bakanı Joseph Fischer, Federal Hükümetin »Almanya’nın dış politikasının güvenilirliğini zedelemek, Avrupa’daki pozisyonunu tehlikeye atmak ve Güvenlik Konseyi’nde daimî üye olma şansını kaybetmekle« suçluyor. Aynı suçlamayı SPD yönetimi de yapıyor. NATO Genel Sekreteri Rasmussen ise Almanya ve Türkiye’yi »NATO çalışmalarını bloke etmekle« itham ederken, ABD Başkanı Obama »Libya’ya yönelik askerî operasyonların komutasını en kısa zamanda Avrupalı ve Arap müttefiklerimize devredeceğiz« diyor.
Alman sosyaldemokratları ve Yeşiller savaş kışkırtıcılıklarına devam ederlerken yapılan bu tartışmalar, »Batılı ülkelerde kafa karışıklığı hakim« görüngüsünü ortaya çıkartıyor olabilir. Ama uluslararası politikada esas olanın çıkarlar olduğunu bilenler, herşeyin göründüğü gibi olmadığını biliyorlardır. Bu açıdan Batı’da bir kafa karışıklığının olmadığını, aksine çıkarları gözetmeye yarayan bilinçli politikaların yürütüldüğünü söylemek gerekiyor.
Kanımca asıl kafa karışıklığı sol güçler arasında. Örneğin 24 Mart 2011 tarihli Yeni Özgür Politika’da dostum Engin Erkiner, »Libya’da kimden tarafsın?« başlıklı yazısında, »emperyalist saldırganlığın kınanmasının (...) uygulanabilir bir seçenek önerilmediğinde ve sadece taraflara karşı çıkmakla yetinildiğinde, fazla bir anlam taşımadığını« belirterek, bu durumun »sadece solun değil, solun da içinde bulunduğu barış hareketinin değişik ülkelerdeki ortak sorunudur« tespitini yapıyor.
Elbette Kaddafi bir antiemperyalist değil ve savunulacak bir yanı yok. Ama bu böyledir diye, saldırganlığa karşı çıkılmamalı mı? Solu ve barış hareketini »uygulanabilir seçenek önermiyor« diye eleştirmek bence fazlasıyla haksızlık.
Ama madem konuyu »uygulanabilir seçenek« gibi reelpolitik kaygılarla ele alıyoruz, o zaman solun ve barış hareketinin bugüne kadar önerdiği sayısız uygulanabilir seçeneğin neden uygulanmadıklarını da sormamız gerekmez mi? Beğenelim, beğenmeyelim, savaş başlamadan çok önce Venezuela Başkanı Hugo Chavez’in önerdiği ve Kaddafi’nin de kabul ettiği diyalog yolu niye es geçildi, bu kan dökülmesini engelleyebilecek bir fırsat değil miydi diye sormamız yanlış mı olur?
Gelinen aşamada asıl anlamlı olan, tüm güç dengelerine, iktidar ilişkilerine ve reel politik duruma rağmen, solun ve barış hareketinin savaşa karşı tavır alması ve insanları bu savaşın gerçek nedenleri üzerine aydınlatması, tek tek ülkelerdeki kamuoyunun savaş karşıtlığını artırarak, hükümetlere geri adım attırmaya çalışmasıdır. Almanya’nın savaş katılmak istemeyişinin ardında duran temel nedenlerden birisinin Alman kamuoyundaki savaş karşıtlığının artmakta olduğunu veya örneğin Hollanda’nın iç kamuoyu baskısı nedeniyle Afganistan’dan askerlerini çektiğini bilmiyor muyuz? Bu durumda solun ve barış hareketinin emperyalist saldırganlığı kınamasından anlamlı ne olabilir?
Dahası, BM Güvenlik Konseyi’nin kendisini veya 1970 ve 1973 nolu kararları destekleyen 22 üyeli Arap Ligi’nin bu kararı sadece 11 üyesinin katıldığı bir toplantıda ve 9 oyla almasının meşruiyetini sorgulamamız gerekmez mi?
Söz konusu olan savaş emperyalist güçler arasındaki çelişkileri ortaya çıkartmaktadır. Bu çelişkiler başka gerginliklere ve daha büyük savaşlara yol açabilir. Çelişkilerle bağlantılı olan yeni yönelimler, kapitalist merkez ülkelerin kamuoylarında ihtilaflara neden olmaktadır. Almanya’nın tutumunun veya Türkiye karar vericilerinin uyguladıkları politikaların ardında duran temel arka plan budur. Böylesi bir durumda asıl kafa karışıklığı, savaşa karşı çıkmayı »anlamsız« bulmaktır.